content Güney Marmara Yaşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
31 Eki

Birlik Beraberliğimiz Pekişti

Türkiye, Türkiye olalı herhalde böylesine büyük kalabalıklarla ve bu kadar coşku dolu Cumhuriyet Bayramlarını çok ender kutlamıştır sanırım.

Kendi payıma söyleyeyim, kendimi bildim bileli böylesine yüksek yoğunluklu ve coşkulu kutlandığını pek hatırlamıyorum doğrusu. Sadece 12 Eylül darbesinin ardından yaşanan ilk birkaç Cumhuriyet Bayramları’nda bir hayli değişik bir coşku vardı ama ne bu kadar yüksek katılım ne de bu kadar büyük coşku vardı...

Ramazan Bayramı öncesi yaşanan 15 aslanımızın şehit edilmesi, ardından da yine geçtiğimiz günlerde 12 aslanımızın şehit edilmesi, hepimizde çok büyük infial yarattı.

Halkta oluşan bu nefret duygusu bir anda önlenemez bir sele dönüştü ve Türkiye’nin dört bir tarafından tepki sesleri yükselmeye başladı.

Belki de uzun zamandan beri hasret kaldığımız birlik ve beraberlik duyguları, üzücü de olsa, böyle bir durumla bizlerin daha çok birbirimize kenetlenmemize de vesile oldu denilebilir.

Ve bu kenetlenmenin sonucunda, belki de 84 yıllık cumhuriyetin, en görkemlisini, en duygulusunu, en coşkulusunu hep birlikte yaşadık. İnşallah bundan sonrakiler de böyle yaşanır. Birlik ve beraberlik içinde...

Öte yandan Türk Milleti olarak, karşı cephelere bölünmeye çok müsait olduğumuz düşünülebilinir. Biraz bizim millet olarak cahilliğimizden, biraz da daha doğrusu daha çok da dış güçlerin kışkırtmasıyla bugüne kadar birçok kez içimizdeki farklı sesler karşı karşıya getirildi.

Türk-Kürt denildi, Alevi-Sünni denildi, sağcı-solcu denildi... Bugüne kadar başarılı olunamadı. Hatta daha da ileri gidilip, krizler bile çıkartıldı. Tüm bunlara karşın, bir türlü yıkmayı başaramadılar.

Yaşadığımız üzüntü ve acı mutlaka çok büyüktü. Hatta dün yine 4 aslanımızın daha şehit olduğu haberi gelince, üzüntümüz daha da arttı. Ancak ne var ki, PKK denilen it sürüsüne de haddini bildirmekten başka çıkar yol kalmadı.

Aslında, bu yaşanılan PKK’nın eylemleri, çete ya da gerilla savaşları falan da değil. Düpedüz, arkalarına Amerika’yı alan bir takım güruhun maşa olarak önümüze salınması...

Bu pislikleri temizlerken, ister istemez üzücü durumlarla da karşı karşıya kalıyoruz. Ülke olarak vicdanımız sızlıyor ama bu köpekleri temizlemenin de başka çıkar yolu da bulunmuyor.

Yine önümüzdeki günlerde şehitler vereceğiz belki, ama en azından Türk Milleti’nin bu gücü karşısında düşman güruhu artık kolay kolay sesini çıkartacak duruma gelemeyecek.

Tabii, artık şu Talabani ile Barzani uşağını da daha fazla kahraman yapmadan...

................................

Tüm bu süreçler yaşanırken, bizler kendi içimizde birlik ve beraberlik içerisinde kenetlenirken, ortaya zaman zaman tezatlıkların çıktığı da dikkati çekiyor.

Yine, bizim milletin karakter özelliğinden olsa gerek, sürekli ifratla tefrit arasında gidip geliyoruz. Ya son derece duyarsız kalıyoruz, ya da aşırı derecede duyarlı durumlar oluşturuyoruz.

Hatırlanacağı gibi bayram öncesi yaşanan elim olayda çok fazla dikkate almadık şehitlerimizi. Herkes kendi havasındaydı. Öyle ki, televizyonların vur patlasın, çal oynasın havasında olmaları bile günlerce eleştiri konusu oldu.

Ancak, geçtiğimiz günlerde yaşadığımız ikinci olayın ardından, bu kez bütün televizyon kanalları başta olmak üzere, tüm medya kuruluşları adeta yas ilan etmişlerdi.

Sabahtan akşama kadar şehitlerimizle, PKK ile ilgili programlar birbirini izliyor, açık oturumlarda herkes birer uzman olarak, nelerin yapılması gerektiğini noktasına virgülüne kadar kamuoyuna aktarıyordu. Kısacası, millet olarak bir kalemde asker olduğumuz aklımıza gelmişti.

Daha da ötesi, her sabah yayınlanan magazin programlarında yer alan Bülent Ersoy’un genç sevgilisi ile Hülya Avşar’ın son sevgilisi, yerlerini şehit ailelerinin yakınlarına bırakmıştı. Bütün magazinciler bir anda şehit yakınlarının çıkarıldığı programlar düzenleyip, yurdu gözyaşlarına boğmaya başladı.

Ve, sular durulup da, herşey eski haline dönünce, onlar da tekrar eski havalarına döndüler.

Doğru muydu peki tüm bunlar?

Ya ifrat, ya tefrit... Ya hep, ya hiç!..

................................

Bir de yaşanan bu süreç içerisinde medyanın durumu da yine kendi içerisinde sorgulandı. Hükümetin isteği ve RTÜK’ün baskısı ile televizyon kanallarındaki operasyonlarla ilgili haberlere ve yayınlar engellendi. Bu durum, kimi basın ve yayın mensuplarınca sansür olarak nitelendirildi.

Daha sonra, Danıştay kararı ile kaldırıldı.

Yalnız, şunun da tartışması yapılmalıydı. Haber adı altında verilen bilgiler doğru muydu?

Şehirler arası otobüsler görüntüye getirilip, “Bunların içinde, bölgeye sevkedilen askerlerimiz var” diye haber yapmak ne kadar doğru?

Hatta daha da ileriye giderek, bölge görüntülere getirilip, “Şurada şu birlikler, burada bu birlikler konuşlandırıldı, bilmem ne dağlarına komandolar indirildi” benzeri haberlerle acaba kamuoyu bilgilendirilirken, diğer taraftan başka yerlerin de bu bilgiler ışığında farklı stratejiler uygulamasının yolu açılmıyor mu?

Yapılan haberler, caydırıcılıktan çok, sanki karşı tarafın da bilgilendirilmesine yönelik bir içerik taşıyor gibiydi. Tabii bunlarla birlikte, açık oturumlara çıkan uzmanların dile getirdiği operasyon taktikleri de farklı değildi.

Dedik ya sürekli ifratla tefrit arasındayız.

......................

Geçtiğimiz günlerde yine basında okuduğum bir haber ilgimi çekti.

Ekonomiden sorumlu yeni Devlet Bakanı Mehmet Şimşek ile ilgili.

Hatırlanacağı gibi peşmergelerin Saddam zulmünden kaçıp da, sınır kapımıza dayandığı günlerde, en az yarım milyonunu sığınmacı olarak ülkemize almıştık. Hatta, başlarındaki itlere de kırmızı pasaport verip ülke ülke dolaşmasını sağlamıştık.

Gerçi şu günlerde deyim yerindeyse “Besle kargayı oysun gözünü” hesabı, karşımıza ilk dikilen onlar oluyor ya... Onların da hesabı görülecek bir gün...

İşte Saddam rejimi yüzünden can korkusu içerisinde yaşadıkları dönemlerde, Amerika bunların bir kısmını toplayıp, eğitmek için Guam adasına götürmüştü.

Kimi siyasi, kimi askeri, kimi de başka başka eğitimlerden geçirilen binlerce kürt peşmerge, daha sonra tekrar Kuzey Irak’a götürülüp, bugünkü duruma gelmelerinde büyük roller üstlenmişti.

Tekrar o günlere döndüğümüzde, peşmergeleri gerek Türkiye’den, gerekse Kuzey Irak’tan bir takım operasyonlarla toplayıp, Guam’a getiren ABD’nin tercümanlığını da bizim şimdiki bakanımız Mehmet Şimşek’in yaptığı iddia ediliyor.

Doğruyu söylemek gerekirse hiç şaşmadım.

Kendisi Batmanlı olan ve bu ülkenin okullarında, bu ülkenin eğitim sisteminde okuduktan sonra, İngiltere’ye gidip orada yüksek lisans yapan Mehmet Şimşek, iddiaya göre ABD Büyükelçiliğinde tercümanlık yaparak, bu operasyonları yönetenler arasında yer almış.

Aslında normaldir. Bir zamanlar Kemal Derviş’i zorla bu ülkeye bakan yapanlar, şimdi de Mehmet Şimşek’i neden yapmasın ki?

Biz de, sanıyoruz ki verdiğimiz oylarla milletvekili ve başbakan, bakan seçiyoruz. Hadi canım sende!..

Etiketler : , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank