Birleşik Kıbrıs Referandumu
BM Genel Sekreteri Başkanlığında Cenevre’de liderlerle yapılan görüşmeler sonrası adadaki uyuşmazlığın 2011 yılı sonuna kadar çözülmesi ilke olarak kabul edildi. Buna göre Kıbrıs Türkleri ve KKTC yöneticileri bugüne kadar adadaki uyuşmazlığın çözümü yönünde sürekli çaba harcamışlardır. Bu yaklaşım BM Genel Sekreteri tarafından da kaydedilmiştir.
Şu anda KKTC egemen olarak varlığını sürdürürken, bu egemenliği yok sayarcasına Şubat ayında Birleşik Kıbrıs referandumunun yapılacağını söylemek Kıbrıs Türkünü ve Türk devletini yok saymaktır. Bu durumda çözümün ilkeleri üzerinde anlaşmanın sağlanamadığı bilinirken Birleşik Kıbrıs referandumu yapılmasını dillendirmek ada Türklerini yok saydığı gibi ve dünyaca haklılığı kabul edilen Kıbrıs Barış Harekâtı’nın amacına da aykırıdır.
Ayrıca AB’nin ada üzerindeki hukuksuzluğunu da yasallaştıracaktır.
Bunu telâffuz etmek gaflet ve dalâlet, önermekse vatana ihanettir.
Bu türden yapılan dayatmayı kabul etmeleri Kıbrıs Türklerinde ve özgür, hür ve hükümran KKTC devletinden beklenemez. Bugüne kadar adayı Yunanistan’a bağlamaktan asla vazgeçmeyen, çözümden yana olmayan Rum çetelerine herhangi bir uluslararası baskı yapılmazken Birleşik Kıbrıs söylemi karşı tarafın elini güçlendirecektir. Bu anlayış, adaya çözümü değil çözümsüzlüğü getirecektir. Getirmek isteyenler de lânetle anılacaktır.
Bu güne kadar KKTC’nin ortaya koyduğu çözüm önerilerinden iki eşit egemen devlet olgusu kabul edilmeden Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin düşünülmemesi gerekir. Yarım asrı aşan süredir adadaki uyuşmazlığa Rumların tavrı nedeniyle çözüm bulunmadığı bilinmekle; 2011 sona ermeden uyuşmazlığı çözün talimatı Türkleri değil Rumları ilgilendirir.
Şu hale nazaran: Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu hiç zaman kaybetmeden Kıbrıs Türk halkının temsilcilerinden oluşan Ulusal bir Konsey toplayıp, dünya kamuoyuna gerçekleri duyurmalı ve Kıbrıs Türk Cumhuriyetine yönelen menfur dayatmalara karşı acilen gerekli her türlü tedbir alınmalı ve “özgür bir devlet olarak” uygulanmalıdır.
RAUF. R. DENKTAŞ’A; ŞİFA DİLEKLERİMLE….
27 Ocak 1924 doğum günü, 1942, 18 yaşında; Dr. Küçük’ün yayınlamaya başladığı Halkın Sesi gazetesinde, Kıbrıs Türk’ünün haklarını koparmaya yönelik ilk inançları çıkmaya başlıyor. “5 Eylül1942”Dağınıklıktan bir toplum yaratıyorlar… 1948 tarihinde Dr. Küçük, büyük bir mitingle ENOSİS çığlıklarına karşı cevap vermek istiyor. “Halkı toplayamayız zararlı çıkarız” diyenler çoğunluk. Dr. Küçük ve Denktaş aynı fikirde değil. “Yükselen ENOSİS sesleri karşısında sessiz ve hareketsiz kalamayız. Kalırsak kaybederiz,” diyorlar.
Dr. Küçük’e en büyük destek ona mutlak inanan Denktaş’tan geldi. Denktaş köy ve kasabaları gezerek halkı mitinge hazırladı. 27.11.1948 günü Lefkoşa Ayasofya meydanında o zamanların görülmemiş en büyük kalabalığı toplandı. Dr. Küçük, Denktaş’ın zamana karşı liderlik direnişleri sayesinde Kıbrıs Davamız “Ankara hükümetlerine reddedilemez büyük dava olarak kabul ettirildi.” Liderler, Rumlar arasında Ada sathına serpilmiş Kıbrıs Türk Cemaatini, Türk Toplumu olarak Türkiye’ye ve dünya’ya kabul ettirecek, 11 sene soykırım çığlıkları altında ölüm kalım savaşı vererek 1974 Mutlu Barış Harekatı ile mutlu sona ulaştıracaktı. 1975 Kıbrıs Türk Federe Devleti derken, 1983 K. Kıbrıs Türk Cumhuriyeti…
Onun damarlarında kan yerine “Kıbrıs” dolaşıyordu. “Bize ‘Kıbrıs’ demeyince, konuşamayız.”, “Biz Erenköy’e dans etmek için gitmemiştik,” der ve ruhu’nun Kıbrıs dolu olduğunu daima gösterirdi. Hasta yatağında bile espri yapıyor. Umudunu ve yaşama sevincini yitirmiyor. O, esprileri ile Kıbrıs için, Kıbrıs için zamana direniyor. Bir gün gazetecilere:
"Hz. Azrail'de o günlerde buralarda dolanmış, ancak bizi çok ağır görmüş ki bu kadar yolu tek başına taşıyamayacağını anlayınca bundan vazgeçti," diyordu.
Nereden nereye!.. Bir ömür Kıbrıs!...
Büyük geçmiş olsun der, çok çok uzun ömürler dilerim.
VATANA İHANET Mİ? YOKSA PEŞKEŞ Mİ? YALAN MI?..
YUNAN İŞGALİ ALTINDAKİ TÜRK ADALARI
Ayrıca, Aydın il sınırları, Ege Denizi yakın kıyı şeridinde yer alan Eşek ve Bulamaç adlı Türk adalarının 2004’den itibaren Yunan işgaline terk edildiği iddia olunmakta; Konu başta DP Genel Başkanı Namık Kemal Zeybek olmak üzere 05 Mayıs 2011 tarihinden beri yoğun bir şekilde kamuoyunda tartışılmaktadır. Üç aydır pek çok kişi, kurum, STK ve medya tarafından halka açıklanan ısrarla cevap beklenen konuya; “NEDEN?” ve “NİÇİN?” hâlâ, onurlu ve sorumlu bir bakan veya Recep Usta tarafından cevap verilmemektedir?..
Kamu vicdanı gerçeği bilmek istiyor. Gerçek nedir?