Bir_kız_Sevdim_Adı_Mehmet
Yediğim içtiğim benim olsun, kumpir yedikten sonra plaj şemsiyesi almak üzere Poseidon heykeli tarafına doğru yürüdük. Dondurma aldık bir yerden. Motor Ali’den bahsettim hocama. Hocam,dedim, bir Motor Ali vardı, çocukluğumun vazgeçilmez figürlerinden biridir, dedim. Dondurmayı ilkin onunla tanıdık. Tabii, çocukluğum esnasında hiç düşünmemiştim, neden ona Motor lakabını taktıklarını. Çalışkan bir adamdı. Sesi gürdü. Kel bir adamdı. Aynı mahallede yaşardık. Sanırım, çalışkanlığı sebebiyle öyle derdi.. veya gür, davudiden hallice sesli bir adamdı da o yüzden derlerdi. Veya ikisi bir; hem çalışkan hem davudiden hallice sesi yüzünden.
Beton banklardan birine oturduk, şemsiyeyi henüz almadan. Kumsaldaki insanları seyre koyulduk. Keşke biz de bugün suya girmek için çıksaydık, dedi. Sorun değil hocam dedim. Haftaya cumaya sözleştik. Hem, hafta içi olduğu için daha iyi olur, dedik. Hem de bana gülecek olan insanların sayısını azaltmış oluruz da dedim. Çocukluğumdaki su ile muhabbetlerimi anlattım. Korkmazdım dedim. Gerçekten de korkmazdım. Yeşilırmak’ı besleyen Tozanlı çayında boyumuzu çok aşan ve bir çocuğun bedensel kapasitesini aşacak azgınlıkta sulara kendimi bırakmışlığım çoktur, dedim. Sonra sonra, nedendir bilinmez, bir korku oluştu. Boyu anca dizime gelen suda bir baş dönmesidir alıyor beni dedim. Geçen günlerin birinde yine aynı konu açılınca, olabilir, demişti; çocukluktaki bazı şeyler sonradan sonradan tersine de dönebiliyor dedi. Psikoloji geliştirmiş olabileceğim ihtimalini de söyledim. Çünkü, dedim mahallemizde Tozanlı Çayı’ndan daha yakın bir yerde “Katil” dedikleri bir göl vardı, dedim. Küçük bir göl. Katil göl. Çöküntü ile oluşmuştu sanırım. Çünkü kıyıları dik dikti. Dibi çamur. Oralar hep sulak zaten. 15 metre aşağıda nehirler. Şimdi hatırladığım kadarıyla, benden daha cesur olan 10-15 çocuğu yutmuştu göl. 5-6 tanesinin katılaşmış cesedini de görmüştüm, sudan çıkarırlarken.
Sahilde oturduğumuz yer bir kanalın üstüydü. Dalga kırmak gibi bir işlevi var sanırım bu kanalın. Barların, çay bahçelerinin olduğu tarafa doğru gidiyor yürüyüş yolunun altından. Sonra açığa çıkıyor, kanalın üstünde Eskişehirdekivari minik köprüler. Geri gelelim oturduğumuz yere. İnsanların güneşlendikleri yere yakın bir yerde bu kanaldan dolayı küçük bir gölet oluşmuş. Derinliği ayak bileğime varmaz. Orayı gösteriyorum. İşte diyorum; benim talim edeceğim yer. Hocam gülmeyin emi! diyorum. Hemen gülüyor.
Oturduğumuz bankın önünden insanlar geçiyor. Bir ara sessizlikten sonra hocamın gözü bir şeye takılıyor. Sol tarafı gözüyle işaret ediyor.. Şu gidenler lezbiyen biliyor musun Ümit hocam, diyor. O tarafa bakıyorum.. Kadın çift namına bir şey görmüyorum… Hani nerde, der gibi bakınca ona, ha pardon diyor, homoseksüel homoseksüel! diyor. Çok yoruldum bu aralar, diyor peşinen. O tarafa bir daha bakıyorum. Evet, iki erkek.. fakat biri biraz farklı yürüyor, giyimi de biraz farklı. Aklıma buradaki lezbiyen İngiliz çiftler geliyor. Sonra, aklıma Mehmet geldi.
Mehmet’i yıllar öncesinde, askerliğim esnasında tanıdım. Erdi. Kısa boylu, kamuflaj pantolonu kıçından düştü düşecek derken düşmez şekilde gezerdi. Önüne gelen bunu döverdi olur olmaz bir sebepten. Askerliğimin ilk zamanları, asteğmen olduğum zamanlar, askerlere öğrencilerim gibi yaklaştığım için herkese baktığım gibi ona da genel bakardım. Kimseyi dövmezdim. Askerliğimin sonlarına doğru psikolojik olarak çok yıpranmıştım. Mehmet ve 4 asker daha. Bendeki kayışları koparan askerler olmuşlardı. Mehmet de dahil o beş askeri o gün öyle bir dövmüştüm ki ömürleri boyunca bir daha dayak yemeseler oldurdu. Elebaşları Mehmet’ti. Onu özellikle bölüğün askerlerinin olduğu yerde dövdüm. Kınamayın beni dostlar; ben, ben değildim o gün.
Yıllar geçmiş…Fakat Mehmet o kadar çok kişiden dayak yemesine rağmen özellikle beni unutmamış. Karşıma Internet’te çıktı. Farklı bir şekilde. Birkaç yıl önce. Sonra, kendine gelip Mehmet olarak, “beni hatırladın mı?”diye mesaj göndermiş. Hayır,dedim. Daha da bir şey demediydi.
Hocama Mehmet’ten bahis açmak istedim fakat sanki biraz yorgundu. Sonra anlatırım Mehmet’i dedim içimden.
Hocamla derin muhabbetlere de giriyoruz. Ben ona Gezen Hoca diyorum. Aslında “Gezen Kişilik “ kişilik de diyeceğim de, o sonra.
Gezmeyi çok sevmesinin sebebini de yıllar öncesinde geçirdiği bir kazaya bağlıyor. Öğrencilik zamanlarında arabası varmış. Gün gelmiş bir direğe toslamış. Sol kolu da tuz buz olmuş, platin takmışlar koluna. O günden sonra ne olduysa oldu! diyor. Bir geziyorum bir geziyorum!
Faktör 30 bana uyarmış. Kolay yanan birine benzemiyormuşum. Sohbetten sonra minibüse bindik. Evine yakın indi.
Plaj şemsiyesi almayı unuttuk. Evde oturmuş çayımı içiyorken, kumpir yerken üstüne çiçekli çiçek saksısı yerleştirilmiş gibi duran mavi terliklerine bakıp gülüyordu, hatırladım. Herkes buna gülüyor, niyeyse de demişti. İlginç bir abla.
11-06-2014
www.didimhaber.net