Bir Yahudi Türk’ün Feryadı!
Sevgili okur!
Önemine binaen aynen paylaşıyorum:
“..Ben hep Türk’tüm. Hem de “köküne kadar” dediklerinden. En milliyetçimiz sensin derdi arkadaşlarım!.. Vatanımda yaşarken, bazıları yabancı mısın diye sorarlardı. Bilmemek ayıp değil…
Anlatırdım!..
Dinim Yahudi, milliyetim Türk derdim.
Hepsi bu.
Konu kapanırdı. Zannederdim!.. Hayat devam ederdi. Müslüman, Hristiyan, Yahudi. Neşemizi, derdimizi, masamızı, yatağımızı, küçükken yaramazlıklarımızı, ergenlikte deliliklerimizi her şeyi paylaştık. Birlikte mutluyduk.
Evde ısrarla öğretmişlerdi: “Yahudiler azınlık statüsünü reddettiler, biz herkes gibi Türk’üz, Varlık vergisi yalnız Yahudiler için değildi, Devlet bizi Hitler’e vermedi, kül olmaktan kurtardı…” 25 yıl boyunca ben hep Türk’tüm. Başka ne olabilirdim ki?
Kaderin cilvesi beni ailemden, dostlarımdan, vatanımdan ayırdı.
Yurt dışına yerleştim.
Mutsuzdum!..
Hep memleketimi özledim.
Ruhsuzlar arasında kaldım; kalbi temiz, yardımsever, sıcacık insanımı özledim. Densizler sordu: Arapçadan sonra, Latin alfabesini öğrenmek zor olmadı mı? Bu etekleri özel olarak Avrupa’ya geldiğin için mi diktirdin? Her defasında açtım ağzımı, yumdum gözümü!..
Atamızın devrimlerini, laik Cumhuriyetimizi anlattım kara cahillere. Biri dil uzatmaya kalksa Türk’e, aslan kesilirdim!.. Neye uğradığını şaşırırdı. Bir keresinde kafasız bir gazetecinin, Türkiye’de azınlıkların yaşadığı zorlukları yazacağı tuttu. Kan beynime fırladı!.. Oturdum döşedim okuyucu mektubumu. Mektup yayınlandı. Tanıdık, tanımadık birçok yurttaştan tebrikler geldi…
Başkonsolosumuz bile yazdı.
Görevini yerine getirmiş bir Türk olarak çok mutluydum.
Hamileyken karnımı Türkçe şarkılar çalan radyolara dayadım. Kızlarım doğdu, onlara hem ninni, hem İstiklal Marşını söyledim. Ufacıktılar göbek havası eşliğinde dans derslerini vermeye başladığımda… Türkçeyi düzgün öğrensinler diye aldığım kitaplar halen kütüphanemde.
Ayşe topu at. Ali elma ye. Avrupa bataklığında sevgiyi, saygıyı, yardım etmeyi, terbiyeli olmayı öğretmek çok zordur. Yılmadım!.. Bizim değerlerimizi anlattım hep. Arabamda Türkçe kasetler, televizyonda Türk kanalları, masamızda Türk yemekleri.
Salonumda Atatürk.
Çocuklarım kolaya kaçıp yabancı dilde konuşmaya kalksalar, Bıkmadan usanmadan tekrarladım: Vatandaş Türkçe konuş!.. Ve asla yanımdan ayırmadığım iki çakmak. Birinde bayrağımız, diğerinde Atamız. Yan gözle bakan yabancılara onları gururla göstermekten duyduğum haz!..
Yurt dışında otuz yıl boyunca ben hep Türk’tüm.
Başka ne olabilirdim ki?
Şimdilerde bazı densiz yurttaşlarım garip şeyler söylüyor: Ben galiba Türk değil de Türkiyeliymişim. Hele bazıları için ben İsrailliymişim. “Hoşgörüyle” bu vatana “misafir” edilmişim. Bir Yahudi nasıl olur da Eurovision’da Türkiye’yi temsil edermiş!.. Daha beterlerini de söyleyenler var. Osmanlıyı yıkanlar, Jön Türkler, hatta Ergenekoncular (her ne demekse) bile Yahudi’ymiş.
En son ne okudum dersiniz?
Avrupa’da Türk ve Müslüman nefreti, daha ziyade Yahudiler tarafından kışkırtılmaktaymış.
Vay ki ne vay!..
Vatanımdan pis kokular geliyor…
55’imden sonra, dinimden dolayı benden nefret eden yurttaşlarım olduğunu, hatta Türklüğümün, sadakatimin sorgulandığını duymak beni kahrediyor. “Yabancı” yaftası yüreğimi acıtıyor.
Üzgünüm, kızgınım ve çok kırgınım!..
En dayanılmazı ise içimi yiyip bitiren soru:
Köklü bir değişim mi bu yaşananlar, yoksa yıllarca ayakta mı uyudum ben?”
(Simon Bilman / İsviçre)