Bir Rumelili Beyefendinin Etrafında Düşünceler
Başlarken ne plan yaptım nede ne yazacağımı düşündüm, çalakalem çıktım yola. Yüreğimden ne akıp gelecek parmaklarıma ben de merak ediyorum. Takdir edersiniz ki herkes gibi benim de yarım asırda birikmiş naçizane fikirlerim, izlenimlerim vardır. Bazıları bu güne kadar değişmedi değişmesinde, bazıları da her şeye rağmen değişemedi, bazıları yok olup gitti, bazıları zamana uydu, bazısı ise karanlık gecede bir şimşek gibi parlayarak aklımı aydınlattı. Hatta bu şimşeğin ışığında gerçekler beynime bir balyoz gibi inerek beni beter etti ve ben yeniden fikir inşasına meyil ettim.
Bu dediklerim ve diyeceklerim ne bir hikâye, ne bir masal, ne de bir hayal ürünüdür. Bir minibüs içinde, on gün, gece gündüz yol aldığımız Rumeli diyarında seyahat ederken, gözlemek, tanımak, bilmek, şansına eriştiğim anlardan bana kalan mirastır. Şunu da demeliyim ki keşke dünyadaki herkes orada olsaydı da bu güzellikleri temaşa etseydi.
Doğunun kültürel yapısıyla büyüdüm ve hep öyle yaşadım. Bazen bilmeden, bazen de bilerek bana öğretilenlerde, bir kadın dünyaya geldiğinde kız olduğu için hayata en baştan yenik başladığıdır. Oğlu olana ağız dolusu” Vayyy analı babalı olsun erkek hee!” derken kızı olana yarım ağızla denirdi ne denecekse? Kız doğuran ana kız doğurduğu için, doğanda kız olduğu için önemsizdir. Biraz daha eski zamanlarda kaynana, gelini kız doğurduğu için kuma bakmaya başlarmış ki gelsin o oğlan doğursun. Bunun en yakın tanığıyımdır ben. Anneannem üç kız doğurduğu için dedem üzerine kuma getirmiş sonra da hakka yürümüş gitmiş ardında birçok çocuk ve muhtaç iki kadın bırakarak. Şimdi onların neler çektiklerini düşündükçe içim yanıyor. En çok üzüntü duyduğum hal ise, yapılan bu yanlışlarda kadınların duygularının, fıtratlarının yok oluşunu fark edemeyişleridir. Bu gün bilimin ispatladığı “Çocuğun cinsiyetini erkek belirler.” sonucunu nedense kimse öne çıkarmıyor.
Bir tek bu boyuttan bakmanın yeterli olmadığını biliyorum, bunu çeşitlendirmek için birkaç şey daha eklemek istiyorum. Erkek kumar oynar kaybeder ses çıkmaz, kadın yemeğin dibini yakar kıyamet kopar. Erkek sarhoş olur sızar ses yok, kadın yorulur uyur denmedik söz kalmaz. Erkek yanlış ticaret yapar iflas eder ses çıkmaz, kadın tabak kırar dünya kırılmış gibi olur. Erkek zina eder, el kiri olur. Kadın biriyle selamlaşır namus meselesi olur. Erkek karısının namusuyla övünür namusum der, kadın bunu diyemez çünkü erkek namusu temsil etmez. Hâsılı kelam her yapılan haksızlıkta kadın biraz daha susar, biraz daha başını önüne eğer. Ve bir gün kadın dişini sıkar yumruğunu kaldırır işte o vakit ya ölür, ya karalanır ya da duygularını yitirir, bir demir olur. Sonunda da kadın kadınlığından çıkıp yok olur, sıradan insan olur. Bir namerdin elinde bir kadının kadınlığı böylece tükenir.
Diyeceksiniz ki sözün başı başkaydı ortası niye böyle oldu. Haklısınız elbet. Bunları anlatmalıyım ki neye nasıl özlem duyduğum bilinsin. Yıllarca böyle şeyler takıldı gözlerime yaşamıma.
Hüseyin AYAN hocamı ilk tanıdığımda derin bir saygı uyanmıştı içimde. Evladı yaşında olan beni kapıda karşıladığında akşamın saat dokuzuydu, buna rağmen, kravatlı, takım elbiseli, traşlıydı. Elini öptüm. Salonunun başköşesine buyur ettiğinde önce beni oturttu koltuğa, sonra kendisi lütfetti. Zarif ses tonuyla hal hatırımı sordu. Her sözünde her kelimesinde biraz daha büyüleniyordum. O an kendimi çok önemli biriymiş gibi hissetmiştim. Beni dinlerken sanki üniversitede dekan olan o değil de bendim, sanki karşımda bir profesör doktor değil de benim gibi sıradan biri vardı, konuştukça bana fırsat veriyor, ben de bilinçaltımda birikenleri aktardıkça kendimi keşfediyordum. Arada bir de “ Gönül Hoca hanım siz ne dersiniz bu konu için.” diyerek eşine sevgiyle seslendi. Kendi elleriyle elektrikli semaverde demlediği çayı ikram etme işini ben yapmak istediğimde “Siz kendinizi rahat hissedecekseniz olur.” diyerek izin vermişti. Tam bir Türk beyefendisi, asırlık bir çınar, işlenmiş ender mücevher, Okyanustan çıkarılan tek inci tanesi, mavi gözleriyle deryalara meydan okuyan birikmişlik, Şumnu’ dan yüreğinde kalan hüzün, deli ormanın yiğitliği toplanmıştı her bir halinde. Saatlerin durmasını istediğim birkaç andan biriydi Hocamla tanıştığım o an.
Sonra bulduğum her fırsatta ziyaretlerine gittim. Her görüşmemde yeniden keşfettim insan olmanın erdemini. Yıllarca sorgulamış, hatta kin etmiştim karşı cinsin üstünlüğünü. Yaşanan yanlışlıkların, erkek olmaktan değil cahil olmaktan kaynakladığını Hüseyin AYAN hocamı tanıyınca anladım.
Prf. Dr. Hüseyin AYAN bir insana ve eşe verilen kıymetin nasıl olduğunu kendine, eşine, çevresine anlatırken tek kelime etmiyordu. O sadece insan olmanın faziletini yaşıyordu. Sevgili büyüyüm, kıymetlim, medarı iftiharım güzel ablam, saygıya değer Prof. Dr. Gönül AYAN ne çok yakışmışsınız bir birinize. Başarını, acılara karşı direnişini, yurduna olan sevdanı, evlatlarına çırpınışını, Can yoldaşına muhabbetle hürmetini takdir etmemek olamaz elbet. Benim burada demek istediğim asıl konu bir kadının nasıl kadın kaldığını ya da nasıl kadın olduğunu anlatabilmek. Siz kıymetli büyüklerimin her haline tanıklık etme şerefine erdiğim için çok şanslıyım.
Yıllar geçmesine rağmen unutamadığım bir söz var, bundan yola çıkarak devam etmek arzusundayım. “Kadınlar akıllı olsun, erkeklere inanmasın.” diyen bir beyi tanıyorum, bu söz karşısında donup kalmıştım, üniversite okumuş birinin neye göre böyle dediği düşünülür elbet. Ona göre insan değil kadındı yani, her biri et parçası, biri gider, yerine kandırdığı biri gelirdi. Düşünmemişti ki üç kız kardeşi, bir de kızı var. Acaba onlardan mı ilham alarak demişti bunu diye düşündüğüm oluyor.
İşte böyle düşünen erkek karşısında bir kadın nasıl kadın olabilir ki? Kandırılanlar bir daha güvenebilir mi bir başkasına ya da saygı duyup ömür verir mi? Eş olur mu? Bunun gibi daha nice örnekler verebilirim size. Elbette ki sizler de bu tür cahilliklere şahit olmuşsunuzdur. İşte başta dediğim değişemeyen düşünceler ve bir anda şimşekle aydınlanan ruhumun savaşını Hüseyin AYAN Hocamı tanıyınca fark ettim. Elli yılı aşkın evliliklerinde Gönül AYAN hala kadın, hala şımarabilen bir genç kız, hala nazlanabilen bir gelin, hala eşinin hizmetinde durabilen bir hanımefendi. Simdi soruyorum size elli yıllık birliktelikte kaç erkek karısını heyecanlandırıp, şımartıp coşturabilir.
Ömür yoluna çıktığı eşi güçlüyse güçlüdür kadın, bunu ona ne bir baba, ne bir kardeş, ne de bir oğul sağlar. Nasıl ki bir erkek bir kadının penceresinden bakarsa güneşi görür, bir kadında erkeğinin gücüyle güçlenir, sevgisiyle solmayan gül olur. Yaratanın “Kadınlarınızı sevin onlar size emanet edildi.” emrinin altında yatan mucizeyi anlasalardı, acaba dünya nasıl olurdu diye düşünüyorum. Beyhude geçen hayatları sorguladığımda ya bir kadının eksikliği, ya da bir erkeğin yanlışlığı çıktı önüme. Feminist düşünen bir arkadaşımla sohbetimde “ Bizi bu hale getiren yapılan haksızlıklardır ” demişti. Ben de yaşamım gereği bu dediğine katılmıştım elbet.
Bir erkek mutlu olmak istiyorsa karısını mutlu etmelidir önce. Bir erkek güçlü olmak istiyorsa karısını güçlü etmelidir önce. Bir erkek sevilmek istiyorsa eşini sevmelidir önce. Ve bir toplum gücüyle var olmak istiyorsa kadınlarını güçlendirmelidir önce. Her kadın anadır, eştir, yoldaştır, her şeydir kısaca.