Bir Odanın Hatırlattıkları
Mendilden biraz büyük bir pencere.. Toprak damlı yerden yapma evin üç odasından birinde sofaya bakar. Adı pencere de olsa ömrü boyunca bir kere bile güneşle gözgöze gelmemiş.. Pencerenin baktığı sofanın üstünü örten damla, avlunun bir kenarına sıralanmış leylak ve incir ağacı yüzünden ancak sağdan soldan yansıyan ışıkla güneşin varlığından haberdar olabiliyor. Günışığının ‘suyunun suyundan’ kapabildiği ölçüde bir avuç da odaya boşaltıyor..
Pencerenin hemen yanında, duvara asılı ve oldukça sade bir camekanın içinde bir çalar saat vardır. Her akşam ezanında kurulur, ve günün kısalmasına-uzamasına göre birkaç dakikalık düzeltme ile yeniden saat beş’e ayarlanır. O yıllar, henüz büyük ölçüde, günün akşam ezanı ile bittiği ve yeniden başladığı yıllardı. Saate el sürmeye yalnızca dedem yetkili olsa da tik-tak’ları ve gösterdiği vakitler herkese açıktı..
Bu odada sıcak yaz günleri ile havanın mutedil olduğu bahar ve güz aylarında; çöl sonsuzluğunda duyduğu tek ses kendi kafilesinin ayak sesleri olan bir kervan gibi bu saat de kendi yolunun konaksızlığında kendi sesi ile yetinmek zorundadır. Nenem, telaşsız hareketleri olmasa “acaba yaşıyor mu?” endişesiyle nabzını kontrol etmek isteği uyandıracak kertede sakin ve âsûde bir insan. Feleğin elinden nadiren kurtarabildiği çok sevinçli anlarında çehresinin her noktasıyla gülerken bile sessiz.. Gözlerinden ‘sızan’ ve insanın ruhunu içinden kucaklayan, kucakladıkça da genişletip ferahlatan bakışlarına bile çoğunlukla uhrevi bir sükût eşlik eder. Yere basarak değil, ayaklarını sürüyerek değil, adeta ayaklarıyla yerin yüzünü sıvazlayarak yürür. Ah nenem ahh! Ağzından çok zeytinyağı gözleriyle gülen, tebessümü incitmeden gülen nenem..
Soğuk kış günlerinde bu oda neredeyse bütünüyle dünyadan elini eteğini çekmiş, inzivaya çekilmiş bir hâlete bürünür. Orta bölümde, duvara yakın bir soba için için yanar. Üğüntü (hızar talaşı) yakılan bu soba, kovalarının nöbet değiştirdiği sabah ve akşam saatlerindeki üç-beş dakikalık kesintiyi saymazsak hiç durmayan çıtırtılarla yanar durur. Sobanın içine oturtulan üğüntü basılmış kovada zaman mı yanar, yoksa için için yanan üğüntünün kıvılcımdan hıçkırıkları ile zaman eritilip zihnimizin kalıplarına mı dökülür, bilinmez..
Zemheri günleri, duvardaki camekanın içinde kendi inzivasını yaşayan saat için adeta iple çekilen ilkbahar mevsimi gibidir. Heyecandan uzak, yeknesak kalp atışlarıyla geçirdiği ‘yaz uykusu’ bitmiş, sesine ses veren bir yoldaşa yeniden kavuşmuştur. Sırtını döndüğü koskoca bir hayatı, her daim yanında taşıdığı kendi küçük dünyasının içinde kendi keyfince yaşayan çocuklar gibi, zamanın çemberini çevirirken çıkardığı tik-tak seslerine az ötede yanan sobanın çıtırtıları eşlik eder. O demlerde, şayet evin gediklisi bir kedi varsa, sobanın arkasında, yerde serili postun ‘post-nişîni’ olarak o da mırıltılarıyla bu terennüme dahil olur.
Fasıl esnasında arada bir cûşa gelip eli kulağa atan serhânende gibi zaman zaman bu musikiye dahil olup büsbütün “mistik” bir havaya büründüren bir ses daha vardır ki, o da günün belli vakitlerinde odanın bir köşesinde namaza duran dedemin sessizce okumaları esnasında, harflerin mahreçlerini doğru çıkarmak için rakseden dilinin dişlerine dokundukça her seferinde farklı tonda çıkan hımırtılardır. İşte bu anlarda olan şey; insanın ve insanla bütünleşip hakiki manada evcilleşmiş eşyanın, kendini insana adamış eşyanın birlikte icra ettiği, ne zaman başladığı ve ne zaman biteceği belli olmayan fısıltılar senfonisidir ki, idrakin duvarlarında yankılandıkça tarifsiz bir ahenk cümbüşüne dönüşür.
Gün ışığının bile ancak burnunu yere sürterek utana sıkıla girdiği, o küçük, mütevazi ve derviş-meşrep odaya muhayyilemde her dönüp bakışımda, aradan geçen bunca yıla rağmen hala ruhumun ücra köşelerinde o ahenkten devşirilmiş safâ kırıntıları bulurum. Ve her seferinde, bu kırıntılarla o odayı; “şerefül-mekân bil-mekîn” fehvâsınca başta insanlar olmak üzere penceresi, saati, sobası, kedisi, postu ve burada zikretmediğim diğer eşyasıyla muhayyilemde yeniden inşa ederim. En sonunda da çıtırtılarla yanan sobanın üstüne, içinde şalgamlı-nohutlu tarhana çorbası kaynayan kazanı yerleştiririm..