Bir Nefesliktir Ömür; Yaşsızdır Ölüm
Bir nefesliktir yaşam, aldığımızla verdiğimizin arasında geçen bir zaman. Koca bir ömür dediğimiz de sadece soluk alıp verdiğimiz elle tutulur o an. Gerisi yok, ilerisi yok. Öncesi hatıralarımız, sonrası da hayallerimiz…
Hepimiz ölümlü olduğumuzu sık sık tekrarlar, ama ölümsüzlük duygusuyla yaşarız. Yaşamımız da bu minval üzerinden gider; nasıl kök salabilirim, nasıl kendimi çoğaltabilirim… Bütün buluşlar rahatlığımızı sağlamasının ötesinde, biraz da dünyaya hatta evrene yayılmak içindir değil midir?
Aklımızın sınırları, zaman kavramımız artık sihirli dokunuşlarımızla hızla değişiyor ve dilediğimiz pek çok şey ‘Alaaddin'in Sihirli Lambası’ tadında gerçekleşiveriyor. Bedenimizle şu an burada varolabilirken; sesimizle, görüntümüzle bambaşka bir diyarda, başka bir insanda vücut bulabiliyoruz. Hangisi elle tutulur, gözle görülür gerçek; hangisi sanal, bir anda sağlamasını yapamadığımız bir işleme dönüşüyor. Televizyon, cep telefonları, internet vs. bildiğim, bilmediğim dünyalar. Sanal alemde paylaşılan nice düşünceler, duygular. Ama gerçek olan her birinde varolma mücadelemiz.
Birkaç aydır uzay boşluğunda, uzay mekiğine binmiş, bilinmeze doğru giden bir dünyalı gibiyim. Daha Türkçesi ‘twitter ‘ alemindeyim. Kim kimdir, kim değildir , o bu mudur , bu ne demek istedi türünde, topluca halüsünatif düşüncelerle şizofreniye teğet geçen, hoş ve sempatik bir mecrada. Herkesin 140 karakterle kendini anlatmaya çalıştığı bu diyarda, az önce, çok yaşlı bir yakınının ölüm haberini veren bir kişinin cümlesi ile duygularım düşüncelerim de birbirine karıştı... Bilgisayarının başında, oturduğu yerden siyaset, politika, spor, kişisel, vb. pek çok konudaki duygu ve düşüncelerini bir parmak darbesiyle; bazen öfke, bazen espriyle ifade eden sanal alemdeki bu insanları; kendimle birlikte gerçeklikten koparıp ölümsüzleştirmiş miydim de, bir ölüm haberi beni hüzünden karamsarlığa doğru savurdu attı... Şu ana kadar bilgisayarımın başında, tanışmadığım ama tanış yaptığım insanlarla şizofrenik uçuşlardayken, aniden yeryüzüne indim, ete kemiğe, hatta toprağa büründüm. Kimbilir belki de beni asıl etkileyen, ölümünü duyduğum kişinin, çok yaşlı yani bir asra yakın yaşta olması …
İstisnasız her ölen, arkasındakileri biraz öldürerek de gider bu dünyadan. Yaralayıcıdır, yıpratıcıdır her ölüm. Ancak soluk sayısının çokluğuyla, acının dozu arasında bir orantı kurmaya çalışırız hep.. ‘Neyse yaşlıymış, yeterince yaşamış’ deriz. Neye göre? Ben merkezci bakışımıza göre. Muhtemeldir ki pek çok kişi de böyle hissetmiştir o an ve çok da normal sayılabilecek bir duygudur bu. Ama bir de o “yaşlının” dünyasından bakınca.. O da, o yaşlı dediğimiz bedende nefes alabilmek için mücadele veriyordu... Bizler de aynı mücadeleyi veriyoruz halbuki, üstelik de aynı zaman diliminde… Can aynı can, çaba aynı çaba. Bize göre yaşlı, kendine göre ise herkesle aynı yaşta... Sadece bedeni yorgun... Ancak bizden bir farkı var. Neredeyse bir asırlık hard diski, hani tüm varlığımızı yüklediğimiz, çökünce bir anda bizi de çökertiveren sanal beyinlerimiz. O “yaşlının” beyni de bilgisayarımızın ki gibi dopdoluydu ve öldüğünde her şey bir anda yok oldu, tabii hayatını paylaştığı herkesle ilgili olan her şeyle birlikte... Kopyası yok ellerinde. Sadece ona dokunanlarda ve onun dokunduklarında kalan sonbahar yaprakları gibi hüzünlü anılar…
2008 de bir akşam ki haber bültenlerinde, 2. Dünya savaşının Eskişehir’de yaşayan son gazisinin ölüm haberi verildiğinde de benzer duygular yaşamıştım. O güne kadar belki de onun varlığından bile haberdar olmayan bizler, onun ölümüyle bir tarafımızı kaybetmiş gibi olmuştuk. Elle tutamadığımız geçmişimizi o gazi ile tutmaya çalışıyorduk belli ki. O hepimizin geçmişle tek bağlantısıydı, hatta geleceğimizle bile. Ama ne yazık ki son gaziydi ve bir asırlık dünyevi yolculuğunu sonlandırmıştı…Arkasında bıraktığı ise sayfalarının büyük bir çoğunluğu kopartılmış koskoca bir tarih kitabıydı…
Doğum aynı zamanda ölüm ve ben de doğum ile ölüm arasındaki bir nefeslik ömürde, ölümsüzlük duygularım eşliğinde, ama ölüme teğet bir yolculuk yaptım sanki… Bugün 3 Ocak 2011; saat 00:12 ve benim ‘sanal beynime’ mesajlar geliyor,” doğum günün kutlu olsun, nice yıllara”…
bir doğum günün de hayatın tek gerçeğine odaklanmak. HZ. ömer in yaşam amacını edinmişseniz eğer, bu sınav ya çok çetin yada çok rahat geçecek.
Mayıs 7th, 2011 at 13:27