Bir Muratçudan Diğer Bir Muratçuya!
Değerli okurlarım, yaşam öykümü konu alan ve Türkiye’ çok okunup satılan http://www.dr.com.tr/Kitap/Ben-Yuksel-Mert-Ataturkten-Ozur-Diliyorum/Ali-Emel-Okur/Arastirma-Tarih/Tarih/Ataturk/urunno=0000000385825
“Atatürk”ten Özür
Diliyorum” kitabıyla ilgili düşüncelerini kaleme alan Adana/Karaisalılı “Murdistan!” diyarının çocuğu, “Araştırmacı Yazar Adem ÇELİK Bey”in hemşerisi; diğer bir murtçu olan “Ekmel Ali OKUR”un meşhur kitabıyla ilgili yazdığı işte o yazı! Gerçekten sağırlar dilsizler birbirini mi ağırlıyor yoksa ne?!!!
“Paylaşmak benim şiarımdır.” esprisince, siz değerli okurlarımızla paylaşmak istedim.
(“Atatürk’ten Özür Diliyorum” da Kendimizi Bulmak)
Evet, herkesin bir hikayesi vardır.
Ancak, geldiğimiz noktada bizim hikayemizin bir kısmı, yaşadığımız çevredekilerin bir bölümü tarafından bilinirken, hikayemizin bir kısmı tamamen bizim mahremiyetimizdedir ve bizim sırlarımız olarak kalır. Kendimizce açıklanmadıkça da, başkalarının bilmesine imkan yoktur.
Bazıları bizim hikayemizle ilgili olarak tahminde ya da yakıştırmada bulunur ve bizim tarafımızdan açıklanmadıkça da tam olarak doğrusu söylenilmiş olamaz.
Ama Yüksel Mertoğlu, “Atatürk’ten Özür Diliyorum” kitabında, bu genel geçer kuralı bir yana itmiş, önce değerli Yazar Ekmel Ali Okur ile bir araya gelip - doğrusu ve eğrisiyle, bilinen ve bilinmeyeni ile- bütün bir ömrü masaya yatırmışlar, her şeyi konuşmuşlar ve bunu Türk toplumu ile paylaşmaya karar vermişler.
İyi de etmişler.
Böylece, kitabı okudukça hem Yüksel Mertoğlu’nu – medyatik olarak Adana kamuoyunca çok tanınmasına rağmen – bütün yönleriyle tanıma; bu tanıma esnasında kendimizi de bir daha tanıma ve sorgulama imkanı bulmuş oluyoruz ve hem de Ekmel Ali Okur’un akıcı, sürükleyici ve cezp edici üslubu ile kitap okumanın tadına varıyoruz.
Diline sağlık Yüksel Mertoğlu.
Eline ve kalemine sağlık Ekmel Ali Okur.
Ekmel Ali Okur ve Yüksel Mertoğlu’nun “…kitap güzelliğinde bir hayat ve gelecek” dilekleriyle müştereken imzalayıp hediye etme inceliğinde bulundukları “Atatürk’ten Özür Diliyorum”u okurken Şevket Süreyya Aydemir’i hatırladım.
Şevket Süreyya Aydemir, “Suyu Arayan Adam” adlı biyografik eserinde kendisini anlatır.
Suyu Arayan Adam’da; bir insanın hayatındaki çizgilerin kırılma noktalarını, yaşanılan serüvenin sebep ve sonuçlarını, yazarın oradan oraya savruluşunu, Türkçülükten Marksizme, Marksizmden Liberalizme dönüşümünün serüvenini hayret ve ibretle okuyorsunuz. İnsan hayatına, kaderin istemesi halinde nelerin sığabileceğini tahayyül ediyorsunuz.
Ekmel Ali Okur’un anlatımıyla Yüksel Mertoğlu’nda da böyle bir dalgalanmayı, savruluşu görüyoruz.
Değerli dost ve iyi insan Ekmel Ali Okur ve Yüksel Mertoğlu, bizim kuşağın çocuklarıdır. Ve hatta Ekmel Ali Okur, ilkokul birinci sınıftan sınıftaşım ve köylümdür. Biz, bu geçmişi birçoklarıyla birlikte yaşadık. Yani bu dalgalanmaları, iniş çıkışları, bu savruluşları, bu tam yanaşacakken kaybettiğimiz limanları ve yeniden yeni yollara düşüşleri hep birlikte yaşadık.
Onun için anlatılan hayat hikayesi, bana ilginç geldi ve ilgiyle okudum.
Çünkü orada kendim de vardı. Ali kardeşim vardı ve tabi tanıdık, çok yakından tanıdık bir sürü çehre…
Bu kitapta Ekmel Ali Okur, bizi; bir aynalar galerisine götürüyor. Bu galeriye giren herkes, kendi aynasını buluyor ve kendisiyle yüzleşiyor. Yani kitabın her satırında kendimiz yok ama kendimizi bulduğumuz, kendi yaşam öykümüzle aynileştirdiğimiz bölümler var. O bakımdan kitapta kendimizi bulduğumuzu hissediyorum.
Ütopyalar ölmez ama gerçekleşmesi pazarlığa tabidir. Kiminle pazarlık? Kaderle…
“Büyük Adam olmak” hülyası, hayali ya da ütopyası ile Osmaniye’nin bir köyünden yola çıkan yoksul bir köylü çocuğu; yürüdüğü yollarda ütopyasını hep pazarlık konusu yapmıştır. Ve her dönemeçte ya da yokuşta ütopyasının bir parçasından vazgeçmek zorunda kalmıştır.
Ama pazarlık ve ütopya, halen birliktedir ve birlikte yürümektedir. Nereye kadar? Son nefesi verinceye kadar.
Yoksa hayallerimizden, ideallerimizden vazgeçersek, hayat çekilmez olur. Hayatın yaşanılır kılınması, bence hayallerimize, hülyalarımıza, hedeflerimize bağlıdır.
Ben, “Atatürk’ten Özür Diliyorum”u, 1950–60 arasında doğanların gençliğine tekabül eden 1970–80 yılları arasında kavgalı, çatışmalı ve ideolojilerin ve tarikatların birbirlerine üstünlük kurma, kurtarılmış bölgeler edinme, kardeşi kardeşe düşürme gaflet ve çılgınlıklarının yaşandığı dönemi hatırlayarak okudum.
Evet, bizim kuşak zaten bu kitabı okurken kendisinden çok şeyler bulacak, geçmişi yeniden gözünde canlandıracak, bunu biliyorum.
Ancak, genç okuyucularımızın çocuklarının üzerine titremelerini, onlara kol kanat germelerini, Devletimizin kurumları dışındaki yapılanmalara çocuklarını teslim etmemelerini diliyorum.
Çünkü hiç kimse, kimsenin çocuğunu “Allah rızası” için alıp okutmaz, ona masraf etmez. Mutlaka o çocuğun üzerinden bir çıkar sağlama düşüncesi vardır. Bu düşünce; Süleymancısında da, Nurcusunda da, bölücüsünde de, yani her kesimde, her grupta vardır. Eğitim ve öğretimde sadece Devlet çıkar gözetmez. Devletin amacı, İyi yurttaş, iyi insan yetiştirmektir.
Bunun somut örneklerini Yüksel Mertoğlu’nun hayat hikayesini okurken görmekteyiz.
Sonuç olarak düşündüklerimi bir cümle ile ifade etmem gerekirse: Yüksel Mertoğlu, Türkiye şartlarında bize dayatılan yelpazenin bir tarafında tamamen çelişkilerle dolu, bu maratonun bazı etaplarını hiç tasvip etmeyeceğimizi düşündüğüm bir yol yürümüş ve bu yürüyüşten belleğinde kalanları da bizlerle paylaşmak yürekliliğini göstermiştir. “Temeli yüksek Türk kültürü olan Cumhuriyetimizin” içine düşürülmek istendiği durumu gördüğü için de Atatürk’ten özür dileme erdemliğine kendi şahsında Türk toplumunu davet etmektedir. Ancak, ölülerden özür dilenir mi? Tartışılır…
Ama işin en önemlisi, özür dilemek yerine Cumhuriyete ve Onun kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’e sahip çıkmaktır.