content
11 Ağu

Bir Kavram; Bir Devrim. Bereket…!

Başlıkta kullanılan deyim Yahudi sosyal hayatında içselleştirilen bir çıkarımdır. İçi boşaltılmayarak özüne sadık kalınan  kavramsal yapının ardılı amaca ulaşmaktır. Örneğin: Goim kavramının içinin boşaltılmaması ve kavrama itaat beraberinde güçü getirmiştir. Bu güçün sebebi goim olarak adlandırılanların goimliğinden değil; ona inananın iman tamlığındandır. Her ne kadar bu kavram sapma açısına yakalanan bir kavram olsa da (bozulmuş yahudi bilginlerince içi doldurulsa da); dikkat çekilmesi gereken nokta ona olan inanç bütünlüğünün kırılmamasıdır. Ve diyebiliriz ki: ALAİN’in “biz tanrıya onun kurallarına uyduğumuz için inanırız” tabirini uyarlamak gerekirse Yahudiler kendi kavramsal yapılarına uydurdukları için tanrıya inanırlar.

                                                    ****

İçinde bulunduğumuz zamansal daire bakımından dini söylemlerdeki sıklığı sebebiyle düşünsel yoğunluk olarak önümüze çıkan BEREKET kavramı , son yıllarda boşaltılan içinin kapital zihniyetle (BEREKET = BOLLUK) doldurulması ve toplumsal inanışın bu  yöndeki sabitliği , sapma açısına  yakalanan bu kavramın değer babında kendilliğinin idraksizliğine sebebiyet vermektedir. Şöyle ki: 18 yy da demire nefes üfürülmesi( buhar) ile  birlikte yeni  bir kavram meydana gelmiştir. KAPİTAL BEREKET.(israf için üretim). Kavram, aslı olan kavramın zıt yönünde durmakta ve asıl kavram ile gerek üretim  gerekse üretimin zorlaması olan israf ile tam bir çelişki barındırmaktadır.

Klasik iktisat teorilerindeki üretim yapısı: SERMAYE, EMEK, TOPRAK, FAİZ VE RANT sütunlarının üzerine bina edilmiştir. Birleşimin sorucu olan mal ve hizmetin( üretim) tüketimi için oluşturulan baskı unsurları ile  ( reklam, promosyon vb…) tüketimin nasıllığı, bir başka değişle AHLAKİLİĞİ dikkate alınmayarak  bu tüketimin kendisine sağlayacağı ek üretime odaklanılmıştır. Şüphesizdir ki ihtiyaçlar hiyerarşisinde ilk sırayı alan  zorunlu mal ve hizmetlerin sunumu gayesi ile  gerekli hukuki kapsam dahilinde sermayenin işletilmesinde sakınca bulunmamakta; sakınılması istenilen ve eleştirilen nokta: sermayenin NEMRUDİLEŞTİRİLMESİ, emeğin GOİMLEŞTİRİLMESİ, toprağın AŞİRETLEŞTİRİLMESİ ve kesin bir  ültimatomla reddedilen FAİZ ve RANT‘ın  üretim sisteminin koparılmaz parçaları haline getirilmesidir.

İslam’ın   gözüyle bakıldığında bu üretim sisteminin kendisiyle çatıştığı düşünülse de, bu kanı İslam açısından doğru üretim sistemi yani kapitalizm açısından yanlıştır. Hangi şekilde tasavvur edersek  edelim içine  girdiği rahmin suretine bürünerek,  - o rahim ister bir din, ister bir ideoloji  isterse de dinselleştirilen bir ideoloji olsun fark etmez -  kendisine pay çıkarmayı  bilmiş, dinlerde ritüelleri, ideolojilerde propagandaları kullanarak varlığına güç kazandırmıştır. Öğretmenin (ali şeraiti)  değişiyle KAPİTALİZM “ kendi varlığına güç veren olgularla çatışmaz”, gerekirse onların devamlığını sağlamak için uğraşır. Olası  bir çatışma sonucu kendi gerçek yüzünü  göstererek baskın çıkması  Pazar kaybına sebebiyet vermekte buda hayat damarlarının kendi eli ile koparılması  anlamına gelmektedir. ( soğuk savaş döneminde doğu bloğuna karşı kullanılan  islam aleminin batı bloğunun zaferi sonrası sistemin iç yüzünü ve asıl gayesini  anlaması ile beraber kılıçları eski müttefike çekmesi buna güzel bir örnektir. “taliban örneği”). İçine girdiği rahim İslamsa eğer  -tutulan ramazan orucu sistemin mamülü koka kola ile açılması- üretim sistemi yani kapitalizm Müslüman olmuştur. İçine girdiği sistem Rusya ise eğer kapitalizm kominist olmuştur. İçine  girdiği rahim Çin se eğer  kapitalizm Budist  Küba ise sosyalist içine girdiği rahim Asya ise eğer kapitalizm bir hint fakiri olmuştur. Bu zamansal sürerlilik içerisinde kültürlerin oluşumunda yer edinen  kavramları önce sapma açısına uğratmakta ve yerine asıl kavramla zıt  bir mahiyette  bulunan kendi oluşumunu koymaktadır. Bereket ki  biz  bunun farkında olmaya…

                                                           ****

Tarih “AN” ın ölmüş halidir.AN yani HAL ise determinik  bir şekilde tekrar etme  mümkünlüğünü kendinde barındırır. Tarihi, kavramın( bereket) açıklama sürecine dahil etme zorunluluğunun sebebi ise KUR’ AN nın tarih öğreticiliğidir. Bu tarih öğreticiliğinde dersin   -eskilerin masallarını dinlermişçesine yada bir roman okurmuşçasına değil de - kulaklara küpe olması niyetiyle okunulduğunda bir kandil görevi üslenerek tanımların ve kavramların iç yüzünün gözler önüne serilmesine yardımcı olmaktadır. Bereketin = bolluk  tam olarak doğru olmadığının delili ise bu tarih öğretmeninin verdiği derslerden olan  “ kurdukları medeniyetler içerisinde asıl olan konudan , yani insanın kendisinden( görev , mahiyet ,varlık sebebi) süratle ters istikamete giden kavimlerin cezalandırılma sürecinde “göğün kapılarının açılması” “ şımarıklıklarının artmasına” sebebiyet vermekte ; türlü kuruntuların esiri olan insan ( sıkıntıları bizim atalarımız çekmiş artık biz çekmeyiz) aldırmazlığı sonunda hiç beklemediği anda ve yönde tuzaklara yakalanmaktır. İslami bereket kavramının ise  helaka sürükleyen değil; helakten kaçıran ve rahmete büründüren olduğu bilinmekte, tam manası ile bollukla eş anlama gelmediği( kıssalardan faydalanılarak) ortaya çıkmakta  ve fakat avamca bu öğreticinin dersleri kulak arkası edilmekte ve yazık k i angostik bir imana saplanılarak kapital berekete ulaşmak için var güçle çalışılmaktadır.

Bereket kavramının asıl mahiyetine ikinci göz gezdirmemizde ise bu kavramın eşitinin yine bütünüyle bolluk değil var olanın TÜKETİME KARŞI DAYANIKLILIĞI olduğunu görmek mümkündür. İnkara mahal bırakmayacak kadar sahih İslam tarihi kaynaklarında geçen olay kavramın anlaşılması babında  bulunmaz bir örnektir. Efendimiz (s) ve Ebubekir’in Medine de çalışmaları esnasında ensardan bir şahsın bu iki kişiye yemek getirdiğinde peygamberimizin isteğiyle bu yemeğin ikiden fazla kişi tarafından yenilmesi ; fakat yemeğin tükenmeye karşı dayanıklılığı, kavramın  mihenk taşıdır. Maddenin farklılığı  bu noktada önem teşkil etmemektedir ( ister ekmek , ister  tuz , ister para).

Bereketin kavramsal özüne ulaşabilmek için başvurulan bir başka kaynak ise  “ ekmeğe hürmet ediniz ; zira o yerin ve göğün bereketidir” hadisidir. Yani ekmeğe hürmet  bir bereket belirtisidir. Hürmet değer nispetidir. Hürmet etmemiz değer verdiğimizin bir ispatıdır.  Buradaki hürmet yere düşen ekmek parçasını alıp 3 kere öpüp başına koymak mıdır yoksa o parçanın yere düşmesini engellemek midir? Bu dairede akla gelen 2 soru bulunmakta:1. si günlük 5 milyona yakın ekmeğin çöpe atıldığı bir toprak parçasında ekmeğe hürmetten ve dolayısıyla bereketten ne kadar söz etmek mümkündür. 2 . soru ise daha genel manada sorulması gereken acıklı bir sorudur. Nemrudi sermaye , goimleştirilmiş emek , aşiretleştirilmiş toprak , faiz ve rant  beşgeni arasında sıkıştırılmış olarak idame ettirmeye çalıştığımız  ve adını hayat koyduğumuz aldanışta ALLAH üzerimize neden bereketin kapılarını açsın.  Yine Burada iki çıkarım karşımıza çıkmakta:1 si bizim aptallaştırılıp mutlaktan gelen tanım ile çelişmemiz ama bu çelişmenin farkında olunmayış yada aldırış edilmeyiş.2. si ise  mutlak tanımcının kendi ile çelişmesi( haşa). İkincinin imkansızlığı birinciyi doğrulamaktadır

                                                          * * * *

Yeyiniz içiniz israf ediniz ki kapitalizmin bereketi artsın(üretim bolluğu) sözüne iman ettiğimiz hayatımızdaki bu bir başka Ramazanımızın bereketli olmasını temenni ediyorum. Ortada bir ramazan bıraktıysak eğer. Ve söylenmesi gereken bir diğer söz ise : BEREKETİ 5  boynuzlu(*****) otellerin açık büfe iftar sofralarında  yada riyakar iftar çadırlarında değil ; fakir sofralarında aramamız gerekliliğidir. Sözüm meclisten içeri.

Etiketler : ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank