content

ikradan-mahyaya-aydinlanma

16 Tem

Bir Güzel İNSAN Ercüment Özkan!

Onu seksenli yılların sonlarına doğru tanıdım. Daha önce kendisiyle ilgili hiçbir bilgim yoktu. Kendisine karşı müspet menfi bir ön bilgim olmadığı içinde onu hiçbir şekilde, hiçbir şeyin etkisinde kalmadan tanıtmaya ve tanımlamaya çalışacağım.

Bütün bilgiler bire bir ilişkilerim-deki gördüklerim, duyduklarım ve onayladıklarımdır.

İnsan demek, artı hata demektir. Bütün insanlar insan olmanın ge-rektirdiği bir sorumluluk altındadırlar. Bu sorumluluğun bil-gisinde ve bilincinde yaşayarak hayata gözlerini kapayan Er-cüment Özkan beyi rahmetle anarken cenabı hakkın, şefaati-nin ve rahmetinin kendisiyle olması, dua ve temennisiyle baş-lıyorum.

 

Dünya insanlık ailesinin yüz akı, Türkiye Müslümanlarının önde gelen simalarından Ercüment beyle ilgili çok az ve öz ve de sınırlı ama kıymetli anılarımı başkalarıyla paylaşıp, paylaşmamayı ölümünden bugüne kadar düşündüm durdum.

Neden mi düşündüm?

Ercüment ağabeyinde çok iyi tanıdığı İktibas dergisi sayı: 181, sayfa 34 vefat ilanı olan, de-ğerli insan babam Süleyman Mert’in ölümünden hemen son-ra arkadaşlarının ve arkadaşlarımızın hepsi yığın yığın gelip başsağlığı dileğinde bulundular.

Hepsine candan teşekkür edi-yorum.

 

Şükranlarımı o günün duyarlılığında bugünde anımsı-yorum. Bu anlayışım ve anlayışımız (Mert ailesi olarak) ölün-ceye kadar aynı canlılık ve içtenlikle devam edecektir.

 

Dost-larımızın ölüm sonrası gösterdikleri trans hali duyarlılığını ve hassasiyetini keşke sağlığında, hasta halinde iken, ölmeden önce gösterselerdi rahmetli babam bir ömür boyu özlemini çektiği Kuran’ı pratik Salih amelden istifade etseydi, memnun kalsaydı olmaz mıydı diye düşünüyorum.

 

Böylesine içten, gönülden duyarlı, samimi pratik göstergele-rin, bir ölüm sonrası trans hali özelliğinde olmaması, kitap bi-linci güzelliğinde, sonsuza dek sürmesini temenni ediyorum (Bakınız K. Kerim 15/99)

Bizim buralarda (Çukurova’da) bir söz vardır. Tabir haline gelen “Yok günümde benim halim sormayan var günümde halim sormuş ne fayda” mefhumu muhalifinden bir yorumla.

 

Ben yaşarken bazı güzellikleri be-nimle paylaşmayan ve benim yüzüme karşı sevgisini ve eleş-tirilerini izhar etmeyen dostlarımın, ben öldükten sonra be-nimle ilgili, bazı şeyleri yazmalarını konuşmalarını çok an-lamlı bulmuyorum.

Bu mahsus ilkeli yorumumdan sonra, şu-nu ifadeye çalışıyorum ve şöyle diyorum. Ercüment Özkan beyin yaşamadığı bir dünyada, onunla ilgili bir yazı yazmak, benim için çok fazla bir anlam ifa etmiyordu.

Mutlaka yazdık-larımı onunla canlı canlı paylaşmak isterdim.

 

Onunla ilgili bütün yazılanları imkanlarım ölçüsünde, toparlayıp, döne dö-ne okudum. Hepsini en ince teferruatına kadar büyüteç altına aldım. Onun hakkında yazı yazanların çoğunun köşesi vardı. Makamı, ünvanı, patenti, rütbesi vardı kuşkusuz.

Çoğu da medyatik manşetten tanınan insanlardı.

Ben onlara göre çok izbelerde kalırdım.

Ve onlar beni yazı diye yazarlardı.

 

Üstelik çoğunda Ercüment beyin akranlarıydı. Hatta benden önce ta-nıyorlardı. Bu güzide insanların yazılarıyla anlatılan Ercü-ment beyle ilgili, hem de vefatından yıllar sonra hem de onsuz bir dünyada “Yazmam anlamsız olur, ilkeme rağmen” beni onunla ilgili birkaç satırda olsa anımı yazmaya iten sebep neydi kısaca anlatayım.

 

50 yıldan beri elimden, dilimden düşürmemeye dikkat ettiğim her okuduğumda yepyeni şeyler öğreten, adeta yeniden beni gençleştiren,  bana hiçbir kitaptan almadığım duygular yaşatan Kur’an-ı Kerim’in 67 süresi olan mülk suresinde “ölüm”ü yaratılmışlar kategorisinde 67/2 tefsir ettiğini gör-düm.

İnsan yaratılmışlar içinde bir numara olarak anlatılıyor-du kerim kitabımız Kuran’da.

 

Hem de en güzel ifadesiyle 95/4.

Bunu uzun uzun düşündüm.

 

Evet insanda, ölümde yara-tılmışlar kategorisinde olduğuna ve ölümde insan için olduğu-na göre, insan neden kendisi için olan ve de kendisinden alt sı-rada olan, ölüm've hayata' karşı neden bu kadar acizdi bu acziyetin ve zayıflığın nedeni ne olabilirdi?..

İnsanın bu iki şey karşısındaki alçaltıcı tutumu, kitabi, orijinal, otantik, bakir kimliğiyle örtüşmüyordu, çelişiyordu.

Ya kitap bakir özelliği-ni kaybetmişti, ya da kitaba yaklaşan insan bekaretini, doğallığını kaybet-mişti?

Birincisi, mümkün değildi 15/9.

İkincisi gerçekti 7/169. Nasıl olsa bağılşanacağız cehennemde biraz yandıktan sonra çıkıp cennete gideceğiz. Sayılı günlerde ateş bize do-kunmaz, ne kadar günahkar olsakta peygamber bize şefaat eder gibi kitapla çelişen Emevi’nin kutsal peygamber sertifi-kalı uydurmaları,

 

Cem evinin de işlevsel kitabi pratiğinin yö-nünü duygusal soy ağacı çizgisinden hareketle, bir semavi de-ğil, semahi kısır döngüye bıraktığı acı bir gerçekti, kitaba ve keskin uyarılarına rağmen. 6/153,7/3)

Çeşit çeşit hak yol (mez-hep) diye ifade edilen çizgiler belirdi bu parti (hizip) liderleri yan tanrı sıfatlı, ünvanlarıyla “Maliki, Şafi, Hanefi, vb.” gibi.

 

Gözünü açan İslam aleminin yeni doğan çocuklarına bu isimler ve yollar dayatırcasına tanıtıldı ve sev-dirildi.

Rağmen öğretilen bu öğretilerden sonra Kutsal kitabı-mızda ilk emir olan Oku emrini yerine getirmekle mükellef olan O kullara, okullarda Allah ve nübüvvet üyeleri yerine, yukarıda zikredilen mezkur kullar ve o kulların koyduğu prensipler ve kurallar kitaba rağmen 7/3 tanıtıldı ve okutuldu.

Sonuç malum.

 

Bu insanların yüzünden Allah’ın hür doğan ve hür yaşama hakkı olan kulları Alemlerin rabbi olan Allah’ı ve onun gönderdiği kitabı ve kitabın tebliğcisi olan nebileri ve son Nebi Muhammedi ve onun samimi taküpçilerini tanımadılar ve tanıyamadılar.

Dolayı-sıyla kitabi temel evrensel prensipleri gereği gibi değerlendiremediler.

Mevcut durum bu doğal olma-yan yapılanmanın yanlı ve yanlış sonuçlandır.

Sonucu değer-lendirip potansiyel suçlu aramak yerine, sebepler üzerinde durmanın gerekliliğine inananların en önde gelenlerinden birisi de Kuşkusuz yazımın konusu olan Güzel İnsan Ercüment ÖZKAN’dı.

Bir gün kendisini Adana’ya davet ettim.

 

Sağ olsun geldiler bu konuda son derece sa-mimiydi ve duyarlıydı.

Davetlere tüm güçlüklere karşı icabet ederdi. Buradan da Mersin’e gidip bir düğünde konuşma ya-pacaktı. Kardeşim Nizami, ben ve Ercüment bey birlikte Mer-sin’e hareket ettik. Konuşmanın yapılmasına bir gün vardı.

Ancak düğün merasimi başlamıştı.

 

Bizi şu an evi ve ev sahi-bini tanımadığımız ancak yüzde sekseni Refah partili olan bir mekana götürdüler.

Ercüment bey canı ve hayatı pahasına da olsa sözü esirgemezdi.

Bu durumuna onu tanıyan herkes şa-hitlik eder.

Hatta muhalifleri bile.

 

Kaypaklığı sevmez, ikiyüz-lülüğe pirim vermezdi.

Makam, mevki, rütbe onu gerçekleri söylemeden alıkoymaz ve alıkoyamazdı.

Son derece nazik, babacan ve efendi bir insandı.

Ancak gerçekleri anlatmada bir aslan kesilirdi.

 

Onu kontrol etmek imkansızdı, o konuşurken her an her şey olabilirdi.

Ve nitekim burada da olan oldu Re-fah liderinin düşüncelerine ve müntesiplerine çok ağır eleştiride bulundu.

Or-talık savunma ve tepki cevaplarıyla tam bir curcunaya dön-müşken; haremlik bölümünden bir hanımefendi Ercüment beyi hanımlar bölümünden çağırdıklarını söyledi. “Bu satırla-rın yazarının böyle uydurma bir haremlik selamlık anlayışıy-la uzaktan yakından bir alakası yoktur, dünya insanlık ailesi-nin tamamına kapımız sonuna kadar açıktır.

 

Hele, hele mümin Müslüman kardeşlerimize, sadece evimiz değil, gönül hiltonlarımızda sonuna kadar açıktır.

Neden mi?

Mümin kardeşle-rimden en küçük bir kuşkudan Allah’a sığınırım. Bu kitabi anlamda Müslüman olmanın temel şartıdır. (Bakınız: 49/15)”

Bu duygular içinde tekrar konuya dönüyorum.

 

Ercüment bey ha-nımlar bölümüne gittiğinde, bende bu fırsattan istifade ede-rek, düğün sahibiyle müşterek dostumuz ve dostluğumuz olan Aslen doğu Anadolulu olup, uzun yıllar Mersin’de ikamet et-mekte olan, çevrede bir hayli itibarlı, saygın ve efendiliğiyle biraz da külhanbeyliliğiyle tanınan bir ağabeye telefon açarak gelmesini söyledim.

Hemen arabasına atlayıp geldi.

 

Ercü-ment bey hanımlar bölümünde bir saatten biraz daha fazla kaldıktan sonra nihayet bizim bölüme geldi. Biraz içgilli, kır-gın, biraz da kızgındı. Tabi kendisini ben davet etmiştim. Si-temine hazırdım.

 

Dedi ki hanımlara güzel güzel konuşurken, tamda konuya trans olmuşken, yaşlı bir hanımefendi, “Ülen oğlum şu suratına bak, gara aptal gibisin yüzünde hiç nur, meymenet yok. Birde Allah’tan, kitaptan, peygamberden bah-sediyorsun utanmadan.”

Bende dedim ki; bire anam Zongul-dak maden ocaklarında çalışan işçi yurttaşlarımız gibi, alnı-mın tam ortasına bir lambamı takayım yüzümü ışıtması ve be-ni parlak göstermesi için.

Bende böyle bir kulum, rabbim be-ni de böyle yaratmış.

 

Bu esprili konuşmadan sonra Halit bey-le tanıştılar ve o gece Ağa beyde kalmaya karar verildi.

Ağa bey çok konuşmayı sevmeyen, az ve öz konuşan kitabi an-lamda çok fazla bir birikimi yok, ancak hayat mektebinin ba-şarılı öğrencilerinden birisi. Bize, misafirlerine onca adamla-rı, yakınları olmasına rağmen, kendi elleriyle yoğurarak bir çiğköfte ikramında bulundular.

 

Yakın zamanda tanış-mış olmalarına rağmen Ercüment beyle birbirlerini çok sevdi-ler.

Samimi bir kaynaşma oldu. Geç vakitlere kadar sohbet devam etti ve uyuduk ve uyandık. Herkes yorgun ve Ercü-ment bey daha da yorgun. Sabah kahvaltısından sonra Ağa be-yin inşaatı yeni bitmiş. İşyerine doğru yola koyulduk.

Tüm yorgunluğuna ve de rahatsızlığına rağmen, Ağa beyin inşaatı gezelim teklifini büyük bir iştiyak görüntüsü içinde kabul eden Ercüment Özkan bey Ağa bey ve ben, rağmen yedi se-kiz katlı inşaatın tepesine çıktık indik.

Yazıhanede oturuyoruz çaylar ikilendi ve sohbet koyulaştı.

 

Ağa Bey, Ercüment beye bir çek koçanı uzattı, dergiye mütevazı bir yardımımız olsun kaç lira yazarsan yaz diye.

Konuyu paranteze alarak şunu be-lirteyim o an ikimizin de ekonomik durumumuz bir hayli zayıftı ve hatta Adana- Mersin yol paralarımızı kardeşim Nizami MERT vermişti.

 

Ercüment Bey, yüz hatlarında jest ve mimiklerinde, en küçük bir değişiklik olmadan, samimiyetin bütün içtenliğiyle, şöyle de-di: “Sağ ol bizi tanı ihtiyacımız olursa sana çekinmeden söyle-riz. Teşekkür ederim. Seni dergiye abone yapalım.”  ve yaptı abone ücretini de almadı.

 

Ağa abi ısrarlı mutlaka bir şey verecek bir yazlık ev teklifinde bulundu mülküyle ve tapusuy-la birlikte, Ağabey kararlıydı mutlaka bir şeyler vermek arzu-sundaydı.

Sonunda Ercüment bey ısrarlı yalvarmalarına daya-namadı Ağa beyin, bir yaz döneminde, ailecek bir aylık tatil sözüyle teskin etti.

Sevgili dostum merhum Ercüment beyin bu nevi şahsına mahsus İNSANCA VE MÜSLÜMANCA telakki ettiğim örnek davranışlarını, her şeyin alt üst olduğu, ölçülerin değiştiği her şeyin dejenere olduğu böyle bir dünyada tekrar tekrar anlatmak istiyorum artık bir kere değil binlerce defa…..

Aynı seyahatte periyodik sohbetlerden birinde, bir ülkenin devlet başkanına “ibne” dedim.

Kaşlarını çattı yüz hatları değişti, son derece ciddi ve sert bir üslupla: “Oğlum Yüksel dedi beraber mi oldunuz?

-Yok abi.       

-Pekala tanıyor musun?

-Medyadan tanıyo-rum. Ama abi, insanlığa özellikle Müslümanlara yaptığı zu-lüm ortada, görmüyor musun? Dedi ki: “Ne olursa olsun hiç bir insana hiç bir şekilde küfür ve hakaret yapamazsın, yapmamalısın…

Üstelik iddianı ispatlayamaman halinde ömür boyu müfteri ilan edilirsin.

Şahitliğin kabul edilmez” dedi ve de ekledi “Bundan böyle birlikteliğinizde böyle bir hatanı tespit etmem halinde dostluğumuz biter” tehdidiyle de eleştirisini tamamladı.

Konu bir hakkın ve haklının tespit edilmesi ise Er-cüment Özkan beyin tavrı buydu.

Ölünceye kadarda bu güzel tavrım sürdürdü.

 

Ne medyatiklerin vizyonu onu değiştirdi.

Ne de Türkiye’nin başkentinin yoğun sirkülasyonunun med cezir-leri ona etki edebildi.

O konuşulmanın yasak olduğu bir dö-nemde de, olmadığı dönemlerde de hak bildiği şeyleri en kü-çük bir taviz dahi vermeden yazdı, konuştu, yaşadı...

Kendisi-ni hiç bir zaman, konuya sahneye, seyirciye göre değiştirme-di.

Ölünceye kadar dikbaşlı değil, başı dik, dimdik yaşadı.

Bu örnek sünneti (yaşamı) İktibas dergisiyle dalga dalga yayıldı Türkiye sathına.

İnanç ailelerinin gönlünde bir taht kurdu ya-şantısıyla.

 

Türkiye’nin doğusundan batısına güneyinden ku-zeyine, Allah rızası için uzun yürüyüşünü bıkmadan usanma-dan sürdürdü.

Bu tebliğ ve irşat seyahatlerinin en sonuncusu-nu Adana’ya Çukurova’ya yapmıştı.

Çukurova’nın sıcak, sımsıcak insanlarının sıcaklığından pek hoşnut olmuştu anlaşılan ki, bir daha dönmedi soğuk bölgelere dönemedi…

Derdi ki “bu dünyâda insan Allah’a kul değilse gereği gibi bir bedeli var-dır” Evet değişen ve gelişen dünyada her insanın bir bedeli vardı, ödenir satın alınırdı.

 

Çoğu gizli servis elemanlarının köstebek çıkması, en güzel ajan kullanıldığını bilmeyen ajandır esprisince kuşkusuz. İyi niyet, hasbilik, samimilik yeterli değildi.

Kur’an-i bilgi, bilinç, şuur, feraset ve temel gerekliydi.

Aksi halde bedeli şöyle veya böyle ödenir satın alınabilirdi insanlar.

Ama Müslüman insanın bedeli de cennetti. 9/111. Olup bitmiş bir alış verişti bu.

Çünkü onun rabbi sahibi, efendisi yenilerin ifa-desiyle patronu “Her şeyin yaratıcısı ve yöneticisi Rahman Rahim Allah (c.c.) idi. Can ve mal karşılığında cenneti yaz-mıştı ona. Onun dışında dünyevi, en görkemli saraylar, villa-lar, hatta trilyonlar, septilyonlar ona bedel olamazdı.

 

Çünkü o bunların ötesinde üstünde bir değere sahipti.

Kendisinin ha-ricinde her şey onun hizmetine yaratılmış ve emrine verilmiş-ti.

İşte böyle örnek bir hayatı hayat haline getiren, resullere varis olma misyonunun sorumluluk ve bilincinde olan, hak yolunda söylenmesi ve yazılması gerekenleri peygamberi bir düsturize içinde, apaçık erkekçe ve mertçe anlatan (5/67)

Haya-tın bütün rizikolarına rağmen, müstakim yolda yürümenin alternatifsizliğini bir ömür boyu, dost ve düşmanın şehadetiyle şahsında kristalleştiren Ercüment ÖZKAN beyi rahmetle anı-yorum.

Rabbimizin rahmetinin ve şefaatinin kendisiyle olması temenni ve duasıyla..

Etiketler : , , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank