Bir Film ve Oyun Teorisi
Uzandığım yerde uyuya kalmıştım. Bu son zamanlarda sık sık olmaya başladı bu. Ve gece herkes yatarken ben uyanıyorum. Dön sağa, dön sola.. Yok Allah yok.. Beyinde bir ton soru, bir dizi yapılacaklar listesi.. Bazı meslekler maalesef böyle, eve fiziken iş getirmiyorsunuz güya ama kafanızda zaten getiriyorsunuz. Kalktım.
Televizyonda izleyemediğim “tekrar” programlarını araştırırken, bir filme takıldım. Nobel ödüllü şizofren iktisatçı John Forbes Nash’ın hayatını konu alan bir filmdi. John’nun müthiş bir matematik zekâsı vardır ve iktisat üzerine bir tez çalışması yapmaktadır. John herkesin kabullerinin aksine bir şey yapmak istiyor gençliğinde bitirme ödevi olarak. Ama uzun süre gecikir seçtiği konuyu hocasına sunmakta. Hocası, bu zekâdan beklemediği bu gecikme nedeniyle John’u sıkıştırır. John birkaç hafta sonra tezini hocasına açar. Tezini matematik formülleriyle de delillendirmiştir. Gece yarısı uyanıklığı ile aklımda kaldığı kadarıyla, John, Adam Smith’in rekabetçi iktisat teorisini tersine çevirmek istiyordu: Bireyler birbirleriyle rekabet edeceklerine uyum içinde olurlarsa (işbirliği) elde edilecek ortak faydadan/kazançtan birey olarak da daha azami fayda sağlayabilirler. Hocası John’un hipotezini (Oyun Kuramı*) okuyunca etkilenir, bu Adam Smith teorisini (dönemin merkantilist anlayışına karşı serbest ticareti savunan Ulusların Zenginliği eseri. a.s.) tersine çevirmek demektir, der. Mealen anladığım buydu.
Bu teoriye yakın bir söylemi ben ilk defa Asaf Savaş Akad hocanın İktisadi Büyüme dersinde, dersin sıkıcılığından bir an uzaklaştıran genel sohbeti sırasında duymuştum. Asaf Hoca, insanlar ben hem ben için, ben hem herkes için ikilemini çözebilirse, birçok sorunun çözümü kolaylaşır, demişti. Ve eklemişti, bu o kadar da kolay değil.
Buna benzer bir yaklaşımı da Burhan Şenatalar hocanın Kamu Maliyesi dersinden hatırlıyorum: Sosyal Fayda.. Özel ve Kamu Mallarının dışsallık özelliği ile ilgili bir kavramdı (Örneğin özel meyve bahçesi veya belediye parkı gibi.) Bu malların faydası talebe göre bölünemiyor, kimin ne kadar fayda elde ettiği hesaplanamıyor, dolayısıyla fiyatlandırılamıyordu. Ama bireylerin refahına katkısı vardı.
1980’lerden sonra bu kavramları literatürün (akademik çalışmaların) dışında pek fazla telaffuz eden olmadı sanırım. Varsa yoksa bireysel fayda, rekabetçilik, inovasyon, kişisel gelişim, satış teknikleri, marka tüketimi vs. Bakıyoruz etrafımıza, tüketim arttı, istediğimiz bir mal veya hizmete kolay kredilendirme sistemiyle ulaşmak kolaylaştı. 25 yıl önce hayalini kuramadığımız lüks sayılan şeyler bugün günlük yaşama girdi. Ama, şairin dediği gibi (Can Yücel), “Hayatından memnun olan (da) yok!..” Bireysel faydanın bireysel maliyetinin arttığı (çevre sorunları, hormonlu gıdalar) bir dünyada sosyal fayda alanları daralıp, sosyal maliyet artık görünür bir şekilde hayatımıza girerken tüketmek metalaşıyor ve tüketim mutluluğunun/hazzının yerini almaya başlıyor. Bunu da en iyi metropol insanları hissediyor galiba ve buna çözüm bulamıyor. Misal otomobilin sahibi olmanın özel faydası bazen trafik sorununun sosyal maliyetinin altında inim inim inliyor. Bu sorunları yukarıdaki kavramlar yerine işbirliği-işbölümü eksenli sosyal faydacı yaklaşımlarla çözmek gerekecek galiba.. Gidişat onu gösteriyor. Yani dünya ve Türkiye yeni bir konjonktüre doğru evriliyor. Ve bu süreci kimileri seyrederken kimileri de müdahil olacak ve sosyal faydadan daha fazla pay alacak.
Bir gece yarısı uykunun kaçırılması bu yazının doğumuna neden oldu. Peki bana faydası oldu mu? Olmak zorunda değil ki.. Ben zaten mutluyum!
(*John Nash’ın Oyun Teorisi basit şekilde şöyle özetleniyor: Oyuncuların hepsi aynı hedefe yönlenirse, bu oyuncuların elde etme olasılıklarını azaltacak; farklı hedeflere yönelim ise arttıracaktır. Özellikle ekonomide ve oligopol piyasalarda geçerlidir.
Şu iki özel durumda uygulanabilecek bir kuramsal çözümlemedir:
-Bir oyuncunun elde ettiği kazancın diğerinin (veya diğerlerinin) kaybını oluşturduğu mutlak çelişki durumu.