Bir Dostun Ö(Ü)zgün Duruşu!
İslam dininin vazettiği ilkeler bütününün hâsılasından çıkacak olan sonuç kuşkusuz ki “mekarim-i ahlak”tır. Güzel ahlak olarak da ifade edilen bu meziyetin oluşması, kendisi de “büyük bir ahlak” üzere olan Peygamber Efendimiz tarafından “Ben güzel ahlakı (mekarim-i ahlak) tamamlamak üzere gönderildim” şeklinde ifade buyrulmuştur.
Mehasin-i ahlak da diyebileceğimiz faziletler bütünü, hiçbir şarta bağlı olmadan Müslüman bir şahsiyette kristalleşmesi gereken meziyetlerdir. Kaynağını bizatihi Kur’an’ı Mübiyn’den alan, bir diğer adı da “ahlak-ı hasene” olan bu meziyetler, savaşta da barışta da, seferde de, hazarda da, her şartta Müslüman’ı Müslüman kılan meziyetlerdir. Hele bu faziletleri belirli şartlara ve süreçlere bağlı arızi birer unsur olarak görmek ise, Müslüman’a yakışan bir tutum değildir. Bu sebeple “güzel ahlak” ilk planda ferdin ahlakı olarak tecessüm etmelidir ki aile, cemiyet ve millet ahlakı da oluşabilsin. Hatta bu mihver etrafında yine kaynağını bizatihi dinden alan “adab-ı muaşeret” yani “edeb” kaideleri de kâmilen tecessüm edebilsin.
Müslüman coğrafyaların son iki asırdır Batı dünyası ile olan mücadele etme biçiminde kendini gösteren gayr-i ahlaki tutumlar hazindir ki Batılı terminoloji ile mücadele ederken, bünyemize dâhil ettiğimiz bazı kavramlaştırmaların etkisi ile oluşmuştur, denilse yeridir. Özellikle siyasal zeminden beslenen günümüz Müslümanlarının ahlaki davranış biçiminde gözle görülebilen bir sapmadan bahsetmek dahi mümkündür. Fert bazında ahlakını (hatta ahlaksızlık da diyebileceğimiz ahlakını!) bu şekilde tayin eden bir şahsın, aile, cemiyet ve millet nokta-i nazarında da aynı ahlaksızlığı devam ettireceği/ettirecekleri de muhakkaktır. O halde ahlakın zemin değiştirmesine imkân hazırlayan düşünüş biçimimizi ve süreçleri yeniden gözden geçirmek ve bizi biz yapan en belirgin vasfımız olan “mehasin-i ahlak”ı yeniden talim etmek zorundayız.
Mekarim-i ahlak, Kur’an’da ilk sure-i celileden son inzal olan sure-i celileye kadar vazedilen ilkeler ile bu ilkelerin üzerine bina edildiği ana kavramlardan mürekkep bir ahlaktır.
İlk sure-i celile olan “İkra” suresinin ilk beş ayet-i kerimesi ile takip eden ayetlerden secdenin emredildiği ayet-i kerimeye kadar olan anlatım dikkate alındığında; Yaratan, terbiye eden Allah’ın (c.c.) adı ile insanlara okumak, insanlara duyurmak ve davet etmekten, bu Rabbin karşılıksız kereminden, insana bilmediklerini öğrettiğinden bahsedilir. İlk planda Müslüman’dan istenen ahlaki meziyet kendini bilmesi, haddini bilmesi ve kerem sahibini takdir etmesidir. Bu ayetlere insanın kendini kendine yeterli görmek suretiyle azgınlaşacağı da ilave edildiğinde, Müslüman fertten istenen ahlaki faziletler; had bilmek (sınır tanımak) haddini bilmek (cirmi kadar yer tutuğunu kavramak) en geniş, sınırsız ikram sahibi Allah’ın (c.c.) keremi karşısında, nail oldukları ile en azından ikramda bulunmak ve en nihayetinde ruhen ve bedenen “fakr” sahibi olduğunu idrak etmektir. Takip eden ayetleri de bu minval üzere tefsir etmek hiç kuşkusuz ki ahlakı en büyük fazilet olarak Müslümanlığın mihverine yerleştirmekle mümkündür.
Dikkat edilirse Allah’ın (c.c) insana tenezzül buyurarak inzal ettiği en büyük nimet olan vahy, insanı saydığımız ve daha saymadığımız ahlakın temel prensipleri olan faziletlerle donatarak, Seyyid Ahmet Hüsamettin’in üzerinde durduğu “Kur’an’ın insanın ruhunda oluşturduğu yükselişe (uruç)” davet etmektedir. (Mezahir’ul Vücud) İlahi tenezzüle itibar etmek, bu faziletlere tenezzül etmekle mümkün hale gelmektedir. Yaratılışı tağyir etmemek de ahlakı korumakla mümkündür. Ahlakını muhafaza edemeyen, ahlakı muallâkta bırakan her fert, farkında olmadan başka bir ahlakı kuşanmıştır. Kuşanılan ile muallâkta bırakılan ahlak arasındaki kavis büyüdüğünde ise, artık ahlaktan bahsetmek mümkün değildir. Belki burada üstadın da dediği gibi “Artık moral, etik, edeb, toplumsal davranışlar…” söz konusu edilebilir. Bugün yaşanan da bu ıstıraptır. Ahlak-ı hamide’den mahrum olmak aynı zamanda “hamd” makamından da mahrum olmaktır.
Yukarıda kısaca ifade etmeye çalıştığım şekli ile günümüz Müslümanlarının ülkemizdeki sosyo-politik süreçlerden dolayı kazandığı yeni ahlak hazindir ki İslam’ı taşımaktan mahrum bir ahlaktır. İslami camianın bazı gazeteleri, dergileri, dergâhları, kursları vb. siyasal rejimin reflekslerini öylesine merkeze almış ki “mekarim-i ahlak” ile bu ahlakın tecessüm eden numune-i imtisali olan Efendimiz’in (sav) ahlakı bu merkezlerde söz konusu dahi edilemeyecek derekededir. Bu derekenin derece olabilmesi için her zamanda, her zeminde ahlakın insanı güzelleştiren ilkeleri olan kerem, cömertlik, şecaat, teenni, edeb, tevazu vb. sıfatların hayatımızda görünür olması gerekmektedir. Bu görünürlük hiç kuşkusuz ki öncelikle kişinin vicdanında, kalbinde baş olmalıdır. Bu unsurlarda görünmeyen sadece toplumsal zeminlerde bize sıfat olan bu zahiri faziletler, zımnında rezilettir ve hatta mürailiktir.
Ahlak-ı hasene Müslümanların yitiğidir. Mekarim-i ahlak Müslümanların cevheridir. Cevherini yitiren Müslümanların etik ile adab ile toplumsal kurallar bütünü de denilen yeni kavramlaştırmalar etrafında araz olarak dönüp dolaşmaları da tesadüf olmasa gerek. Modern dünya gerçekten saf ahlaka, saf ahlakın ürettiği safiyane kalplere ve halisane amellere, toplumsal şahitliklere öylesine muhtaç ki bunu görmek durumundayız. Mevcut siyasal iktidarın derinleştirdiği yeni yaşam biçiminde ahlak en başat unsur olarak tecessüm etmedikçe, hepimizi kuşatan fitnelerden, musibetlerden ferden ferda kurtulmak da mümkün gözükmüyor. Bu vesile ile bazı ortamlarda bu tarz açıklamalar yaptığımızda “Sizin projeniz ne, onu anlayamadık! Nihayetinde ahlaklı, dürüst birer vatandaş tipi arzuluyorsunuz!” şeklinde ilginç bir yargıda bulunan dostlara söylemek isteriz ki ahlakın isyanı, toplumsal başkaldırılardan veya sözüm ona “eylemlilikten” daha anlamlı ve daha derindir. Ahlakı isyan etmeyen bir ferdin sosyal zeminlerde sarf ettiği ahlaki ilkeler de vicdanlarda makes bulmamaktadır.
Not: Şu Anda Adana Acı Badem Hastanesinde Yatmakta olan değerli dostum, İstanbulu’un yoğun sirkülasyonunun, med-cezirlerinin bozmadığı, bozamadığı Koca ÇINAR, DAVUT ÖZGÜL kardeşime ait olan bu yazıyı O’nun anılması ve O’na DUA edilmesi adına ‘ÖZGÜN DURUŞ’ sitesinden aynen iktibas ettim… Dualarımız seninle..Daha yapılacak çok işimiz var. Allah Yar ve yardımcın olsun… (BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN)