Bir Bir Gidiyor Sevgililer Gözleri Yaşlı
Son bir ay içinde Türk Musikisi birbiri ardına üç değerli sanatçısını kaybetti. Udi Kemal Gediz ve tanburi Özcan Korkut’ un ardından Türk Musikisinin en önemli seslerinden biri olan Perihan Altındağ Sözeri de 7 Nisan 2008 sabahı evinde Hakkın rahmetine kavuştu. Musikimizde günümüze kadar pek çok ses sanatçısı gelmiş geçmiştir. Bunlar içinde meselâ Mediha Demirkıran, Muallâ Gökçay, Muallâ Mukadder, Sabite Tur Gülerman, Radife Erten, Müzehher Güyer, Sevim Deran… gibi başka bir âleme uğurladıklarımız yanında, bugün hayatta olan ve sağlıklı nice uzun ömürler dilediğimiz Semahat Özdenses, Tülûn Korman, Nesrin Sipahi, Şükran Özer, Behiye Aksoy, Meral Uğurlu, İnci Çayırlı… gibi unutulmayacak yorumcularımız var, ama Perihan Altındağ Sözeri, Safiye Ayla, Müzeyyen Senar ve Hamiyet Yüceses’ ile beraber Türk Musikisinin kadın seslerinin ‘kare aslarından’ biridir.
1922 yılında doğan Perihan Hanım, çok küçük yaşlarda müziğe ilgi duymuş ve sesinin güzelliği ile dikkat çekmiştir. Türk halk Musikisinin önde gelen seslerinden Neriman Altındağ Tüfekçi’ nin de ablasıdır.
‘Şu dağlar ulu dağlar’ isimli ilk plağını daha ilkokulda iken Sahibinin Sesi firmasına doldurmuştur. O dönemde ünlü kanuni bestekar Artaki Candan firmanın prodüktörüdür.
Sanatçı, Türk Kadınlar Birliği’nin “Cumhuriyete Kendi Alanında Emeği Geçmiş Gururumuz Kadınlarımız” Ödülü’ nün sunumu sırasında dağıtılan kitapçıkta Sahibinin Sesi plak şirketi müzik şefi ünlü bestekâr Artaki Candan’ la karşılaşmasını şu sözlerle anlatıyor:
"Artaki Candan’ın odasına girip karşısına sıralandığımız zaman teyzem elindeki kartı kendisine verdi. Hiç unutmam kartı okuduktan sonra anneme ve teyzeme sıra ile baktıktan sonra "hanginizsiniz efendim" diye sordu. Bahsedilenin bu küçücük zayıf kızın olabileceğini hiç düşünmemişti. Tasrih edilince gözlüklerinin üzerinden hayretle beni bir iyi tetkik etti. "Ya, gel bakalım küçük hanım" dedi. Artaki Candan’a (toprağı bol olsun) ; "Yalnız bırakıp gitme bu akşam’ı okudum. Dirseklerini masaya avuçlarını şakaklarına dayamış sessiz dinliyordu. Şarkı bittiğinde masaya damlayan gözyaşlarını gördüm.
Kalktı, yanıma geldi ve alnımdan öptü. Israrla gözlerimin içine bakarak "Bir gün memleketin büyük yıldızı olacaksın hiçbir zaman ümitsizliğe kapılma. İstikbal senindir kızım" diye zile bastı, gelen memurla Ermenice bir şeyler konuştu. Biraz sonra önümüzde iki nüsha olarak mukavele duruyordu. Sahibinin Sesi şirketi hesabına on plak dolduracaktım ve plak başına 25 lira olmak üzere 250 lira alacaktım. Parayı teyzeme teslim ettiler. Bizi Teşyi için merdiven başına geldi. Biz aşağı inmeye başladığımız sıra Safiye Ayla ile karşı karşıya geldik."
1938 senesinde Ankara radyosunun açtığı imtihanı 1000 kişi içinde birincilikle kazanır. O sıralarda henüz ortaokul ikinci sınıf öğrencisidir ve yaşı radyo sanatçısı olmak için çok küçüktür. Asker olan babası da onun radyoya girmesine karşı çıkmaktadır. Bu güçlükler babasının arkadaşı olan Veli Kanık sayesinde alt edilir; çıkarılan özel bir izinle stajyer olarak radyoya girer.
Perihan Hanım, Radi Dikici’ nin ‘Cumhuriyetin Divası Müzeyyen Senar’ isimli biyografik eserde o günleri şu sözlerle anlatır:
‘’O sırada ortaokul birinci sınıftaydım. Beni radyoya, aile dostumuz; Orhan Veli’ nin babası, aynı zamanda bestekar Veli Kanık götürmüştü. Bir tek şarkı biliyordum. Safiye Ayla veya Müzeyyen Senar’ ın taş plağından öğrendiğim Sadettin Kaynak’ ın ‘Hazan ile geçti gülşen-i büstan’ İmtihanı kazandıktan sonra da bir mikrofon deneyi yapıldı. Onda da başarılı oldum. Ancak yaşım o kadar küçüktü ki, kadrolu sançtı olmam mümkün değildi. Diğer taraftan da eğitim görmem gerektiği kanısına varıldı. Böylece hayatımda yeni bir sayfa açıldı.’’
19 yaşında Emin Sözeri ile evlenir; iki çocuğu olur.
Perihan Altındağ, Artaki Candan dışında Mesut Cemil, Nuri Halil Poyraz, Cevdet Kozinoğlu ve Refik Fersan gibi dönemin büyük hocalarından ders alır.
İsmi ilk olarak 1939 yılında Sadettin Kaynak ile çıktığı bir radyo programında duyulur. 1947 yılında İstanbul’ a gelir ve İstanbul Radyosu’nun faaliyete geçmesiyle orada görev alır ve 60’ lı yıllara kadar da çalışır. 1949’ da Kristal Gazinosu’nda başlayan sahne hayatı, kendi adını taşıyan ve sonraki yıllarda Kazablanka adını alacak olan Perihan Gazinosu’nda ve Tepebaşı, Küçük Çiftlik, Turkuaz, Kristal, Belvü gazinolarında 1978 yılına kadar devam eder.
1951 yılında senaryosunu Nazım Hikmet’ in yazdığı ‘III. Selim’ in Gözdesi’ adlı filmde de Münir Nurettin ile birlikte baş rolde yer alır.
Müzeyyen Senar da Perihan Hanım’ ı şu sözlerle anlatıyor:
‘’ Biraz sonra da Perihan Altındağ geldi. Yaşı gereği halen radyonun kadrolu sanatçısı değildi, ama bazı programlara stajyer olarak katılmakta olduğunu söyledi. Bir yıl içinde bayağı serpilmişti. Hala incecikti, kumral dalgalı saçlarıyla daha bir güzelleşmişti. Saatlerce oturup sohbet ettik.’’
BİR GÜN NE OLUR GEL BENİ BUSENLE SEVİNDİR
Ben Perihan Hanım’ ı en son bundan 3-4 sene önce Zeki Çetin’ in Şato Pınar isimli gazinosunda görmüş ve dinlemiştim. 80 yaşlarında, hâlâ çok güzeldi; kelimenin tam anlamıyla kibar bir İstanbul hanımefendisi idi. Sesi de hâlâ pırıl pırıl ve parlaktı. ‘Sen benim dişi olanımsın’ diyen Münir Nurettin son derecede haklıydı. Ricaları kırmayarak şimdi hatırlayamadığım bir şarkı okumuştu. Ben onu hep o iki uşşak şarkı ile hatırlayacağım. Rakım Elkutlu’ nun ‘Bir gün ne olur gel beni busenle sevindir’ ve Suphi Ziya Bey’ in "Gücendi biraz sözlerime münfail oldu’ şarkıları ile.
GEL GİTME KADIN
Sözlerimi www.uludagsözlük.com sitesinde bir musikişinasın Perihan Altındağ için yazdıkları ile bağlamak istiyorum:
’İstanbul’ un henüz birbirinden ayrı dünyalar halinde yaşayan zevk ve kültür iklimleriyle parçalanmadığı günlere gidiyoruz; caddelerinde ağır ve kalantor Amerikan arabalarının azametli görüntüsünden utanır gibi tenha ve mahcup seyrettiği, balıkçı kahvesindeki gramofonla en şatafatlı gazinolarda aynı şeyleri terennüm eden nağmelerin uçuştuğu, Boğaz balıklarının bir ekmek fiyatına fukara sofralarını bile teşrif edebildiği bir İstanbul için kapatın gözlerinizi.
İstanbul şivesi denilen ve bende nedense hep Hacı Bekir’in limonlu
akidesinin damakta bıraktığı lezzeti hatırlatan bir akıcılıkla cevelan eden Türkçe musikisinin yalılarda, berhanelerde, kahvede, iskelede, birbirinin hüsnünü seyretmekten usanç getirmeyen ızgaralı cumbalarda seslendirildiği İstanbul’ u düşünün: "Yol Ayrımı"nın, "Huzur"un, "ibiş’in Rüyası"nın, "Yalnızız" ın İstanbul’ unu bütün pastel tedaileriyle zihninize çağırın.
Ve pikaba bir "Perihan Hanım" plağı yerleştirerek içinde benliğinizi.
misafir ettiğiniz kaşanenin bütün pencerelerini kemal-i edeb ve huşu ile sıkı sıkıya kapatın.
İşbu yazı Perihan Hanım’a dairdir; Türk musikisini kendinden.
öncekileri kıskandıracak ve haleflerini solgun bırakacak derecede yüksek bir beyin ve hançere zenginliği ile teganni eden o büyük sanatkarın, Perihan Altındağ Sözeri Hanımefendi’nin huzurundayız şimdi. Gramofonun iğne hışırtısını tez zamanda hükümsüz bırakan kısa bir taksimi müteakip Suphi Ziya Bey’in muhayyer makamındaki "Titrer yüreğim her ne zaman yadıma gelsen" sözleriyle başlayan o nefis eserin Perihan Hanım’ın beyin çeperlerinde nasıl tannan ve leziz akislere dönüştüğünü seyredin; "Biz böyleliğin görmemişiz fasl-ı baharın" mısraında hayretini dile getiren şaire hak vereceksiniz. Felek, kadın sesiyle bir böyle terennüme henüz ikinci defa şahit olmamıştır; emin olunuz.
Sonra Hüseyin Mayadağ’ın hicaz diliyle dünyaya getirdiği "Söyle derdini kaç yıl çekecek bu dertli başım", Udi İbrahim Efendi’nin "Sevmediklerinle gönül avutma", Selâhattin Pınar’ın "Yalnız benim ol el yüzüne bakma sakın sen" isimli ateşparelerine uzatın elinizi. Endişeye mahâl yoktur; yakmayacaktır. Uhrevi dikkatler çağrıştırmasa da "deni dünya" diye aşağılayıp durduğumuz geçici hayatın bile henüz tanıyamadığımız ve hatta farkına bile varmadığımız nice buruk lezzetlerinden haber verecektir. Fani dünyayı üç talakla boşamadan önce, onun peçesini bile kaldırmayı ihmal edenlerin dramı, bütün ipuçlarıyla bu hengamededir. Perihan Hanım, yirminci yüzyılın Türk mûsikîsi icrasında ibraz ettiği kalite ile kendi yalnızlığını inşa etmiş bir fenomendir.
Onu, bu devrin şöhretleriyle mukayeseye kalkışarak "nereden nereye geldik" demek densizliğine düşmeyeceğim; elması akikle karşılaştırmak abesinden kaçınacağım; sadece şu kadar: O, bugün dahi gerçek aristokratlara yaraşır bir zarafetle taşıdığı hanımefendi şahsiyeti, mihenk kabul etmez ses kumaşı, ancak beyinde rafine edilebilen yorum kabiliyeti ve bütün vasıflarını gümüş bir broş gibi ikmal eden sade güzelliği ile sanat dünyamızdan nadiren gelip geçen gerçek bir değerdir.
Türk mûsikîsi, manidar bir kitle halinde varoluşumuzu seslerin dünyasında idrak edebildiğimiz bir şuur sahnidir ve vasatı dinleyici için bu mûsikînin derinliklerini fark edebilmek, ancak büyük çaplı icra ve icracılarla tanışmakla mümkündür. Perihan Hanım, kendi gök kubbesini ses şehrayinleriyle parıltılara gark ettikten sonra inziva köşesinde dinleniyor şimdi; benliğini misafir ettiği kâşanenin bütün pencerelerini harice sımsıkı kapatarak; zihinde İstanbul’un henüz saadetli devirlerinden suretler gösteren hatıralar ve dudağıyla kalbi arasında gezdirip durduğu kürdili hicazkâr bir Selâhattin Pınar bestesiyle: "Gel gitme kadın, ruhumu hicranına yakma".