content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

08 Kas

Bir Anı ve Barış Süreci

Almanya’nı Frankfurt şehrinde yaşadığım 1999 senesiydi. Gölcük depreminin etkisi TC coğrafyasının sınırlarını aşmış, on binlerce insanın ölümünün acısı Avrupa’yı da sarmıştı. Aynı günlerde Abdullah Öcalan’ın önerisiyle de barış süreci başlatılmıştı.

Halen öyle midir bilemiyorum, ama o yıllarda Frankfurt politik konuların oldukça yoğun tartışıldığı, çeşitli politik grupların irili ufaklı etkinlikler düzenlediği bir şehirdi. Ayrıca,Hürriyet, Milliyet, Zaman, Sabah, Evrensel, Özgür Politika, Cumhuriyet vb. tüm Türkiyeli gazetelerin; Kanal-D, Kanal-7 gibi televizyonların merkezleri de bu şehirde bulunuyordu. Bu yayın kuruluşlarında çalışan, yöneticilik yapan, yazı yazan insanların tamamına yakını birbirini tanır, çalıştıkları gazeteler ne yazarsa yazsın,  bir yerlerde karşılaşınca, sohbet ederlerdi.

İçinde benim de olduğum, 10-15 kişilik bir politik arkadaş grubumuz vardı. Yılda birkaç kez çeşitli başlıklarda politik tartışma toplantıları düzenler, “dünyadan kopmamaya” çalışırdık. İki yakıcı olay aynı anda gündemimize girince, “Depremlerde Ölüm Kader mi” ve “Barışa Destek Ver” başlığı altında iki konuyu tartışmak üzere bir toplantı daha yapmaya karar vermiştik. Toplantılarımıza, yoğun olmasa da, bazı solcular da katılırdı, ama o günkü toplantımıza sadece, çoğunu tanımadığımız Kürtler gelmişti. Konuşmacılardan biri bendim, toplantı başladığında, bizim “mütevazı” sohbetimizin onlar için ne kadar önemli olduğunu fark etmeye başladım. On yıllardır savaşan insanlar, barışa hasret kalmışçasına katılıyorlardı tartışmalara. Deprem “unutulmuş” gibiydi. Sonraki günlerde öğrenmiştim, meğer tüm Avrupa’da, sadece bizim küçük arkadaş gurubumuz dışında, hiç kimse “barışa destek” toplantısı düzenlememiş. Toplantı bittiğinde, aramızda köklü bir dayanışma ve dostluk köprüsü kurulmuş, sonraki yıllarda hiç yıkılmamıştı. O günden bugüne “Barış süreci” üzerine kaç yazı yazdım, kaç konuşma yaptım bilmiyorum. “Umarım bu son yazım olur” demeyi de çok istiyor, ama olmayacağını da biliyorum.

15 yıl geçmiş aradan, öncekileri saymazsak, Öcalan’ın en önemli barış çağrısını yaptığı yıllarda 10 yaşındaki çocuk şimdi 25 yaşında. Kobane’de savaşçı mı, zindanda tutsak mı, dağda gerilla mı, sürgünde öfkeli bir dayanışmacı mı bilme şansımız yok.

Aynı 15 yılın son 12 yılının tek partili hükümet dönemi olduğunu, bu hükümet döneminde darbe hazırlıklarının sayısının bilinmediğini, adına Ergenekon denen derin devlet örgütlenmesinin ilk kez ayan beyan ortada görünmeye başladığını, dört yıl önce generallerin anayasasının oylandığı esnada halkın yüzde 60’ının darbelere ve darbecilere kırmızı kart gösterip, özgürlüklerden yana oy kullandığını, hafıza sorunu olmayan herkes hatırlar.

Hükümete barış görüşmeleri adımını attırma “cesaretini” bunun verdiğini de aklıselim herkes biliyor. Kürtler, belki de ilk kez, kimlikleri ve özgürlüklerinin kabul göreceği onurlu bir barış ihtimaliyle karşılaşmışlardı. Böyle bir barış, bu topraklardaki tüm taşları yerinden oynatacak, tüm toplumun demokratikleşmesinin kapılarını iyice aralayacaktı.

Süreç, “devletin genlerine işlemiş yüz yıllık ittihatçı zihniyete” tosladı.

Açık ki, iktidardaki hükümetlerin isimleri, politik bileşenleri farklı olsa da, tüm toplumsal sınıfların, etnik kimliklerin, inançların eşit haklara sahip olduğu bir yapılanma onlara çok uzak. Dünün mağduru olanlar, iktidar olduklarında, hem başka mağdurları hem de kendi mağduriyetlerini “unuttular”. “İktidar olanlardan hak almak ancak güçlü bir mücadele ile mümkündür” tezi yeniden doğrulandı.

Dünyada, Kürtlerin mücadelesinin haklı bir hak arama ve kimlik mücadelesi olduğunu inkâr edebilecek makul insan artık kalmadı. Mevcut iktidar için hiç kalmadı. Eğer böyle bir soru işareti kalsaydı, dönemin başbakanı “Dersim katliamı için özür diliyorum”cümlesini sarf edemezdi.

15 sene önce Kürtler barışmak için adım attığında, o adımdan heyecanlanmış, hemen barışın ve Kürtlerin özgürlüğünün tarafında saf tutmuştum. Halen aynı taraftayım, halen safım barış için. Mevcut iktidarın zihniyetinin de “Kürt fobisi” üzerine şekillendiği, kafalarında bambaşka bir toplum modeli olduğunu elbette biliyorum.

Benim işim barışta, özgürlüklerde, demokraside direnmek.

Kürtlere, “bu hükümetle barış mı yapılırmış” diye ahkâm kesenlere, “akıl vermekten vazgeçin, Kürtler karşısına barışı gönüllü olarak gerçekleştirecek bir hükümet çıkana kadar savaşmak zorunda mı, böyle bir hükümet var olsa, barış görüşmelerine ne gerek var?” diye sormak, mevcut hükümetin karşısına toplumun demokratik dinamiklerini barış için yığmaya çalışmak.

Her hükümetle barış için mücadele yürütülür. Barışı birileri yürütür, ama onurlu barışı demokrasi güçlerinin direnişi kazanır.

Tarih, halkların demokrasi iradesine direnebilecek iktidar biçimini henüz icat etmedi.

Baksanıza, “ufacık” Kobane karşısında bile dağıldılar.

 

Etiketler : , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank