Bir Ana ve Bir Adam
'Hazanlarda savrulan yaprak misali savruldum gittim, bilemedim nereydi yerim.' dedi kendi kendine... Bedeninde yorgun düştü bu yürek de diyemedi kimselere, sessizliğine sarıldı. Batan günün ardından kızıl gözyaşları doldu avuçlar, güldü sessizce hayatın bu cilvesine. 'Neden' dese, kim verecek ona cevabını? ' Hayat bu,' deyip sustu iç çekerek ve garın sessizliğinde ağır ağır ilerledi kimsesizliğinin burukluğuyla.
Bir valizi bile yoktu elinde, öylece dalmış gidiyordu. Niye burda olduğunu da bilmiyordu. Karşıda duvarın yanında bir yaşlı yüzle göz göze geldi. Aldı gitti o gözler onu annesinin yanına, çocukluğuna götürdü. Sadece kendi yalnız olsaydı, sadece yağmurlar onun gözlerinde yaşasaydı. Bu yaşlı gözler, bu bükük boyun ağlamamalıydı... Sessizce yanına gitti... Sormak istedi yüreğinden taşan ağıdın nedenini, soramadı. Eskiden beri sormayı sevmezdi, anlatılırsa dinlerdi. Yanına oturdu, geçen trenin rüzgârı saçlarını savurdu. Yaşlı kadın, derin bir iç çekti; 'Demek ki acı, sadece bana yuva yapmamış.' dedi adam, kendi kendine. Kalktı, iki çay aldı; birini ona uzattı içindeki tereddütle. 'Acaba alacak mıydı?' Sıcacık bir gülümseme ile çaya uzanan eller, sanki yüreğini de sarmıştı. Bir süre sessiz kalakaldılar... İlk konuşan, yaşlı kadın oldu:
_ Oğlumu buradan yolcu etmiştik... Buradan da karşıladık.
_ Ne mutlu, dedi adam elinde olmadan, bilmeden. Oysa onun gözleri yeniden bulut olmuştu, çayı tutan elleri titriyordu.
_ Zormuş hayat evlâdım, zormuş, dedi sesi titreyerek. Zormuş...
Ağlıyor mu diye yüzüne baktı gizlice, hayır...Yüzünde acı ile yoğrulmuş vakûr bir eda vardı.
_ Gidenler, dönüşlerinin nasıl olacağını bilselerdi belki de daha akıllı harcarlardı zamanlarını, dedi sessizce.
Belli ki dönüşü, beklenen bir dönüş değildi oğlunun. Soramadı. Biten çay bardağını aldı, 'Kaç trenini bekliyorsunuz?' dedi. Kadın bir şey demedi, kalktı; çay için teşekkür etti sanki ya da ona öyle geldi. O ilerlerken aklında binlerce soru ile kalakaldı. Bir an onun oturduğu sıraya takıldı gözleri, bir resim vardı orada; solmuş, adeta ıslak bir resim. Dikkatle baktığında bir asker resmi gördü, gülen bir çift göz... Arkasında “Canım Anam, asker oldu oğlun, gururun...” yazıyordu.
Aklından geçen sorulara cevap bulmak ister gibi, koştu ardından, “Anacığım, bu resim sizin mi? ” dedi. Kadın, adamın elindeki resme baktı, “Yok yavrum, ben onu vatana teslim ettim. Benim oğlum, artık vatanın bağrında. Resim ne ki! ” dedi gururla ve sessizce ilerledi...
Adam, gereksiz acıları yüreğimde büyüttüğü için kendinden utanıp onu gönlünde büyütürken verecek cevap bulamamanın ezikliği ile kalakaldı...