Bilimsel Tevarüs ve Geri Kalmışlığımız
Tarihi camilerimizi yakından görüp inceleme imkanına kavuştuğum her ibadetimde, hep şu soru zihnime gelmiştir: Bu harika yapıları vücuda getiren böylesine muktedir güç nasıl oldu da bugün materyalist Batı dünyası karşısında bugünkü aşağılık konumuna geriledi?
Elbette ki bu camileri ecdadımız belli bir bilgi birikimi, bilgi, tecrübe ve kendine has bir teknolojiyle vücuda getirdiler. Bu alanda her şeyi tek bir kişiye ona mucizevilik izafe ederek yüklemek doğru değildir. Bütün marifet Sinan’da değildir. Sinan’dan öncede sonrada bu harika yapılar vücuda getirilmiştir.
Selçukluyla kendine haslığımızı kazanan mimarimiz, bilgi ve teknolojileriyle tevarüs edilerek Osmanlı son dönemine kadar devam ettirilmiştir.
Emevilerle başlayıp Abbasilerle devam eden bilim tarihimizin kadim İslam bilginleri bilimsel çalışmaları Batı dünyasına hazır sunmuşlardır. Günümüz teknolojisinin işaretleri o zamanki Müslüman bilginlerce ortaya çıkarılmıştır. Şayet destek görüp devam ettirilmiş olsalardı bugün her şeyin hakimi Müslümanlar olacaktı.
Nedendir bilinmez başlatılan ve belirli bir ivme kazanan bu bilimsel çalışmalar mimarideki gibi gelecek nesillere tevarüs ettirilmemiştir. Selçuklu döneminde mimari teknolojinin yanında tıp teknolojisi de belli bir seviyeye ulaşmıştı. Kayseri’de kurulan Gevher Nesibe Tıp Medresesini hatırlayalım. O zamanki tıbbi çalışmaların boyutu açısından bir çok Selçuklu komutan ve beylerinin mumyalama tekniğiyle mumyalandığını da vurgulayalım.
Aslında mimari dışında tüm ilmi çalışmalar Selçuklu sonrası duraklayıp sona eriyor. Din ilimlerinde bile bu böyle olmuştur. Selçuklu döneminde yaşayan İmam Gazali’den sonra yeni ve orijinal dini çalışmalar ortaya koyabilecek din alimi maalesef ortaya çıkmıyor. Elbette ki alim ve bilginler yetişmiş; ama bunların hemen tamamı öncekileri şerh etmenin fazla ötesine gidememişlerdir. Ebussuud Efendide biraz özgünlük görülür; Akşemsettin’in belirli biyolojik buluş ve çalışmaları olmuştur. O da fetih sonrası küskünler kervanına katılıp kendi dar çerçevesine çekilmiştir.
Lale devrinde dünyada ilk defa çiçek aşısını bizim tıp bilgin ve ekiplerimiz yapmıştır. Devamı gelmeyip burada noktalanmış ve sonrası Avrupa’da zuhur etmiştir.
Galata kulesinden Hazerfan, Üsküdar’a uçunca ödüllendirilip desteklenmesi gerekirken uçtuğuna yüzlerce defa pişman ettirilmiştir.
Evet, Emevi ve Abbasilerle başlayan Müslüman bilginler mirasımız vardı. Bu mirasa mimari dışında adeta hep kuşkuyla bakıldı. Şayet böyle olmasaydı elbette ki rönesans ve reformlar ile bugünkü teknoloji ve daha ilerisini Müslümanlar gerçekleştireceklerdi.
Bugüne kadar hep vurgulandığı üzere sorun İslam dininde değildi. Osmanlı son dönemi başlayıp cumhuriyetle zirvelere ulaşan İslam dini kötüleyiciliği bu açıdan bakıldığında Müslüman halka haddinden fazla haksızlık yapmıştır.
Ben bütün sorunların siyasi iradede kilitlendiği görüşündeyim. Bu irade, mimari mirasını tevarüs ederken maalesef diğer bilim mirasına kayıtsız kalmıştır. Dini bilimler desteklenmekle birlikte orijinal ve farklı görüşlere de pek yol verilmemiştir. Onun içindir ki koca bir Osmanlı dönemi boyunca din bilginlerimiz hep şerh bilginlerimiz olmuşlardır.
Hazerfan her şeye rağmen tırsmasaydı; yeniliğe kapalı şerhçi ilmiye dünyası bu gelişmeye kuşkuyla bakmamış olsa ve hala benzer özelliklere sahip halk yaşananlara kayıtsız kalmasaydı kim bilir belki dünyada ilk uçak ve teknolojisini biz gerçekleştirecektik.
Yüzlerce yıldır bu gün hala ayakta dev kutsal mekanları yapan insanlar, metalden ibaret uçağı elbette yapacak ve dünyaya uçacaklardı.
Yinede her şey gelip yönetimde, siyasi irade ve yaklaşımlarda düğümleniyor.