Biley Taşı
Ben hiç oyuncağımı öldürmedim. Ya, siz? Benim hiç canlı oyuncağım olmadı ki, atım vardı söğüt dalından, koştururdum hiç terlemezdi.
Yazın kendi yapıp oynadığım pancardan traktörüm vardı. O da güneşte kuruyup buruşurdu. Kışın da kardan adam yapardım. O da güneşi görünce erirdi.
Ha az kalsın unutuyordum, bir de kuru ağaçtan yapıp köyde kendim gibi çocuklara ipte oynattığım cambazım vardı. Ağzı dili her şeyi tahtadandı, hiç konuşup canımı sıkmazdı. Onun için onu da hiç öldürme gereği duymadım.
Onun için ben çocuk oldum mu? olmadım mı? hiç bilmiyorum.
Elime geçen çöpte olsa her şeyin kadrini kıymetini çok iyi bildim. Elime geçen her şeyi çok sevdim. Sevdiğim şeyleri öldürüp yok etmeye nasıl kıyarım. Onun içinde öldürmeyi bu güne kadar hiç mi hiç düşünüp akıl etmedim. Bu saatten sonra da zaten düşünmem.
İşte bu sebeplerden dolayı ben hiç mi hiç, hiç bir oyuncağımı öldürmedim.
İspat et derseniz. Bir bıçak biley taşım vardı. Onu dört beş yaşından beri hala saklarım. Köyden Ankara'ya okuyup adam olmaya gelirken bile tavan arasına saklamıştım. Yıllar sonra rahmetli anama söylemiştim. O alıp getirmişti. Hala onu saklarım. Hatta parçalanıp bölünmesin diye ona muhafaza bile yaptım.
Mevlana derki, çocuğun zekası oyunla gelişir.
Evet, şimdi 23 yıl önce yapılan bir ameliyat sonucunda Dr. hatası olarak beynimin bir çok kısmı fazla verilen narkozun etkisiyle öldürüldü.
Şimdi ise çocukluğumdaki o günlerden kalan becerimle bu gün ben, bende kalan yüzde yirmi zekayla bile sağlıklı bir çok insanın yapamayacağı bir çok güzel şeyi yapıp başardım.
Onun için çocuklarımıza oyuncak ta olsa onları öldürmeyi değil, sevmeyi, yaşatıp paylaşmayı öğretmeliyiz.
Sevgiler...