Berfo Kırbayır’ın Bekleyişi
İnsanlar var oluşları/yaratılışları gereği, yani doğal olarak ve de haklı bir taleple uzun ve sağlıklı ömür dilerler. Yaşamları boyunca huzurlu, mutlu ve çoluk-çocuklarıyla, eş-dostlarıyla ömür boyu beraber olmak isterler.
İnsanoğlu ömürleri boyunca her türlü acıyı yaşayabileceği gibi, en unutulmaz mutlulukları da yaşayabilirler. Bazen sevdiği/sevdikleriyle mutlu anların doyumsuzluğunu yaşarken, bazen de onları kaybetmenin dayanılmaz ızdırabını iliklerine işlerler. Kazandıklarıyla sevinirken, kaybettiklerinin ardından kahrolurlar. Doğan bebesinin cennet kokusunu ciğerlerine teneffüs ederken, onun kaybıyla ciğerine cehennemvari ateşin bıraktığı yanık kokuları işler. Velhasıl ömür dediğimiz veterede/serüvende her türlü mutluluk ve mutsuzlukları tatmak mümkündür. Ancak ben farklı bir hikâyeden; uzun ömrün finalini tarifi yeryüzünde hiçbir cümleyle, hiçbir paragrafla, hiçbir yazıda, kitapta ve belki emsali asla görülemeyecek (ve Allah hiçbir yaratılmışa göstermesin) acıdan, acının KARACADAĞ’ın yanında kıl gibi hafif kaldığı bir hayatın finalinden söz ediyorum.
Berfo Nine’den, onun uzun ve meşakkatli ömrünün sonunda bütün hücrelerinde his ettiği 105 yıllık ömründeki bütün acı ve mutlulukları kat be kat aşan acısından bahsetmek istiyorum.
Bahsetmek istiyorum ancak bunu nasıl, hangi kurgularla yazacağımı bana hiçbir edip, hiçbir filozof, hiçbir âlim öğretemez. Zira tarifi muhal olan bir acıyı yazıyorsanız, anlatıyorsanız yazacaklarınız onu ifadede yetersiz olduğunu peşinen kabul etmişsiniz demektir. Aynen öyle, peşinen kabul ediyorum ki Berfo Nine’nin acısını yazacak hiçbir kalem bulunamaz ve ben de bu konuda yetersiz kalacağımı kabul ediyorum.
Doğrusu ben Berfo Nine’ye kızgınım!
Ne vardı Allah’tan uzun ömür dileyecek?
Ne yani, çok yaşayıp neyi görecektin?
Cemil’in gözaltına alınmış, nerede olduğu bilinmiyor! Ne güzel işte! Bilinmiyorsa bilinmiyor… Uzun ömür isteyeceksin de, Cemil gelecek göreceksin de… Allah bilir belki boynuna sarılıp haftalarca koklamak için bekledin on yıllardır.
Yavruuuuuuum! deyip yeryüzündeki bütün annelerin köz olmuş yavru hasretini dindirecektin.
Canııııııııım! derken bütün ölüleri diriltecek şekilde bağıracaktın. Hayal bu ya; yeryüzünde ayrılık ateşiyle yanan bütün yürekleri serinletmeyi düşlüyordun.
Evladıııııııım! diyerek evlat hasreti çeken annelerin dağlı ciğerlerine merhem olacaktın… ona ne kahvaltılar hazırlayacaktın, ne yemekler pişircektin bütün anneler adına ve yerine… Torunların olacaktı ondan.
—Bak Cemil’im bak, aynen rahmetli babana benziyor diyecektin her torunsuz kalanın yerine.
Ah be Berfo Nine’m!
Sen Allah’tan çok şey istedin!
Bizim gibi kulların cürümlerini, pisliklerini, zalimliklerini Allah’ın temizlemesini mi bekliyordun?!
Berfo Nine’m,
Biliyorsun ki bizim zulmümüz arşı alâya ulaştı. Arşın sahibi bizden yüz çevirdi. 124 bin kere uyardı bizi ama biz bu gafletten uyanmak istemedik. Hekimler, filozoflar, âlimlerle uyardı yine kâr etmedi. Doğadaki olaylarla sebep sonuç ilişkisini sundu, yine de bir türlü ibret almadık…
Berfo Nine,
Biz yaratılış gayesinden fersah fersah uzaklaştık ve el'an mesafeyi gittikçe açıyoruz. Peki, sen ne diye uzun ömür istedin? Cemil’inin hayaliyle ölüm dileseydin sanki daha mı çok acı çekerdin? “Umut yaşamın temel esprisidir” dediğini duyar gibiyim. Evet, ancak umutla yaşanır. Ama kimlerden ne umduğunu, neyi ümit ettiğini 70–80 yıllık ömrün sana öğretmemiş miydi ki yeniden aynı “cansız”lardan hayat bekliyordun?
Berfo Nine’m,
Sen ömrünün; 105 yıllık ömrünün en büyük hatasını yaptın! Uzun ömür dilemeyecektin. “Cemil’im gitti de dönmedi, yeter artık” deyip veda edecektin bu acımasız dünyaya… Yapamadın, yapmadın işte.
Cemil’ini bir kere daha görmek sana 105 yıllık ömrünün bütün acılarını unutturur, bütün mutlulukları gölgede bırakırdı. Cemil’in gençti, daha yeni yeni gençlik yıllarına başlamıştı. Üstelik onu alıp götürenler “bu memleketin evlatlarıydı” diye düşündüğündendir bekleyişin. Götürürler, suçsuzsa bir süre sonra bırakacaklardı. Varsa bir suçu cürümünü çeker gelirdi, beklerdin tabi ki, ne vardı ki beklemeyecek?
Ama değilmiş Berfo Nine’m, bildiğin gibi değilmiş. Ya oğlun asla dönmeyecek ve ne olduğu bilinmeyecek bir suç işlemişti! ya da götürenler bildiğin ve düşündüğün gibi insanlıktan nasip almamışlardı.
Tamam da hangi hayvan insanı alıp götürür de kemikleri de olsa bulunamaz şekilde kaybedilirdi?
Sahi böyle bir hayvan var mı? İnsanı kapacak götürecek, yiyecek, öldürecek ve geride hiçbir parçası, tek bir eseri bulunamayacak? Yok yok, böyle bir hayvan, bu denli hayvanlıktan da çıkmış bir yaratık olamaz, olmamıştır. Daha dün gece Kütahya’da aç kalan kurtlar bir insanı yediler ama cesedinin geri kalan kısmını bıraktılar oracıkta. Yakınları da alıp götürdüler parçalarını gömdüler. O halde Cemil’ini götürenler hangi diyarın vahşileriydi?
Sana çok kızıyorum Berfo Nine’m! Kimseye gücüm yetmiyorsa sana da mı yetmiyor? İyisi mi, sana kızayım? Neden çok yaşadın, neden?
İşte şimdi ömrünün bütününe sığdıracağın bir acın oldu. Yediklerin, içtiklerin hatta aldığın her nefes burnundan geldi.
Al sana,
Cemil’inden haber var.
Açıkladılar;
Hani sen “bizim gibi buraların evlatları” dediğin adam görüntülü, insan kılıklılar vardı ya, işte onlar götürmüşler.
Dur, hemen sevinme. Sana daha da acı çektirerek anlatayım. (Dedim ya en iyisi sana kızmak. Şimdi de en acıyı sana daha da acı hale getireyim de gör. Tabi bunun ötesi var ise)
Onlar götürdüler ama getirmeyecekler. Yooo, öyle “olsun, yaşasın da getirmesinler, yaşıyor ya razıyım” diye sevinme.
Ne o?
Neden kaşlarını çattın ki?
Berfo Nine’m! Sadistleşmemin yanı sıra bu aralar mazoşistlikle de aram iyi benim. Sen bu gavurca lafların ne anlama geldiğini bilmesen de sana şu an çektirdiklerimi düşün yeter.
Berfo! İlerleyen ve tükenen yaşından dolayı her sözü on kere tekrarladıkları halde zar zor duyan kulakların neden Cemil ile ilgili her söylediğimi eksiksiz duyuyor neden?
Neyi duymak istiyorsun benden?
Neyin haberini?
Berfo!
Uzatma artık, git başımdan!!!
- Cemil’im…
Sus be kadın! Ne titriyorsun? Ne ağlıyorsun? Bak artık gözyaşın kalmadığı için ağlamayı bile beceremiyorsun!..
Berfo!.. dur, ne olur dur, gitme. Ölürüm sana, öleyim sana dur gitme. Bekle az, ağlayayım sana. Cemil için, ben ne çektiğini kıyısından da olsa bilirim. Ben de çektim o işkencelerin bir kısmını. Acısı değil, çaresizliğidir kahreden.
Berfo, ölürüm sana, gurbanım yarana senin. O kapanmayan ve dünya durdukça her gün kanayacak yarana.
Oy Berfo Ninem!
Nasıl söyleyebilirim, nasıl anlatabilirim sana?..
Hani biraz yaşın müsait olsa söylerim de…
Hayır hayır,
Cemil’ini katlettiler diyemem. Camdan attıkların hiç söyleyemem.
Gerçi o istemişti eminim, o kahrolası işkencelerdense ölümü o istemişti. Ama hemcinsleri görünümlü olanlar tarafından camdan atılarak ölmeyi değil elbetteki.
Sen ölümü dilemedin ama o dilemişti eminim ve kabul edildi.
Haydi, sıra sende. Gel sen de artık yeter de. De ki bitsin bu kâbus aratan rüya. Bitsin ki sana Cemil’inin devletin emniyetinde iken camdan atılarak öldürüldüğünü yazabileyim. Askerin, polisin, MİT’in ve bilmem nelerin koruması gereken bir vatandaşın camdan atılarak nasıl ve neden öldürüldüğünü anlatayım. Sen yaşarken anlatamam, hiç sızlanma vallahi söylemem.
İyisi mi?
Sen öl ki ben rahat rahat anlatabileyim.
Çünkü bugün TBMM çatısı altında kurulan komisyon başkanı da açıkladı.
Haydi, öl ki anlatayım. Sen duyma. Dayanamazsın, ölürsün bu dertle.
Tuhafım, ben de ölümünü istemiyor muydum senin?
Ahmet Abi yazınıza yorumumla katkı sunmak istedim. Ancak ne haddimize. Bu acı, başka bir şekilde izah edilemez ki. Ancak şunu belirtmek isterim:
Nisan 17th, 2011 at 20:19Sizi mecliste "başına bela" etmek istemeyen sayın başbakanın zavallılığına acıyorum.
Saygılarımla