Benkişot’tan Mektup Var!…Halkına Açık Mektup (II)
*ÜLKE TEK!... BAŞBAKAN ÇOOK!...
GELEN GİDECEK BİR GÜN… AMA DELİP GİTMESİN…. YIKIP GİTMESİN!...
FASIL I’den hatırlatma…
“Sandıkta ülkeyi emanet verdiklerin, ebedi sahip sandılar kendilerini… Uğrunda can verirken, kendine mülk bildiğin vatanı; vatan elden giderken, mahkeme kadıya mülk değildir, bu vatan senden çok benimdir, sen emanetçisin diyemedin!...Demesini bilemedin!...” diyerek başlamış,
*POSTALSIZ DARBELERİN MÜSEBBİBİ DE SENSİN!..
KENDİ PUTUNU YAPAN DA, KUL OLUP TAPAN DA SENSİN!...
BİNDİRMESİNİ BİLMEKTESİN; İNDİRMEKTEN ACİZSİN!..
KENDİ CELLADINA AŞIK OLAN DA, KADER DEYİP BOYUN EĞEN DE SENSİN!* demiştik. İşte FASIL II. … Bununla da bitmeyecek diyeceklerimiz…
*
Sevgili halkım… Canım halkım…
Küpe olur mu sözlerin bilmem. Ben öğretmenim… Uyandırmak görevim. Kutsallarını kullanıp seni aldatanlarla, karanlıkta bırakanlarla, öfke ve kininin arkasına saklanıp, kirli siyasetleriyle, ahlakı da, hukuku da kirletenlerle mücadeleyi sen de benim kadar görevin bilmelisin… Kurtuluşun asıl düğümü sende!... Ahiret sorgusu, sadece hırsıza değildir. Hırsızlığa göz yumanadır da!...Sadece yalancıya değildir!... Körü körüne inanana-dır da!
Akıl, izan ve vicdanını gerektiği gibi kullanmayana-dır da!...
Gün oldu, büyük felaketler geldi başına… ezildin…
Acı günlerin oldu… üzüldün!...
Cephelere sürüldün… kırıldın…
İstilaya uğradın… sömürüldün…
Esarete uğradın… horlandın!... İçin içine sığmadığı da oldu, isyan da ettin.
Boyun eğdiğin de oldu baskılara zulümlere… Bırakmadı gitti peşini çaresizlikler, musibetler.
Ne var ki; her bir musibeti bin nasihata bedel sayamadın gitti.
Demem o ki; felaketi, musibeti, illeti; inancına dayandırıp başına gelenleri, kaderinin zulmü sayıp sustun hep … katlandın... Kuldan gelen musibetleri bile “Allah’tan” kabul ettin.
Suçun asli failini hiç aramadın…araştırmadın!.. Sığınağı hep inancında-kutsalında aradın!.. Kader sayıp, kestirip attın!...Oysa kaderi senin kutsalın gösterip kendilerine kul olmaya zorlayan haramileri hiç sormadın, sorgulamadın…
Yetmedi, onları başına put yaptın, döndün; kendi yarattığın puta taptın… Hakkını aramadın… Bir torba erzak, bir torba kömür, süslü birkaç öfkeli söz uğruna, namus sayılan oyunu sattın…
Yalanlara aldandın… Cehennemle korkutuldun, hurilerle avutuldun!...
Meydan meydan koşturuldun, alanları doldurdun, yıkımın, hukuksuzluğun, haksızlığın, yolsuzluğun takipçisi olmak asli görevin iken, sen haramilerin cesareti oldun… soyuldun!..
Demem o ki; hatanın çoğu sendeydi… Seçimindeydi. Fark edemedin…
Üstelik, bu suçun zerresini bile yüklenmek istemedin!.. Mağduriyet yalanlarıyla, kutsallarını sömüren, sömürdükçe güçlenen, senden bulduğu yüzle cesaretlenen, cesaretlendikçe azmanlaşan, azmanlaştıkça azgınlaşan kontrolsuz güç, “bizleeer!” dedi kayırdı-alkışladın “onlar!” dedi ayırdı, dışladı-parçaladı…yine alkışladın. Ne birlik kaldı ne de dirlik!... Sen de kendini sayılan “bizler!” gurubunun içinde sandın!... Bir torba erzaka kandın, “Milli irade’den” sayıldın!... Hissene düşen makarna ile teselli bulurken, “götürülenlere” dönüp bakmadın. Daha da ötesi, bal tutar parmağını yalar’ diyerek, hamuduyla yutulan develeri umurunda saymadın. Ekmeğe KDV öderken, pırlantaya ÖTV ödenmediğinin farkında olmadın
Ne gerçekleri görebildin, ne de safları belirlemeyi becerebildin!... Güçten yana olmayı, adam yerine konulmak sandın!.. kurtuluşu hep yanlış yerde aradın!...
Öfkeyi, yiğitliğin dengi saydın… Oysa öfkenin, hastalıklı bir ruh halinin dışa vurumu, birikmiş kinin yankısı, nefretin kirli tortusu olduğunu bilseydin, toplumsal ahlakta yaşanan bozgunun da kaynağını kavrayacaktın!... Bari, balığın baştan koktuğunu hatırlasaydın.
Yaşanan örneklere şöyle bir yandaş gözlüğü takmadan bakabilseydin; günün birinde, hakkın olanı istediğinde, haksızlık karşısında direndiğinde, o öfkenin seni de “düşman” ilan edebileceğini, kolayca anlardın!...
Daha dün, “saygın kişi(!) hocasına saygılarını sunan, bir arzusu varmıdırı sordurmak adına kapısına kapıkulu elçiler gönderilen, ne istedilerse vermekle övünen, “hizmetlerini” yere göğe sığdıramayan, alkış tuttuğun, o malum öfkeli adam, bugün onu “hasımlarına” maşa olmakla suçluyor… Senin de; günün birinde “haşhaşi” ilan edilmeyeceğinin garantisi yok!...
“Odunu göstersem seçtiririm diyenlerini gördük, şortla asker denetleyenlerini gördük, Kars mitinginde, halka; sevgili Samsunlu’lar diyenini de gördük, ama muhaliflerini “hasım” görenini hiç görmemiştik!.. Ya hasım nedir bilmiyor, ya da gerçekten içerde ve dışarıda “hasım” üretmekten çekinmiyor!.. Gözü dönmüş düşman değil midir hasım!... İntikam adına, ölüm kusan değil midir hasım!... Ne mahkeme kapısı, ne sokak ortası… ne de Halil İbrahim sofrası dinler hasım!... Düşmandan beterdir…Sinsidir!. Hasımlıktan söz eden bir kişinin, kardeşlik, dirlik, birlik sözleri hangi düşünen vicdanda yer bulur!?... Buluyorsa bir şeyler eksiktir!.. Ahlaktır, hukuktur, insanlıktır en eksik olanı da!...
Kendinden olmayanı hasım gören kişi…düşman başından bile ırak ola!
Bilmem neresinin kılı olanların, yarın bir hasım’a “hasımlık” töresi gereği, işi nerelere kadar götürebileceğini bilmiyor mu bu öfkeli adam!?..
Hadi artık, ihtirasla alevlenmiş öfkesi, kör etmiş gözlerini onun…Çatlatmış ar damarını!. ya sen!...Ya sen be halkım? Hala; görmemektesin…bilmemektesin direnmektesin gerçeği görmemek için!...
Üç maymun rolü oynar gibisin.., artist misin nesin!?...
Ama unutma bu rolünle, cesaret üstüne cesaret vermektesin…
Ama; dikkat, günün birinde, o öfkeli adam, sana da “hasım” kesilmesin!... Örnekler ortada..
*
Milli iradeden saydılar, senin üzerinden kurgulanan oyunları… Farkında bile olmadın!.
Oysa hiçbirisinde senin dahlin olmamıştı!.. Sorar gibi yaptılar sana!.. Kazıklandın!...
***
Yine farksız bir tuzağın içindesin!...
***
Ama bu kez kurulan tuzak çok başka. “…’a koyacağız milletin” ifadesiyle açık edildi her şey. Bu işin son kertesi … Dikkatli bak!.. Göründü kertikten ötesi..Yine sana sorar gibi yaparak; hırsızlıklara da, akıl almaz yolsuzluklara da, (meşruiyet) yasallık kazandıracaklar. Ya koydurma, ya da hepten hazırlıklı ol!...
(Fasıl III de gelecek yakında….) (Bir sözüm de Cumhurbaşkanına olacak)