Benim Adım TAHTA! İkametgahım 3. Aile Mahkemesi!
Merhaba!
Size kendimi tanıtayım önce…
Adım, TAHTA!
Nasıl yani? Diye sormayın işte…
Bu benim ismim…
Çok mu kafan karıştı?
Aaa! Tabi ya… Unutmuşum, size hiç maddelerin konuşabileceğini söylememişlerdi değil mi?
Aslında genelde konuşmazlar ama ben farklıyım işte… Ne yapayım?
Birkaç sene önce, beni, ormandan kestikleri bir ağaçtan yapmışlar…
Maharetli ustaların elinde önce bir güzel zımparalanmışım, sonra da bana şekil verilmiş… En sonunda cilalanarak, şu an bulunduğun yere getirilip, konmuşum…
İnsanlar bana ‘’SIRA’’ diye garip bir isim taktılar ama ben özümü inkar edemem.
Benim adım TAHTA!
Nereden getirilip buraya kondum? Yuvam neresi? Benim bir ailem var mı? inan bilmiyorum…
Gözümü açtığım günden beridir bu binadayım…
Birkaç aydır da 3.Aile mahkemesinin tam karşısında duruyorum.
Yaptığım iş eğlenceli mi?
Evet! Hem de çok!
Ama her mesleğin bir zorluğu var. Ben de ilk başlarda baya bir sıkıntı çekmedim değil hani?
İki sene önce, beni; Adliye Binasının bahçesine yerleştirdiler. Tam su satan seyyar satıcının yanına…
Aslında yerim güzeldi ama işte şu kuşlar yok mu?
Sabahın ilk saatlerinde mutlaka onların dışkıları ile kaplanırdı yüzeyim.
Neyse, Allah’tan, birkaç saat içinde temizlerlerdi ama asıl kötü olan havalar soğuğunca olurdu…
Mesela; yağmur neyse hadi, yine bir nebze atlatılabiliyor ama dondurucu soğuklarda bile ben dışarıda görevimin başındaydım.
Bizimde bir hissiyatımızın olduğunu ne zaman fark edecek bu insanoğlu, gerçekten bilmiyorum…
Hele bir de benim vücuduma elindeki çakı ile zorla sevgilisinin ismini kazıyan o zibidiyi bir yakalarsam, ben yapacağımı biliyorum…
‘’M’’ kalp ’’ J’’ yazdı birde…
Hayır! Kardeşim! Bana ne senin sevgilinden?
Maalesef ne kadar zımparalansam da, o mecburi dövmenin izleri hala duruyor…
İşin komik yanı, burası Adliye…
İnsanlar, kendilerine yapılan haksızlıkların hesabını burada sorabiliyorlar…
Peki bizim gibi tahtadan sıraların hakkını arayacağı yetkili bir merci var mı ki bu şehirde?
Neyse ki şu günlerde baya rahatım…
Haftanın beş günü insanları ağırlıyorum üzerimde.
Cumartesi-Pazar mesaim yok!
Sıcacık, iç mekan…
Ne rutubet var! Ne de o aşağılık kuşların dışkıları!
Ama bir kötü alışkanlık edindim…
Acayip ağzım bozuldu.
Daha önceden de dediğim gibi, burası 3. Aile mahkemesinin bulunduğu koridor…
Burada kavga hiç eksik olmaz.
Mesela geçenlerde bir boşanma davası vardı.
Erkek tarafı bana oturdu.
Abartmıyorum, tam beş kişi!
Hepsinin en az altmış kilo olduğunu hesap et!
Valla o gün, baya zorlandım…
Bir de çeneleri düşük ki, hiç sorma!
Başladılar kendi aralarında tartışmaya… ‘’Yok, malları kız tarafından nasıl alacağız, velayet olayını nasıl yapacağız? Aman tanıklara mutlaka tembih edin, şunları şunları söylesin…’’
Tam iki saat be kardeşim!
Eee bizdeki de kafa yani! Dır dır dır başımın etini yediler…
Neyse, Allah’tan duruşmaya girmek için üzerimden hızla kalkınca bir anda rahatladım…
Üzerimden yük kalktı!
Bu daha ne ki?
Hele bir de üzerimde çay,kahve içip, kazara dökmüyorlar mı?
Sinir oluyorum arkadaş yaa!
Ama ne yaparsın işte?
Bizim de kaderimiz böyleymiş…
Evet, insanoğlu!
İşte şimdi beni tanıdın…
Ben TAHTA!
Biliyorum, hala benim cansız bir eşya olduğumu düşünüyorsun…
Ama öyle değilim…
Senden bir ricam olacak…
Mümkünse beni ne zaman emekli edeceklerini öğrenebilir misin?
Çünkü artık kendimi çok yorulmuş hissediyorum da…