Benden Uzak… Cehenneme Direk!
Arzu ÜRÜN
yaŞAMDAN
Sakın sakın sakın ha! Yaklaşmayın yanıma…
Sakın sakın sakın ha! İnanmayın siz ona …
Size ne diller döker, yalandan yüze güler…
Yalandan yüze de güler, sırtını da sıvazlar, sana güç katıp, destek de verir, seni düşündüğü o kadar bellidir ki…(rolünü çok gerçekçi oynar.) Hiç hesapsız inanırsın sen ve onun etrafında deli divane, pervane olur, bu eşsiz dostu kaybetmemek için helak olursun. Sohbetine o kadar alışırsın ki, bir araya gelip karşılıklı entelektüel boyutlara tırmanmayı o kadar benimser ve seversin ki, en çok iki gün görmesen arkadaşını, eksikliğini hissedersin bilinçsizce…
Bazen arkadaşlıklar, rastlantılar ve tesadüfler sonucu başlar, başlatılır. Ama çoğunluk, seçim şansımız pek olmadan, yanımızda yöremizde kimler varsa onların arasından yakın birileriyle kurduğumuz arkadaşlıklardır. Mahallemizde, çoluk çocuk tozu dumana katıp koştururken, el hareketi yapan yada kıçımıza sağlam bir tekme savuran, canımızı acıtan (beter böcekler) çocuklar arkadaşımız değil, mahalle takımı yada oyun ekibi olurdu ancak. Öyle değil midir? Ne kadar dayak yesek veya atsak da vazgeçemezdik mahalle oyunlarından, kavgalardan ve kavgacı çocuklardan. Hep birlikte "cümbür cemaat" yaşayıp giderken, ta ki o mahalleden taşınıp gitme faslına kadar sürerdi bu (uzak, yakın) ilişkiler.
Yollar ve sokaklar değişse bile birbirini arayıp sorup, birbirine gidip gelip, koparmıyorsa insanlar ilişkilerini, uzun, (ziyafet tadında, bilmem kaç yıllık) dostluklar bu şekilde temellendiriliyor bence.
Çocukluk arkadaşı olmak, her kişiye nasip kısmet olmayan, özel ve özenli bağlardır bana göre. On yıllık, yirmi yıllık arkadaşım, dostum demek ne demek düşünsenize söylemesi dile kolay geliyor ama telafuz ederken bile etkileniyor insan açıkçası. Dostunuz, sizin her şeyinizi bilir, kötü gününüzde sizinle elele, omuz omuza, yakın mesafededir, paylaştıkça sıkıntı azalır derler ya o da paylaşır, azaltır dağıtır sıkıntınızı. İyi gününüzse; dostunuzun, arkadaşınızın sizinle olduğu, yanınızda olduğu her gün iyi gününüzdür zaten.
Yeni bir işe girdiniz, mekan yeni, yeni yüzler etrafınızda dolanıp durur. Siz önce gözlem yaparsınız, ölçüp tartarsınız ve kendinize yakın bulduğunuz kişilerle, onların da katkısıyla yeni ilişkiler içine girdiğinizi fark edersiniz. Kendi doğallığında ve akışında, çok sağlam belki de yıllarca sürecek dostluklara yelken açarsınız, belki de kantarın topuzunu kaçırıp hiç değmeyecek birine verip sevginizi, görürsünüz anyayı Konya’yı.. Aslında büyük yanılgı, sizin yüreğiniz nasılsa, bütün yüreklerin öyle olduğunu düşünmenizdir. Neden (er kişi veya hatun kişi) insan kendi diliyle, kendi inanmadığı bir kelam etsin ki, ne anlamı ola ki karşısındakine kumpas kurmanın, dolap çevirmenin. Bu tamamen bizim kendi aptallığımızdır, kimseyi de suçlamamıza veya sorgulamamıza gerek yoktur. Demek ki herkese körü körüne inanmanıza da gerek yoktur, eğer bu dengeyi tutturamıyor veya koruyamıyorsanız şikayet etmenizin de anlamı yoktur.
Bunlar hoşunuza gitmeyebilir ama çoğunuzun, çoğumuzun başı, bu tip birkaç olayla ağrımıştır, yine de ders almayıp inadına bağlanırız, inadına sıkı ve denetimsiz gireriz, ilişkiler yumağının ta dibine. Dostluk sürerken, birbirimizi kırmak, üzmek, küsmek ve görüşmemek, konuşmamak aklımızın köşesinden bile geçmez.
Yakınlaşma seviyesinin artışına ve süresine göre, karşımızdakinin düzgün ve açık biri olup olmadığı ve samimi duygular taşıyıp taşımadığı, belli işaretlerle bize malum olur. Lakin toz kondurmayız dost bildiğimize, inanamayız arkadaş dediğimiz kişinin, bilinçlice kötülük, fesatlık yapabilen biri olacağına. Biz dostsak, maddi manevi her şekilde, yanındayım zaten, üçkağıda ne lüzum var diye düşünürsünüz. Kısa vadeli anlık kazançlar, kazandığını, sizi yendiğini düşündürür o zavallıya. Arkanızdan kuyu kazarak, kalleşçe sırtınızdan vurarak sizi alt ettiğine inanır ve hayvani bir haz yaşar ilkelce. Kıskanma ve çekememe duyguları, hırs ve çirkinlik maskesine bürünür ve sinsice ulaşır, yavaş yavaş yok etme ve yıpratma hedefine…
Mümkün olduğunca, dostlarımızı ayrıntılara dikkat ederek seçersek, ilişkimiz süresi içinde hasıl olan önemli işaretleri objektif olarak değerlendirirsek, daha az yıpranır ve hayal kırıklığı yaşarız diye düşünüyorum. Ne boyutta seversek sevelim, yanlış tarafları görebilmeli ve çelik koruma duvarımızı oluşturabilmeliyiz. Öyle kişiliksiz, şerefsiz, beş para etmeyen, onur gurur yoksunu, ahlak yoksulu, soysuz üç kuruşluk hayatlar yaşayan, sayısız yaratık dolanıyor ortada dışarıda. İnsan silüetinde, zombi kılıklı yaratıkları nasıl fark edip, nerelerinden koklayıp evirip çevirip, bozuk mal, kötülük inşası var, diyebiliriz?
Kırılma noktamızı belirleyip, ‘bana şöyle davranan, şöyle böyle konuşan kimseyi istemiyorum hayatımda’, “hayır” diyebildiğimiz gün huzura, sükuna kavuşuruz derim ben!...Daha da ileri gidiyorum, üç kulhuvallahü, bir elham okuyup, *benden uzak cehenneme direk olsun, gözü tok, yediği … olsun.*
Kelebeklerin kanat sesler karışsın kalbinizin sesine, kulak verin götürsün düşleriniz sizi yüreğinizin götürdüğü yere!...