Bende Şahsen Rahatsızım!
Neden mi?
Türk Silahlı kuvvetlerine uzanan dillerden rahatsızım. Münferit olayların Silahlı kuvvetlere mal edilmesinden ise hiç hoşlanmıyorum.
Tabii ki her Türk subayı Şerefli Türk ordusunun aleyhine yapılan kampanyalardan rahatsız olur ve tepkisini dile getirir. Getirmekte hakkıdır. Sayın Genel Kurmay başkanının ve kuvvet komutanlarının huzursuzluklarını, rahatsızlıklarını anlamak ve onlara hak vermemek mümkün değildir.
Her kurum ve kuruluşta hukuk dışına çıkan, teamülleri kabul etmeyen, kendi çıkarları için bağlı olduğu kurumdaki görev ve yetkisini kötüye kullanan bir veya birkaç kişi çıkar. Ve çıkmaya da devam edecektir. Tabii ki her kurumda bir takım ideoloji mensupları vardır. Tabii ki birileri kendi inancını, değerlerini ve ideolojisini dayatmak için, iktidar etmek için kendince bir yol izleyecektir.
Geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir makalemde seksenden önceki polis teşkilatının durumunu yazmaya çalışmıştım. O dönemde polisin getirildiği nokta bir ülke için çok vahim sonuçlar doğurmuştu. Bunun başındaki suçlular ise o devrin siyasileri idi. Özellikle sıra ile iktidara gelip giden Demirel ve Ecevit idi. O toz duman içinde siyasilerin gafletinden yararlanarak görevini kötüye kullanan polis sayısı da az değildi.
Maraş olayları, Erzurum, Yozgat, Fatsa derken her gün ortalama yirmi kişinin kurşunlandığı, her gün onlarca teşkilatın bombalandığı kanlı bir arenaya dönmüştü memleket. Ülkenin bu hale gelmesinden şahsen ben o dönemin siyasileri başta olmak üzere emniyet teşkilatının da büyük oranda eksiğinden hatasından olduğunu düşünüyordum. Nitekim 12 Eylül olduğunda tüm samimiyetimle söylüyorum memnun olmuştum. Artık ordudan başka güvenecek bir yer kalmamıştı çünkü.
Zaman içinde hatalar görüldü, eksikler tespit edildi ve giderildi, yetersizlikler telafi edildi. Ve polis teşkilatı bu gün altın devrini yaşıyor.
Şunu anlatmaya çalışıyorum.
Ancak seksenden sonra birden hortlayan PKK ile memleket kara günlere tekrar döndü. Çok partili siyasi hayata dönüldüğünde ise faili meçhuller arkası arkasına gelmeye başladı ve bu ülkede bir başbakan kongre salonunda silahlı saldırıya uğradı, bir kuvvet komutanının uçağı sabote edildi, fikir adamları, gazeteciler öldürüldü. Daha da önemlisi, evlerine, arabaların bomba konularak imha edildi. Korku ve dehşet saçan bir el PKK dışında varlığını hissettiriyordu.
İnsan ister istemez soruyordu.
Silahlı kuvvetler ve polis teşkilatı devletin tüm imkânları ile mücadele etmesine rağmen PKK denilen bu melaneti neden bitiremiyordu?
Hata kimin? Yanlış nerde? Eksik ne var?
Veya, hangi kurum hata yapıyor, hangi kurum yanlış yapıyor.
Tabii bu soruları sorarken sadece PKK gibi bir terör örgütü ile verilen mücadele şeklinde değerlendirerek sorduk.
Ancak meselenin siyasi boyutu da vardı ve bu göz ardı ediliyordu.
İşte son on yıldan beri ve özellikle AKP iktidarında ele alınan siyasi boyutu ile ülke büyük bir değişim geçirmeye başladı. Mesele sadece Kürt meselesi PKK meselesi değildi tabi sıkıntı. Birilerinin irtica korkusu ile halkın seçtiği hükümete aldığı tavır, birilerinin meclis tarafından seçilen Cumhurbaşkanını seçtirmemek için hukukun ırzına geçmesi de tuz biber oldu.
Kelimenin tam anlamı ile ortalık toz duman oldu.
Hukukun işlemeye başlaması ile de olayların boyutu değişmeye başladı. Bazı subayların yaptığı yanlışlar, arkasından ortaya çıkarılan darbe planları gözleri silahlı kuvvetlerin üzerine çevirdi.
Şimdi fazla uzatmadan meseleyi şu üç paragrafla bağlamaya çalışacağım;
Silahlı kuvvetlerimiz göz bebeğimizdir. Bu kurumu yıpratmaya Türk milletinin gözünden düşürmeye kimsenin gücü yetmez. Bunun için kaygı duyanlar Türk milletini tanımıyorlar demektir.
İkincisi, Silahlı kuvvetler, bünyesinde bulunana virüsü hukuk çerçevesinde temizliyor. Gerek bu günkü Kurmay başkanımız, gerekse bundan önce görev yapanlar, yargı ile hükümet ile uyum içinde ve son derece ciddi bir şekilde çalışıyorlar.
Son olarak “ ordunun yıpratıldığı- yargının yıpratıldığı şeklinde ortaya atılan iddialar, iddia sahiplerinin gafletidir ve hatta bu onların beklentileridir.
Göreceksiniz ki devletimiz, parlamentosu parlamentonun çıkarttığı hükümeti, Cumhurbaşkanlığı, Silahlı kuvvetleri, Yargı organları ile bu işin üstesinden gelecekler ve her şey netleşecektir.
Tabii ki tartışmalar olacaktır. Tabii ki birileri fikrini söyleyecektir. Tabii ki suçlular aranacaktır. Tartışmalar gerçeğin ortaya çıkmasında en önemli yoldur. Hatada ittifak olmaz. Ortada bir hata varsa. Bir yanlış varsa, hatta ihanet varsa suç varsa ortaya bu şekilde çıkacaktır.
Bence herkesin ittifak etmesi gereken tek nokta hukukun işlemesidir ve herkesin bu konuda yargıya güvenmesi gerekir.
son zamanlara kadar yanlış öğretilen bir atasözmüz geldi aklıma ....
HATA YAPMAYAN EŞEKTİR !
HATAYI TEKRARLAYAN EŞEKOĞLU EŞEKTİR ........
Derlermiş atalarımız ^^^^
Ocak 1st, 2010 at 21:23orduyu yıpratmak kimsenin hadine değildir olamazda . ama ordunun arkasına sığınıp da orduya çamur atimde yapışmazsa izi kalır diyenlerde artık bilsinler ki duvardaki boya artık iz bile bırakmaksızın tertemiz oluyor. söz ordudan açılmışken &&&&&sevgili kardeşim orduda hala şafak 60 sabırsızlıkla bekliyoruz....&&&&& saygılarımla ....