Ben Yapmadım Cemaat Yaptı Ben Yapmadım MB Yaptı Kolaycılığı Üzerine
Son işletme teorilerinde SWOT analizi diye (Türkçe karşılıkları ile S: Avantajlar W:Dezavantajlar O: Olanaklar T: Tehlikeler) bir terim sık sık kullanılır olmuştur. Sayın başbakanımız bu terimleri şöyle lehine çevirmektedir. Avantajları kendine yontmakta, dezavantajları “iç mihraklardan” yüklemektedir. Olanakları kendi becerisine bağlamakta, tehlikeleri “dış mihrakların” oyunlarından bilmektedir. Askeri vesayeti “geriletirken” kendi siyasi kararlılığını vurgulamakta, demokrasinin denetlenmesini cemaatin darbesi olarak görmekte, ekonomi iyiye gittiğinde kendi yeteneğini vurgulamakta, kötüye gittiğinde Merkez Bankasının özerkliğinden dem vurmaktadır. Bizde yiyoruz tabii ki… Ekonomik verileri okumayı bilip de yemeyenler de var tabii ki, tabii ki bunlarda küresel ve yerel “faiz lobisinin” oyunları (darbesi) oluveriyor haliyle… Haliyle faiz lobisine kanıp ürettiğinden fazlasını tüketen (borçla göreceli bir refah yaşayan) geniş kitlelerde ayağını yorganına göre uzatmayan becerisizlikler oluyor. Öyle mi acaba?
Makro iktisat teorileri, makro ekonomi politikalarının iktidarların tercihi olduğunu söyler. Büyüme ve kalkınma politikaları, para politikaları, maliye ve vergi politikaları, teşvik politikaları, kamu harcamaları, kambiyo politikaları, gelir dağılımı politikaları vs. makro ekonomik politikalarda tercihler iktidarların inisiyatifindedir ve sorumluluk da iktidarlarındır. Ekonominin diğer aktörleri (sermaye, girişimci, emek, KOBİ işletmecileri vs.) pozisyonlarını bu politikalara göre belirlerler. Dolayısıyla sosyal kesimler için “yorganın büyüklüğünü” belirleyen aslında iktidarın kendisidir.
Yorganın büyüklüğü (harcama) neye göre belirlenir? Gelir + Tasarruflar + Borç. Rahmetli Sabri Ülgener’in Milli Gelir, İstihdam ve İktisadi Büyüme kitabından az gelişmiş ülkeler için yaptığı tespitlerden iki teori hep aklımda kalmıştır ve hala güncel olduğunu düşünürüm: Azgelişmiş ülkelerin hastalığı “gösteriş için tüketimdir”. Ve “düşük gelir düzeyinde tasarruflarda düşüktür, çünkü gelirin önemli bir kısmı temel ihtiyaçlar için (yeme-içme, barınma/giyim ve konut) harcanır. Toplar ve bizim son 30 yıl makro ekonomi politikaları ile değerlendirirsek, dışa açılan ekonomimizle birlikte, önce gelirlerimizi tüketiyorduk, yetmeyince, tasarruflarımızı kullanıyorduk, o da yetmeyince, özellikle son 15 yılda, borçlanma yoluna gidiyorduk.
Bir yazımda, özellikle 2010 yılından sonra, faiz lobisinden çok, gayrimenkul lobisinin etkisinin ülkenin makro ekonomik politikalarına daha fazla nüfuz ettiğinden söz etmişti. Gayrimenkul, makro analizde, en nihayet bir tüketimdir. Buda bir azgelişmiş ülke hastalığıdır. Özellikle büyük kentlerde gayrimenkul gelirleri (konut+işyeri) birçok kişi için yatırım olarak görülmekte ve üretime dayalı gelirden daha fazlasını oluşturmaktadır. Bizim gibi 10 yılı aşmadan yaşanan ekonomik krizlerde paranın rantından (faiz geliri) daha sağlam bir gelir kaynağı haline gelmiştir gayrimenkul üzerinden elde edilen rant geliri. Çünkü para (döviz veya TL) bu kriz dönemlerinde devalüasyonların menfi etkisine açıkken, sermayedar dahil halkın geneli için gayrimenkul akmaz-kokmaz-batmaz-yıkılmaz bir yatırım aracıdır.
Küreselleşme ile sermaye ve bilginin milli sınır tanımaz seyyaliyeti (akışkanlığı) sonucu teknolojide ulaşılan otomasyon sayesinde üretim arzın sorunu aşılmış, talepte sıkıntı ile karşılaşılmıştır. Küresel ölçekte talepteki sıkıntı ise, dünya piyasalarına sunulan güya ucuz para arzı ile aşılmıştır. Ucuz para tüketimi eğilimi düşük (gelir düzeyinin yüksek olması nedeniyle) yüksek gelir grupları yerine tüketim meyli yüksek düşük gelir gruplarına “borçlana” koşuluyla verilmiştir. Bu durum özellikle gelişmekte olan ekonomilerde zaten bozuk olan gelir dağılımını daha da bozmuş, geniş halk kitlelerini ürettiklerinden daha fazlasını harcar (borçlanma yoluyla: tüketici kredileri ve kredi kartları yoluyla) duruma getirmiştir.
Sonuç olarak, geçici bir önlem olarak uygulanan 2011 krizi sonrası ekonomi politikaları, Dünya piyasalarına sürülen güya ucuz paranın sarhoşluğu ile kalıcı hale getirilmiş, bu da ekonomide reel üretimin artırılması ve teknolojik dönüşümde kullanılacağına, konut ve lüks araba dahil tüketimde kullanılmasına neden olmuştur. Güçlü ekonomiler için (dünyadan net kaynak ve rant (getirim) transfer etme kabiliyetinde olan ekonomiler) belki akılcı olan “paranın arz ve talebinin önceliğinde bir serbest piyasa ekonomisi, gelişmekte olan ekonomileri krizlere açık kırılgan hale getirmiştir.
Monetarist iktisat (paracı) politikaları ile “kıt olan kaynakların sınırsız ihtiyaçlar için” verimli ve adil yönetimi gelişmekte olan ekonomiler için, destekleyici iktisat ve kalkınma politikaları olmadan döviz kıtlığına dayanan krizlere neden olmaya devam edecektir.
Başa dönersek küresel ve yerel ekonomik krizlerden, makro ekonomi politikalardaki tercihleri (bu tercih iktidar olmanın hakkı ve gereğidir) nedeniyle iktidarlar sorumludur. Atılamayacak gol pasına (asist) koşmamak, zaten gol olamazdı, diye koşmayan hücum oyuncusunu (forvet) sorumluluktan kurtarmaz. 29.01.2014
Asım SES