Ben Seni Değil, Bizzat ‘kendimi’ Kıskanıyorum!..
Kıskanmanın kime yönelik olduğunu karıştırır dururuz hep bana kalırsa.
Başkasını kıskanıyor olduğumuz yanılgısını yaşarız, kıskandığımız kişinin aslında kendimiz olduğunu fark etmeden.
Sevdiğimizin yanında gördüğümüz ve onun için bir tehdit olarak algılayıp kıskandığımız insanların, gerçekte kendimiz için bir tehdit olduğunu aklımızdan bile geçirmeyiz ama gerçek tam da böyledir aslında.
Sevdiğimizi kıskanıyor sanırken, onu esirgediğimizi düşünürken karşı taraftan, esirgediğimiz tas tamam kendimizdir.
Kendimizi esirgediğimizi, sevdiğimize karşı kendi konumumuzu korumaya çalıştığımızı fark etmeyiz ‘O’nu başkalarından koruduğumuz yanılgısı içinde.
Hâlbuki bir başkasının varlığı veya olma ihtimali, sevdiğimiz için değil, bizim (kendi pozisyonumuz) için bir tehdittir ve rahatsız olmamızın özünde yatan şey bu gerçektir işte.
Onu kaybetmekten daha çok, onun gözünde ‘kendi yerimizi kaybetmekten’, yok sayılmaktan, hiç olmamış olmaktan veya olmamış sayılmaktan korkarız.
'O'nu bir başkasına kaptırma ihtimali değil, ondaki kendi yerimizi bir başkasına kaptırma ihtimali korkutur bizi.
Basbayağı bencil bir duygudur kıskançlık . ‘Ben’ merkezlidir ama ‘sen’ veya ‘o’ merkezliymiş gibi yanıltır insanı.
Şu sorulara cevap vermeyi düşündünüz mü hiç?
Bir başkasının varlığı veya olma ihtimali ortaya çıktığı zaman neden korkuyor ve rahatsız oluyorsunuz?
Böylesi bir şüpheyle dolduğunuzda içiniz ne hissediyorsunuz?
Kimi kimden ve neden kıskanıyorsunuz? Sizi rahatsız eden ve korkutan gerçek ne?
O insanın varlığı mı sadece veya o insan olduğunda ‘sizin daha az var olma veya hiç kalmama’ ihtimaliniz mi?
Sevgilinizin ona gitme ihtimali mi yoksa sizin ‘sevdiğinizin gönlünden gönderilme’ ihtimaliniz mi?
Sizin yerinize ben cevap vereyim bari; ‘’Tabii ki kendinizle ilgili olan kısmı! Yani (bizzat) siz!’’
Bir başkasına kızgınlığımız, hazımsızlığımız, o insanın kendi varlığından ötürü değil!
Özünde, o insanın varlılığın bizim varlığımızı ve konumumuzu tehdit ediyor oluşundan!
Gerçek bu işte!
Tas tamam bu!
Aynen bu!
Katıksız, yalansız ve kıvırtmasız bu!
Acı ama gerçek!
Sevdiğiniz bir başkasına gitse ve artık sizi sevmekten vazgeçse bile; bu, sizin onun sevmeye ve ona karşı derin duygular hissetmeye devam etmenize engel değil. Öyle olsaydı eğer, ayrılıkların ardından hala acılar çekilmezdi ve Atilla İlhan üstadın dediği gibi ‘ayrılıklar sevdaya dâhil’ kalmazdı.
Küt diye biterdi karşılıklı duygular eğer sevmemek için sevilmemek yeterli olsaydı.
Ama öyle değil işte, ol(a)muyor da! Ol(a)mayacak da!
Neyse.. Dağıtmayalım konuyu..
Onun başkasına ne hissettiği (veya hissetme ihtimali) sizin için neden bu kadar önemli diye sormuştum. Onun kendi hissettiklerinden ötürü mü, yoksa ‘size ne hissettirdiğinden ötürü’ mü?
Bulabildiniz mi yanıtı acaba? Kendinize samimi olup itiraf edebildiniz mi?
Yine ben söyleyeyim; aslında, sevdiğinizin (size veya başkasına) ne hissettiği değil, ‘size ne hissettirdiği’ veya (artık) ‘ne hissettirmediği’ önemli gözünüzde ve kıskançlığınız başkasından ötürü sevdiğinize veya sevdiğinizden ötürü başkasına değil! Siz öyle sanıyorsunuz sadece!
Kıskançlığınız düpedüz, kendinizden ötürü (başkasına).
Bir başkasının olma ihtimali bunun için işte kıskançlıkla dolduruyor içimizi.
İçinizi acıtan şey, onun size ne hissettiği değil, sizin ona (hala) neler hissediyor olduğunuz.
Canımızı yakan, içimizi kavuran kıskançlığımız bundan!
Önemsediğimiz (aslında) kendi duygularımız!
Önemsediğimiz şey ‘önemsenme biçimimiz ve dozu’.. Tercih edilme arzumuz.. Önemsediğimiz aslında alternatifsiz olmak/kalmak isteğimiz.
Kıskançlıktan ötürü yaşadığımız üzüntü, korkular ve hazımsızlıklarımız, sevdiğimizle ilgili görünürken özünde basbayağı ‘kendimizle ilgili’..
Bir başkası varsa...
Veya bırakın bir başkasının varlığını, ‘olma ihtimali’ bile varsa ortada, kişinin kıskançlıktan deliye dönmesinin sebebi sevdiği kişi değil, sadece ve bizzat kendisi. Çünkü bir başkasının varlığıyla tehdit edilen konum, sevdiğimizin bizim gözümüzdeki konumu değil, bizim onun gözündeki konumumuz.
Bizim onun gönlündeki yerimiz değil mi gerçekte kaybetmekten korktuğumuz? (Bana kalırsa aynen öyle!)
Ve ''kıskançlık bunun için bencildir'' diyorum işte!
Aldatıcıdır kıskançlık, korkaktır aslında! Falsolar yapar ve yaptırır!
Bir başkasına değer veriyor maskesiyle, özünde kendimize verdiğimiz değeri gizler kıskançlık. Kaçak güreşir!
Hadi itiraf edin artık!
Kıskançlık kaybetme korkusuyla beslenir, doğru! Ama bu korku, sevdiğini başkasına kaptırıp ‘onu kaybetme’ korkusu gibi görünse de; aslında kişinin ‘sev(il)diği yürekte kendini kaybetme’ korkusudur!
Yazınızı okudum
Eylül 13th, 2010 at 00:07Teşekkür ederim.
Çapar Kanat
Çiğ Süt üreticisi
Derine,doğru bir neşter vurdunuz. Çoğu zaman aşk dediğimiz şey de böyledir; kişinin benliği,özelde kalbi,birini sevdiği için o kişi,o birine aşık olur. Yani Aşık olanın kalbi böyle bir şeyi kendisi için(karşısındaki için değil!) istiyor diye aşık olur. Gerçek aşk,çok nadir bulunan bir vak'adır artık. Yani bir ölçüde aşk dediğimiz(etli-kemikli olan aşkı kast ediyorum),ruha derinlemesine sinmiş bir bencillikten başka bir şey değil. Fakat kıskançlık noktasında,eşlerin veya rafıkların kıskançlığı; örfi,dini,an'anevi,kültürel bir değerden kaynaklanıyorsa bu kıskançlık türünü o meş'um bencil kıskançlıktan ayırmak gerekiyor kanaatindeyim. Güzel bir konuyu işlemişsiniz.
Eylül 26th, 2010 at 22:07hürmetler!