content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

26 Şub

“Ben” Freninden Ayağını Çekmek!

Melayê Cezerî; Kê heqîqet dî bê mecaz. Yani; kim hakikati mecaz olmaksızın gördü, demiş…

Yani; mecaz olmadan hakikate ulaşmak mümkün değildir… Formüle edersek; Allah sevgisi hakikat, insan/varlık sevgisi de mecaz olduğuna göre, Allah’ı sevmek ancak mecaz olan insan/varlık sevgisi ile (insan sevgisinden sonra/insanı sevmeyi başarmaktan sonra) mümkün olacaktır…

Sevgi/sevmek o denli önemlidir ki gerçek manadaki imanın oluşmasında en önemli etken sayılmıştır. “İman etmedikçe cennete giremez birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız” demiş Peygamberimiz (s.a.s). Ve aslında ahrete gitmeden birbirimizi sevmeyerek dünyayı da 1926833_649011745154364_72070017_ncehenneme çevirdiğimizin farkına vararak; sevginin ne denli önemli olduğunu ve peygamberimizin ne demek istediğini anlamalıyız artık. Şayet bunu anlayamazsak, günümüzde yaşanan problemlerin çözüm bulması da zor olur. Bunu anlamayı engelleyen bencilliktir. Bunu aşmak, sevgiye ulaşmak ve sevmeyi başarabilmek için ise; “Ben” freninden ayağımızı çekmeliyiz.

İlk dönem Müslümanları ve zahitleri nezdinde Allah’ın dahi seven ve sevilen Mevla olması düşüncesi kabul edilmiştir. Ancak Cehmiyye ve Mu’tezile anlayışının ortaya çıkışıyla; seven ve sevilen Allah anlayışı da tartışılmaya başlamıştır.

Cehmiye, muhabbetin/sevginin sevenle sevilen arasında bir münasebetin/ilişkinin bulunmasını/olmasını gerektirdiğini belirterek Allah’ın gerçekten seven-sevilen bir niteliğe sahip oluşunu kabul etmemiştir.

Bu düşünce asrımız insanlarının sevgi anlayışında da hâkimdir; seviyorsan mutlaka bir ilişkin/münasebetin olmalı. Zira sevgileri de öfke ve nefretleri çıkar ilişki üzerine kuruludur. Ve bunun için de asrımızda: Sevmek, Sevgi; Karşılık bulan duygular olarak anlaşılmakta ev tanıtılmakta. Oysa bu, bizim anlayışımızda ticaretin tanımıdır sevginin değil.

Peki; ilişkisiz bir muhabbet/sevgi mümkün değil mi? İllaki bir ilişki mi olmalı? Peki, sevgi, sevmek veya sevgili nedir ki? Kaçımız tanıyoruz bunları. Kaçımız bunları nasıl gördüğümüzü anlatabiliriz...

Gazali’nin: Nihai makam ve en yüksek değerdir; şevk, üns ve rıza gibi ahlaki makamlar onun sonucudur dediği muhabbeti/sevgiyi, bizler nasıl tanıyoruz veya nasıl tanımlaya biliriz? Ayrıca şevk, üns ve rıza makamlarından yoksun olanların sevgi hakkında ahkâm kesmeleri ne kadar doğrudur.

İnsani bağlamda bence; onsuz geçen zaman diliminde; onunla hayal âleminde yaşamayı normal hayata tercih edebiliyorsan, seviyorsun demektir. Gıyabında her an onunla olma arzusu, huzurunda ise; gözlerine bakarak konuşmaktan utanma haline de aşk denir sanırım…

Onunla hemhal olmaktır sevmek. Düşünce âleminde birbirini düşünmeye yoğunlaşarak aynı duyguyu; acıyı, huzuru, kabd ve bastı yaşamak, usanmamayı tatmış olmak ve adını sayıklamak için yaşamaktır sevmek, günümüzdeki gibi; halinden anlıyormuş gibi davranmak değil.

“Bir kahvenin kırk yıl hatırı var” derler de herkes bilir ki o hatırın asrımız insanının gönlündeki değeri; kırk yıl değil kırk gün veya kırk dakika hatta gözden kayboluncaya kadardır… Hal böyle olunca asrımızda sevginin değeri ne olmuştur sizce…

“Sevgi benim dinim ve imanımdır” diyen İbnü’l- Arabî evrenin var oluş sebebini de sevgi/muhabbet olarak görmüştür… Herkes makamınca tanımlıyordur/tanımlamıştır sevgiyi belki de…

Oysa ben, bir merhabada buldum O’nu… Gönül odasını açıp buyur ettim…
Merakın peşine mi düşmüştü yoksa selam vermenin sevabına mı? Çıkaramamıştım… O kaldıkça gönül odamda ben de O’nu tanımaya başlamıştım. Ve tanıdıkça varlıktan kaybolmak istedim; hiç bilmediğim bir sokakta değil, dilinden dökülen sukut altınının huzurunda…

Meğer ne merakmış derdi ne de selamın sevabı… Merakımı gidermek ve selamından ikram etmekmiş derdi…

Bir ara niyetlendim O’nun gönlünü almaya… Ama geri durdum bu niyetimi icra etmekten, neyime güvenerek dediğimde, cevap bulamayışımın verdiği ürkeklikten…

Gönül sevgiden dolayı yerini yurdunu şaşırmış bir kuşa benzemişse ve bir nefeslik ömrü kalmışçasına çırpınıyorsa şayet, merak etme; son bulur o çırpınışlar O’nun toprağında yeşeren ağacın dalında zaten…

Niyetim sabittir, bakidir ama… Kendimde güç bulamadığımdan postaya vermişim bir gül yaprağıyla niyetimi bilesin.

Beğenmeyip iade etmek istediğinde niyetimi, adres sormana gerek yok. Sadece; “her şeyden vazgeçen” yazman yeterlidir. O bana ulaşacaktır bilesin…

Bir’in gönlüne talibim; ellerim, O’nun için yazar… Ayaklarım O’nun için koşar... Gözlerim onun için bakar… Gönlüm her yeni günde O’nun için atar… Adanmışın adanmışı olmuşum ben…

Bilindik tümceler tat vermeden silinir dimağımda… O’nu düşünürken kaybetmişim O’nu heyhat! O’nun adıyla kurulmuş dünya… O’nun bastığı yerde yükselmiş sarmaşıklar… O’nun kokusundan divane olmuş ve ettiriyor âşıklar…

Düşen kar bile erimez O’nun ateşine düşmeden…

Bir’in gönlüne talibim… Söylenmiş sözlerle değil, kurallı cümlelerin emrinde değil, tıka basa dolu şiirlerle değil…

Yollarda savurdum, rüzgârın önüne kattım gönül yükümü… Bak bomboş içi istedim ki adın doldursun gönül heybemi…

Artık ne gecenin bir saatini düşünmek, ne de yağacak yağmurun akışını izlemek istemekteyim…

Her saatte O… Her yağmur damlasında O…

Başkasının gönlünü almaya niyetlenenler, ilkin kendi gönüllerinden vazgeçmeliler, bilirim... Seviyorsan şayet “Ben” freninden çek ayağını…

Etiketler : , , , , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank