Ben Ali’den Yanayım
Hz. Osman 3. Halife olarak seçildikten kısa bir süre sonra “yönetimdeki zafiyetten dolayı” dâhili huzursuzluklar başlamış, Halife’nin bu huzursuzluğu dikkate almayışı sonucunda iş isyana dönüşmüştü.
Bu süreçte iyi niyetli çabalar netice vermeyince, aralarında Hz. Ebu Bekir’in oğlu Muhammed’in de bulunduğu itirazcı/isyancı grup Hz. Osman’ın (RA) evini kuşatmışlardı.
Gün geçtikçe kuşatma ile ilgili tedirginlikler artıyor, epeyce uzun süren bu kuşatmada ümmetin rahatsız olacağı bir olayın gerçekleşmemesi için İmam Ali bizzat kendi evlatlarını Hz. Osman’ı korumak üzere görevlendirmişti. Ama maalesef bu kuşatma Hz. Osman’ın isyancılar tarafından şehid edilmesiyle noktalanmıştı.
Hz. Osman’ın şehadetinden hemen sonra ashab ve tabiinin seçkinlerinden büyük çoğunluk İmam Ali’ye biat edip onu 4. Halife seçtiler. Ümeyye oğulları ise meşru halifeye biat etmeyip Hz. Osman’ın yerine kendilerinden birisinin halife olmasını daha doğru ve hak olarak görüyorlar ve bu emellerine ulaşmak için entrikalara başvurmaktan çekinmiyorlardı.
Henüz isyan dinmemiş, kaos artarak sürüyor, buna rağmen İmam Ali muhalifleri; “Osman’ın intikamını istiyoruz” diye Halife Ali’yi sıkıştırmaya başladılar. Hz. Ali muhalifleri, Hz. Osman’ın kanı konusunda Hz. Aişe validemizi ve diğer bazı sahabeyi de ikna ederek meşru ve seçilmiş/biat edilmiş halifeye karşı mücadele başlattılar. Bu karşı mücadelede herkesin niyeti farklı olsa da Hz. Aişe validemiz ve ashaptan bazılarının halisane talepleri “Osman’ın katillerinin cezalandırılması” idi. Normal şartlarda bu doğru bir talepti. Ne var ki Hz. Osman’ın katillerinin kimlikleri ve sayısı konusunda dahi anlaşmazlık varken, kimisi “katilleri bize teslim edin” diyor, kimileri de “katillere derhal kısas uygulansın” istiyordu. Bu kargaşada, Medine’nin o günkü şartlarında katillere hemen kısas uygulamak ya da katilleri Hz. Osman’ın akrabalarına teslim etmek daha büyük olaylara sebebiyet verecekti. İmam Ali de; “biraz bekleyin, mevcut kargaşayı bitireyim, gereken hukuki süreci başlatacağım, nasıl olsa olaya karışanlar bir yere gitmiyorlar”, diyordu.
Kısa sürede anlaşıldı ki mesele Hz. Osman’ın kanı değilmiş…
“Ali acilen ve mutlaka gitmeli” sloganıyla olaya müdahil olan Muaviye’ci gurup ile çoğu yeni yeni Müslüman olan sinsi bedevi kesim; “kesinlikle beklemeyeceğiz, Osman’ın katilleri bize teslim edilmezse bunu savaş sebebi sayarız”, diyorlardı.
İlginçtir, Muaviye ve taraftarlarının “onlar Hz. Osman’ın katilleridir, onları bize teslim edin” diye itham ettikleri şahıslar arasında olaya karışmamış olan ashaptan çok değerli şahsiyetler de bulunuyordu. Bu yüzden İmam Ali, “ortalık durulansın, beraberce katilleri tespit edip gereken cezayı verelim” diyordu. Eğer Hz. Ali bu topluluğu muhaliflerine teslim etse muhalifler “kısas uyguluyoruz” diyerek bunları öldürecekti. O zaman da Hz. Ali hem masumların da katledilmesine vesile olacak hem de kendisine en büyük desteği veren aileleri karşısına alacak, bu da daha büyük bir kargaşaya yol açacaktı. Zaten muhaliflerin tek amacı Ali’nin etrafını boşaltmak, Muaviye’ye iktidar yolunu açmaktı.
Uzatmayayım, anlaşmazlık neticesinde Hz. Ali ile Hz. Aişe validemiz karşı karşıya geliyor. Cemel Savaşı oluyor. Savaşta 13 bin sahabi ve tabiin katlediliyor. Yenilen Hz. Aişe Resul-i Ekrem’le yaşadığı “Ben-i Av’af’ın köpekleri” diyalogunu hatırlayıp savaşı sona erdirse de Muaviye’nin muhalefeti ve halifelik hırsı dinmiyor, kargaşayı ve her şeyi mubah gören gayr-i ahlaki mücadelesini sürdürüyordu.
Olay bu eksende seyrederken pusuda bekleyen Yahudi ve Hıristiyanların da sinsi müdahaleleriyle Ali’ye karşı oluşturulan fitne cephesi gittikçe büyüyordu. Neticede;
Hakem tayini sonrası meşru Halife İmam Ali’nin vekili Ebu Musa el-Eş’ari Muaviye’nin vekili Amr ibn el-As tarafından kandırılıyor ve Hilafet görevi Ali’den alınıp Muaviye’ye veriliyor. Böylece asıl “meselenin Hz. Osman’ın kanı ve katillerinin teslimi olmadığı” da, bunun Ali’ye yönelik açık bir kumpas olduğu da herkes tarafından anlaşılıyordu.
“Meşru olmayan bir biçimde isyan eden Muaviye, hileli yollarla hilafeti ele geçirdi. Ve bilindiği gibi Sıffin hadisesi yaşandı. Sıffin'de isyancı Muaviye taraftarları savaşı kaybedeceklerini anlayınca mızraklarının ucuna Kur'an sayfalarını astılar ve ‘aramızda Kur’an hakem olsun, Kur’an varken neden savaşıyoruz’, dediler. Bu bir hile idi ve kelimenin tam anlamıyla Kur'an'ı kullanmaktı…”
Yazı uzamasın diye özün özü, İmam Ali Hariciler tarafından hakem hâşâ- “kâfir oldu” diye şehid ediliyor, böylece Muaviye ve Yezid’e saltanat ve zulüm yolu açılıyor.
Açıkça söyleyeyim, sahabenin Hz. Osman’a itirazını yerinde, lakin olayı isyan ve 3. Halifenin şehadetine vardıran boyutu yanlış buluyorum.
Şimdi ise İsrail ve Neo-Con’ların destekleriyle başta Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya ve diğer mağdur Müslüman bölge halkların umudu olan başbakan R. Tayyip Erdoğan’a yönelik operasyona tanıklık ediyoruz.
Bu olaylar ışığında 17 Aralık 2013 operasyonu ve sonrasındaki gelişmelere baktığımızda “yolsuzluk var, yargı yolsuzluk yapanları ortaya çıkarsın “ diyenlerle, “Osman’ın katilleri dediğimiz bütün şahıslara derhal kısas uygulayın ya da katil dediğimiz herkesi bize teslim edin” diyenler arasındaki “yedi farkı” bulmak mümkün görünmüyor.
“Yolsuzluk var, yargıçların soruşturmasına izin verin” diyen cemaat önderleri ve destekçileri KOÇ-DOĞAN gibilerin başbakan Tayyip Erdoğan’ın çevresini boşaltmak istedikleri gün gibi aşikârdır.
E müsaade edin de başbakan da olup bitenlerin bu kadarını bilsin…
Twitter: @ahmetay_