Bayrak-Flama Aaaaaç!
Geçtiğimiz haftanın “Gezi” gündemlerinden biri de AKM’ye asılan bayraklar ve afişlerdi.
Otoritesi tamamen sarsılan ve ülkenin en büyük şehrinin, en önemli meydanında kelimenin tam anlamıyla bir “kurtarılmış bölge” oluşmasına engel olamayan devletin derdi tabi ki bu bayrakların oradan indirilmesiydi. Devlet Baba, kendi bayrağından başka her bayrağa olduğu gibi bunları da bir “tehdit”, bir “meydan okuma” olarak gördü.
Ne var ki direnişçi gençler içinde de “benzer” düşüncelere sahip olanlar yok değildi. Bunların büyük bir kısmı “hareket sahipleniliyor” feveranıyla bayrak-flama açanlara tepki gösterdi. Kendilerini “Şirinler Köyü’nde” zanneden bir kısmı ise romantik apolitik hülyalar içinde “canım hepimiz kardeşiz, sadece Türk Bayrağı olsun” zırvalarına devam ettiler.
Toplasan bin üyesinin orada olmadığı (toplasan bin üyesi var mıdır ki zaten?), seçimlere katılamayan, katılsa da aldığı oy binde biri geçmeyen, sittin sene de geçmeyecek olan sosyalist partiler sabahtan akşama kadar direnişi sahiplense kaç yazar, onları kim ciddiye alır?
İnsan, doğası gereği bir yere bağlanmak, ait olmak ister. Bu aidiyet duygusuyla benliğini korur, egosunu tatmin eder. Ülkeler, milletler, dinler, futbol kulüpleri, siyasi partiler, cemaatler, örgütler, sendikalar, dernekler bunun için vardır. “Ben şuraya aitim” diyebilmek için...
Her toplumsal ayaklanmada, itirazda, eylemde, mitingte, grevde kitlelerin katılımını, grupların hareketini sağlayan da bu aidiyet bağıdır. Evinin önündeki ağaç kesildiğinde kılını bile kıpırdatmayan orta-sınıf bir insanın, Çarşı’nın peşine takılıp Taksim’e yürümesindeki sır budur; takıma bağlılık, kendisini bir birey olarak değil, bir kulüp üyesi olarak görmesi, tanımlaması.
Muktedirlerleri, güç sahiplerini, sermayedarları korkutan da, bireylerin tek tek değil, gruplar halinde hareket etmeleri ve kararlar almalarıdır. Tek başına sokağa çıkarsan, değil iktidar, civciv bile korkutamazsın.
Bugün Gezi Parkı’nda 20 gündür mücadele veren, devlet terörüne direnen, kendilerine yeni bir yaşam kuran, ülkeye yeni bir muhalefet ruhu kazandıran bu insanları tek tek orada toplamanın bilinen bir yolu yoktur. Formül, altlarında toplanacakları bayrakları oraya çağırmaktır.
Kendi adıma, hiç bir bayrağa, flamaya, sembole, gruba, klana, örgüte sempatim yok. Buna Türk Bayrağı da dahil... Hiç bir partinin üyesi, hiç bir takımın taraftarı değilim. Kaldı ki aidiyet bağı beni korkutur, soğutur, tiksindirir. Ancak şunu biliyorum, eğer bir grubun üyesi olsaydım daha aktif, daha katılımcı olacaktım. İşin doğası budur.
Üstelik, eylem tecrübesiyle, insan gücüyle orada olan bir grubun -velev ki Merzifonlu Katolik Taşfırın Ustaları Derneği olsun- kendilerini, varlıklarına dair bir alamet göstermelerinin ne kötülüğü var?
Sokaklara akan, meydanlara dolan herkesin eline Türk Bayrağı tutuşturmak gibi bir saçmalığın ortaya koyacağı o tek renklilik, tek düzelik ile yüzlerce grubun meydana getirdiği o şenlik gibi, festival gibi renk ve ses cümbüşünü karşılaştırın kafanızda. Konunun militarist, faşizan yönünü saymıyorum bile...
“İllegal örgütler” , “terör örgütleri” konusuna gelince... Buradaki fotoğrafta, polis müdahalesi olmadan önce AKM cephesinde asılı olan afişler ve sahipleri belirtilmiş. Fazla yorum yapmaya gerek yok.