Batı, Ezel-Ebet Türk, TC ve İslâm Düşmanıdır
Adalet güneşi Düvel-i Muazzama’yı tarihe gömen alçak, küstah, karanlık ve kapitalist, emperyalist zihniyet; Osmanlı’nın 1/25’inden ibaret bakiyesi Türkiye’ye “özgürlük, zenginlik ve mutluluk” hakkı tanımamış, Asil Türk milletini ebedi zillet, ıstırap, esaret ve sömürülmeye mahkûm etmiştir bir kere!
Bu nedenle, 1960 itibarıyla dünyanın en ileri, modern ve müreffeh devletleri arasına yükselen TC’nin 27 Mayıs’la beli kırılmış, çökertilmiş ve fazla değil sadece üç yıl içinde; (bütün yatırım ve birikimler tarumar edilmek suretiyle) ülke Batıya muhtaç hale düşürülmüştür. Zira 1960 devrimini yapan dâhili ve harici bedhahlar, hasetle malul hırsız-yolsuz, iktidarı gasp edenler ise Türk-İslâm, hak, adalet, hukuk, ilim ve insanlık düşmanı diaspora’lardır.
İkinci (sınıf, SSCB, Irak ve Suriye gibi) Cumhuriyet’in; 150’likler, kadrocular ve kökü M. Suphi’ye dayanan aydınlıkçıların nesep/çömez ve artçılarına ihale edilen misyonun amacı: Cumhuriyetin birikimleri, kurumları ve değerlerini önce yozlaştırıp, çürütmek, sonra berhava ederek Anadolu’yu, Lozan’da ‘vaad edilen’ Batı’ya peşkeş çekmektir. Dolayısıyla 27 Mayıs, Türk milletinin istiklâl ve istikbalini gasp etmiş ve peyderpey düşman unsurların eline terk ve teslim etmiştir.
Bu cihetle:
Şu an için yargılanması gereken 12 Mart, 12 Eylül veya 28 Şubat değil; Kesinlikle ve mutlaka 27 Mayıs 1960’dır.
Çünkü!...
27 MAYIS, ihanet, kast-ı mahsus ve şeamettir...
Türk Milleti ve Osmanlı bakiyesi TC Devleti’nde bu süreçte:
1. Milli Eğitim sistematik olarak ve nispi bir hızla dejenere ve deforme edilerek, 27 Aralık 1947'de CHP tarafından imzalanan ve “Fulbright Antlaşması” olarak anılan” Türkiye ve ABD hükümetleri arasında Eğitim Komisyonu kurulması hakkındaki anlaşma’nın sonucu olarak, bütünüyle Amerikalı uzmanlar ve CIA tarafından, Amerikan çıkarları doğrultusunda biçimlendirilmeye başlandı.
2. Harici bedhahlarla birlikte kurgulanan ve dâhili bedhahlarca (dönme, devşirme ve sabetay) uygulamaya konulan senaryo gereği: Önce, “Barış Gönüllüsü” adı altında 15.000 civarında CIA ajanı getirildi ve bütün Anadolu’da alenen faaliyet göstermelerine izin verildi. Yukarda Yalçın Koçak’ın bahsettiği; Büyük felâketlerin sebep, kaynak ve dayanağı olacak biçimde “Bilimsel normlar, tedrisat ve müfredat” yozlaştırıldı, çürütüldü ve dejenere edildi.
3. Türk Ordusunda ‘Kışlanın Peygamber Ocağı olduğu şuur, onur ve gururunu yaşatan’ ne kadar Müslüman, namaz kılan, sağduyulu, milliyetçi, namuslu, dürüst üst subay, ast subay, askeri öğrenci ve mütedeyyin personel varsa tamamı emekli edildi; askeri okullara giriş şartları değiştirilerek, dönme ve devşirmelere yol açıldı;. Atatürk tarafından yasaklanan masonluk ve mütemmimleri tekrar açılıp, ihya edilerek, asker kişiler mason, lions ve rotaryen olmaya teşvik edildi... Orduevlerinde ateist, Hıristiyan inancının ibadet içkisi olan şarap ve türevleri serbestçe kullanılmaya başlandı, buna mukabil samimi milliyetçi, vatansever Türk ve hakiki Müslüman gençlere Peygamber Ocağı’nın kapıları kapatıldı. Kutsal ocakta, bazı Milli Savunma Bakanları ile kuvvet komutanları generaller dâhil olmak üzere, her derece ve düzey yolsuzluk, hırsızlık, görevi ihmal ve suiistimal aldı yürüdü. Çok nadir örnekler hariç, bunların üstüne gidilmedi…
4. Bu genel bozulum, çürüme, yozlaştırma ve dez’enformasyona paralel: Kamu-özel ayrımı olmaksızın bütün alan ve sektörlerde gasp, hırsızlık, yolsuzluk, soysuzluk, hortumculuk, görevi ihmal ve suiistimal; Rüşvet, iltimas, kayıt dışılık ve kaçakçılık alabildiğine arttı, çoğaldı. Ahlâksızlık, onursuzluk ve sorumsuzluk teşvik edildi, önü alınamaz, siyasi-sosyal, bilimsel ve kültürel değer-kalite kaybı önlemez hale geldi. Ülkemiz suç ve suçlu, cürüm cennetine döndü. İtaat, fazilet, adalet ve sadakat unutuldu. Cehalet, yokluk ve yoksulluktan kaynaklanan travma, sinir, stres ve gerilim geçimsizlik illetini yaydı. Aile hayatı derinden sarsıldı, boşanmalar tavan yaptı. Fiyatlar, vergi ve harçlar/haraçlar katlanarak arttı. Hayat giderek çekilmez hale getirildi.
5. 27 Mayıs 1960’a kadar kimsenin aklına gelmeyen ve asla telâffuz dahi edilmeyen, Ermeni soykırımı, Kürt sorunu, Dersim isyanı, Alevi-Sünni meselesi, anarşi, terör ve tedhiş gibi; Devletin temeline dinamit koymaya matuf “ihanetlikler” 1963’den itibaren ısıtılmaya başlandı. Bugün mutazarrır olduğumuz çoğu ihanet şebekesi bizzat cunta, parti ve hükümetler eliyle kuruldu. Aynı yıl cunta, Avrupa ülkelerine, domuz ahırı bakıcılığı, süpürgecilik, diğer pis, aşağılık süfli işler, ağır sanayi ve maden işçiliği yapmak üzere, ezeli düşman Batıya ‘Türk vatandaşı’ ihraç etmeye başladı. Daha 1937 ve müteakip 1960’larda ‘nitelikli Avrupalı iş gücü’ istihdam eden Türkiye Cumhuriyeti için bu, utanç verici, yüzkarası bir durumdu…
Üstelik lânetli vesayet ve cunta-sulta zamanında başlayan bu “Türk Milletini çürütme, eritme, milli hafızayı silerek yozlaştırma ve köleleştirme;, Türkiye Cumhuriyeti’ni özgür, adil, kuvvetli-kudretli, muktedir, hâkim ve hükümran, 1. sınıf bir dünya devleti” olmaktan çıkartma, çökertme, bölme ve parçalama çabaları: İlk Cunta’dan sonra da, hız kesmeden günümüze kadar sürüp geldi. Cemal Gürsel’den sonra gelen bütün (sözde) erkân-ı devlet şürekâsı; Encümen-i Daniş, Loca, Mahfil ve manda manipülâsyonlarının dışına çıkamadı. Üstüne üstlük bunların hepsinin yüzünde Atatürk maskesi, ellerinde insan hakları, hukuk ve Demokrasinin (!) kılıcı vardı. Ama aralarından asla bir demokrat, adil ve insan haklarına saygılı adam çıkmadı..
BUNA RAĞMEN!...
Hiçbir düzen partisi ve sulta hükümeti “27 Mayıs’ın” üstüne gitmedi.
Adına, utanmadan “mahkeme” denilen “yassı-ada” çadır tiyatrosu ile mapushaneler, DP toplama kampları ve sürgün yerlerinde DP’li üye ve yöneticilere reva görülen insanlık dışı, yüz karası, utanç verici, alçakça, düşmanca muamele; Eziyet, zulüm, işkence, taammüden cinayet ve 16 -17 Eylül katliamlarının hesabı sorulmadı. Belki de sorulamadı!..
Neden Atatürk’ün 36 yıllık Anayasa’sını çöpe attınız?
Niçin Cumhuriyete ara verdiniz?
Milli Devlet prensibini “neden ve niçin” anayasadan çıkarttınız?..,
Diyebilen, sorabilen olmadı!..
Her yeni gelen, bir öncekini hayâsızca akladı. Lâğımlar beyaz sayfalarla örtüldü. Hain, hortumcu, şerefsiz ve soysuzlar ihya edildi. Cinayetler ‘faili meçhul’, gasp, irtikap-batak ve hotumlar “kamu zararı” hanesine yazıldı. 60’dan günümüze, meclis ve yüce divan müthiş bir aklayıcı-paklayıcı oldu. Bu da yetmedi, TBMM’nin “hükümranlık hakkı” AİHM’ne verildi!..
Çok ağır diye TCK (Türk Ceza Kanunu) suç odaklarına bayram ettiren, masum ve mazlumu çileden çıkartan bir “AB dayatmalı hafifletme” işlemine tabii tutuldu. En kötüsü de, şeamet ve şer başı, bebek katili bir eşkıya uğruna “idam” cezası kaldırıldı. Gerektiğinde, mutlaka tatbik edilmesi Allah’ın emri olan “idam cezasının kaldırılması” cemiyet için büyük bir uğursuzluk ve hayırsızlık olmuştur.
SENARYO GEREĞİ !...
Kurgulanmış senaryo gereği milletin hali, kimyası ve iradesi; esnek, muğlâk ve kurnaz tuzaklarla donatılmış yasalarla itile-kakıla, ötelene-dışlana buralara kadar taşındı. Şimdi artık ‘demokrasi, hak ve eşitlik kavramı, adalet ahlâkı ve Cumhuriyet’ yok, halka danışmak gibi bir devlet umuru kalmadı. Millet seçemiyor, seçilmiyor; sadece vesayet, cunta, sulta ve parti sahiplerince ‘düzen’lenmiş ve hukuk’a-ahlâk’a aykırı yasalara uydurularak halk önüne ötelenen listeleri oylanıyor, oylamayanlar cezalandırılmakla korkutuluyor.
Dolayısıyla millet, sosyolojik olarak şok geçirmekte ve buna paralel büyük bir travma yaşamaktadır. Her hususta insanları ürküten ağır bir korku, baskı, tehdit ve tedirginlik hâkim vaziyette. Kurumlar birbirinden, alt makam üst makamdan, memur amirden, amir memurdan, vekil parti sahibinden, koca karı-karı kocadan, çocuk babadan tedirgin. Hâsılı vatandaş korku, kaygı, panik ve stres içinde çile çekiyor, zulme maruz kalıyor. İntihar ve boşanmalardaki artış korkutuyor. Yerel yönetimler/hükümetler yüzünden ‘doğal depremler’ bir kâbus, azap, afet ve felâkete dönüşüyor; Günde 15 kişi trafik kazalarına kurban gidiyor, suç türü ve oranları süratle artıyor. Zaten gergin olan toplum, bir de yeni açılımlarla geriliyor.