Başörtülü Kadın Aday
Her seçimin öne çıkan tartışma konuları olmaktadır. Belli ki 12 Haziran 2011 Genel Seçimlerinin önemli tartışma konularından birisi de başı örtülü kadın milletvekili adayı olup olmayacağıdır. Şu aşamada aday olup olmayacağı tartışılırken, aday listeleri kesinleşip ilan edilince, listede eğer başörtülü kadın varsa, seçilip seçilemeyeceği, seçilmesi halinde ise TBMM’de başını açıp açmayacağı, başını açmadan nasıl milletvekili yemini edebileceği ve milletvekili görevini nasıl yapabileceği tartışmaları daha uzun süre gündemde olmaya devam edecektir. Bu tartışmaların belki hiç hatıra getirilmeyen tarafı ise, Türkiye’de olmasıdır. Halkının yüzde 99’unun Müslüman olduğu bir ülkede böyle bir konuyu tartışma konusu yapabilenlere mi hayret etmek gerekir? Yoksa Halkının yüzde 99’luk Müslümanlığına mı hayret etmek gerekir? Tartışma belki Litvanya da, Vatikan’da, Portekiz’de olsaydı anlaşılır açıklanabilir tarafları olabilirdi. Ancak Türkiye gibi bir ülkede böyle bir tartışmanın olabilmesini yalnızca hayret kavramı ile de açıklamak hayli müşkül bir mesele durumundadır.
Dikkat edilirse eline mikrofon alan herkes, hukuk devletinden ve onun faziletlerinden, herkesin bu hukuk devleti ilkesine sadık kalmasının mana ve öneminden söz ettikten sonra, Türkiye’nin de bir Hukuk Devleti olduğu iddiası ile konuşmasını bitirmesidir. Üstelik Türkiye’de yürürlükteki anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerinden birisi olan ikinci madde de Türkiye’nin “hukuk devleti” olduğu iddiasına yer verilmiştir. Kanunsuz bir suç olmayacağı hukukun en genel geçer kuralı sayılmasına rağmen, başını örtenlerin seçilmelerini engelleyecek bir hukuk kuralı da Türkiye’de olmayışına rağmen bu yasak devam etmektedir. Her halde bu yasak bile tek başına Türkiye’nin ne yaman bir hukuk devleti olduğunu göstermeye yetebilir.
Ortalama bir hesaplama ile Türkiye nüfusunun yarısı kadınlardan onların da yarısı başını örtenlerden oluşursa bu da Türkiye nüfusunun yüzde 25’ine tekabül eder ki aşağı yukarı 17 milyon kadar bir sayıya denk gelmektedir. Bu on yedi milyonun okuma hakkı, kamu kuruluşlarında çalışma hakkı ve nihayet seçilme hakkı yoktur. Ara sıra bazılarının, Türkiye’nin İsviçre’den önce kadınlara seçme ve seçilme hakkı verdiği iddialarını ne ölçüde ciddiye almak gerekir? 2011 Türkiye’sinde 17 milyon kadının halen okuma-çalışma ve seçilme hakkı yoktur. Başörtülü kadınların bu haklarını savunuyor görünen tv’lerde bir tane başörtülü spiker yoktur. Haklarını savundukları kadınlardan bir tanesini kendileri çalıştırmazken başkalarının çalıştırmasını heyecanla savunmaktadırlar. O tv’lerde başörtülü kadınlar daha çok evliya ve köy filmlerinde görülebilmektedir.
Türkiye’de tek parti dönemi ile birlikte İslam’a ait her türlü görüntü “kamusal alandan” özenle ve ısrarla yok edilmiştir. Doğrudan başörtüsü yasağı öngören bir yasa olmadığı halde en tartışılamaz maddeler arasında böyle bir yasak varmış gibi 90 yıla yakın bir zamandan beri bu yasak uygulanabilmiştir. Halkın büyük çoğunluğunun desteği ile iktidar olan AKP döneminde de bu yasak bazı alanlarda gevşemiş olsa bile esas olarak varlığını sürdürmektedir.
Kapatılma endişesi nedeniyle olacak AKP, katıldığı ilk iki genel ve yerel seçimlerde bir tane başörtülü milletvekili ve belediye başkan adayı göstermemiştir. Üstelik okuma-çalışma ve seçilme hakları ellerinden alınan bu 17 milyonluk sessiz çoğunluğun büyük çoğunluğu da muhtemelen AKP’ye oy vermeye devam etmektedir. Ancak AKP yönetimi her seçimde yeniden bunlara sabır tavsiye ederek aday listelerini başörtülü adaylara kapatmaktadır. 2011’den itibaren Türkiye’de “ileri demokrasi” uygulamasının olduğu iddialarından sonra hala başörtülü bir kadının aday olup olamayacağının tartışılması bu ileri demokrasiyi yalnızca bir mizah konusu yapmaktadır. Eğer Haziran 2011 genel seçimlerinde de AKP aday listesinde başörtülü adaylara yer verilmezse, AKP’nin bu konuda yasakçı çevrelerle bir çeşit gizli mutabakatı olduğu iddiaları inandırıcı hale gelecektir. Sekiz yıldır başı açık bayanları, başörtülü kadın seçmenlerin oyları ile belediye başkanı, meclis üyesi, milletvekili ve bakan yapan AKP’nin bu büyük yanlışından vazgeçtiğini ortaya koyması gerekir. Buna rağmen başörtülü adaylara listesinde yer vermeyen AKP’ye insani hakları engellenen bu 17 milyonluk kitlenin oy vermesi, aşağılanmaya razı oldukları, ikinci sınıf görülmeyi, itilip kakılmayı içlerine sindirdikleri sonucu çıkacaktır. Böylesine aşağılanmaya itirazı olmayanların, diğerleri ile eşitlik isteklerinin de çok fazla anlamı da olmayacaktır.
Tek parti diktasının mirasçısı CHP’nin yeni genel başkanı Sayın Kılıçdaroğlu ile birlikte değişeceği artık CHP’nin de hak ve özgürlüklerden yana bir çizgiye geleceği beklenir ve umulur olmuştu. Ama CHP başkanı, başörtülü kadın aday göstermeyecekleri gibi bu konuda meclis iç tüzüğündeki olmayan yasakları hatırlatarak oturduğu koltuğun hakkını vermeye çalışmıştır. Zaten CHP var olduğu günden beri halkın seçme ve seçilme hakkının önünde engel olmuştur. CHP “ancak benim uygun gördüklerimi seçebilirsiniz” denilebilecek despot bir anlayışın siyasal organizasyonudur, tarihi mirasçısıdır. Sayın Kılıçdaroğlu CHP’nin başında iken aksine bir tercihte zaten bulunamazdı. Geldiği sosyal çevre de aslında hak ve özgürlükler konusunda oldukça ikirciklidir. Kendi azınlık çevreleri için istediklerini asla sessiz çoğunluk için istemezler. O çoğunluğun baskı altında sindirilme denemelerini, askeri darbeleri büyük bir memnuniyetle alkışlamaktan da geri durmamışlardır. Belki bu yüzden o çevre Kemalizm’in de en heyecanlı savunusudur.
MHP’nin 17 milyon kadının okuma, çalışma ve seçilme sorunlarını, sorun saydığını zaten bilmiyoruz. Üniversitelerle sınırlı bir başörtüsü serbestliğinin dışında orta öğretimle, çalışma hayatıyla ve seçilmeleriyle ilgili MHP’nin zaten açıkladığı bir görüşü de yoktur. 1999 Genel seçimlerinde Antalya’dan başörtülü milletvekili adayı gösterdiği halde TBMM’de yemin töreninde onun başını açtırarak, başörtülüler cephesinde yol açtığı bozgun ise ne inanılacak ne de unutulacak cinstendir. Ancak aynı MHP başörtülü 17 milyonluk kadın kitlesinden oy alırken itiraz etmiyor. Onların oylarını kazanılmış bir hak gibi kendisi için doğal sayabilirken sıra onların doğal ve meşru taleplerine gelince duymaz, görmez ve konuşmaz olmayı tercih etmektedir. Tıpkı AKP gibi MHP’de dürüstlük ve bir ahlak sınavı ile karşı karşıyadır. Oyunu talep ettiği bu sessiz kitleden aday göstererek onların insani ve İslami taleplerine kayıtsız kalmadığın göstermek zorundadır. Aksi halde, dini yalnızca gerekli zamanlarda istismar edilebilecek müsait bir alan olarak gördüğü iddialarını haklı çıkarmış olacaktır.
PKK’nın partisinin ise zaten böyle bir sorunu yoktur. O cephe genel olarak İslam’ı, “Kürtlerin asimile edilmesinde bir araç” olarak gördüğünden, her türlü İslami şiarı da Kürtlerin sırtında bir yük saymaktadır. Başörtüsü gibi bütün Müslümanları ilgilendiren bir konu zaten PKK’nın hısım değil hasım olduğu bir konudur. Orada Zerdüşt’ün, Stalin’in söyledikleri daha çok makbul durumundadır.
faydalı yazlarınız için teşekkürler...selamlar
Nisan 4th, 2011 at 16:59