Basında Makyavelist Devrim
Dilek GAPPİ
G-Ö-Z-L-E-M
Doğan-Erdoğan atışması da taraflar zarar görmeden geçer elbet bu ülkede. Neler geçmedi ki?
Türkiye’de siyasi iktidarlar, medya rantı ve yolsuzluk üçüz kardeş oldu artık.
Arada bir bu tür çıkar çatışmalar doğmasa, yani işler yolunda gitseydi karşılıklı güç dengeleri üzerinde kurulu hukuksuzlukları nelerin örttüğünü yine yeterince algılayamadan pembe tabloların izleyicisi olmayı sürdürecektik.
Başbakan Kelkit’deki çiftliğe gitmeye devam edecekti, Aydın Doğan Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne taşıdığına inandığı iktidarı övmeyi sürdürecekti.
Olmadı, bir yerlerden kırıldı da, bizler aslında bildiğimiz, artık doğal karşıladığımız , kanıksadıklarımızın altında yine hangi hazin hazinelerin gömülü olduğunu bir kez daha gördük.
İki tarafın açıklamalarından başlıklara baktığımızda aklımızda kalanlar
** Başbakan: “Madem Hilton arazisi Belediye’nin işi o zaman neden bana geldin ey Aydın Doğan”
** Aydın Doğan: “Başbakan’a rafineri kurmak istediğimizi söyledik. Rafineriyi bizim Çalık grubu kuracak söz verdik. İşin içinde Berliscuni var, Putin var dedi”
Olay neden çıktı? Yüzyılın iyilik fasonculuğunu yapan hareketin yolsuzluk dosyalarıyla ilişkilendirilmesine kızdı. Başbakan’ın konuşmalarına dikkat ediyoruz, kendisini Alman makamlarının verdiği bilgilerle ilişkilendirdikleri için öfke kusarken, zaman zaman tanık olduğumuz “işin ucu nereye giderse gitsin araştırılsın, bizim alnımız açık” yaklaşımından eser yok.
Medyanın öncelikli işlevi tencere dibin kara seninki benden kara gerçeğinin ortaya çıkmasıdır artık.
İç acıtıcı olan bir Başbakanla, medya patronunun karşılıklı düştüğü durum değil, kamu yararını esas alması gereken başta siyasi iktidar ve medya gibi iki güç merkezinin içinde sıkıştığı vahim tablodur.
***
Bu ülkede çok değil, 25 yıl önce gazeteciliği halkın yararına bir misyon olarak gören, objektif tarafsız şekilde görev yapabilmek için gerekirse bedelini canıyla ödeyen gazeteciler vardı.
Gazete sahipleri banka, holding, rafineri peşinde değil, gazetesini ayakta tutmamın peşindeydiler.
Onun öncesinde, birçok gazeteci toplumsal kaygılarla yarı aç yarı tok mesleğini sürdürmek için amansız bir mücadele verdiler.
Şimdi bütün bunları düşünmek bile ütopik, romantik hatta saftiriklik oluyor.
Artık ardında bir holding ve veya siyasi iktidar olmayan gazetelere yaşama şansı tanınmıyor. Hatta müstehzi bir gülümseme ile “işiniz çok zor” denilirken, hangi gerçeklikleri kanıksadıklarını bile bilemeyen aydın beyinler, ağır ağbiler kol geziyor.
***
Eski basın kanununda, bir kişi, bir yayın kuruluşunda ancak % 20 hisseye sahip olabilirdi. Büyük medya kuruluşlarının baskısıyla, Ecevit Hükûmeti döneminde, % 20 ortaklık payı, % 20 izlenme payı olarak değiştirildi. Anayasa Mahkemesi, % 20 izlenme payının da tekelleşmeye yol açabileceği gerekçesiyle, Parlamento'dan boşluğun doldurulmasını isteyerek yasanın ilgili maddelerini iptâl etti; Sahipliği sınırlayan hükümler tamamen ortadan kalkmış oldu. Ancak bu boşluğu 6 yıldır doldurmak iktidarın işine gelmedi.
Peki zihniyetleri yenilemek artık 21. yüzyılın algısında gerçekten zor mu ?
Einstein’ın dediği gibi “mevcut zihniyetimizle yarattığımız sorunları aynı zihniyetle çözmemiz mümkün değil. Sorunları çözmek istiyorsak yeni bir zihniyet yaratmalıyız.“
Basının 4. kuvvet değil, ticari kuvvet olduğuna yönelik zihinlerimizi ele geçiren; amacın aracı meşrulaştırdığı makyavelizm sarmalından kurtulmak artık imkansız mı ?
Belki de şöyle sormak daha doğru
Tüm bunları sorgulayamadığımız sürece bu kayıkçı kavgasında kimin kayığın üstünde kalacağının anlamı var mı ?
Doğan mı, Erdoğan mı ?