Başbakan Yetkisine Sahip Çıktı
Başbakan Erdoğan, AK Parti Gençlik Kongresi'ne sinevizyon aracılığıyla yaptığı hitâbede, 'Hiçbir zaman seçilmişleri atanmışlara kul etmeyiz' diyerek son on günde yaşanan 'devlet krizi'ne son noktayı koymuş oldu.
Aslında ortada gerçek bir kriz yoktu. Kendisine istismar edecek konu bulamayan muhalefet ve yetkisini düşüncesizce aşan bazı sorumlular, 'sanal' bir kriz oluşturarak Türkiye'nin on günlük zaman kaybına yol açtılar.
Lâkin, çok temel bir meselenin tartışılmasında, saflar her zaman olduğu gibi, millî iradeden ve demokrasiden yana olan 'seçilmişler' ile bürokrasiden yana olan 'atanmışlar' şeklinde gene ikiye ayrıldılar. Bir tarafta, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Hükûmet ve AK Parti Grubu vardı; diğer tarafta ise, CHP, MHP, BDP ve bazı bürokratik kişi ve kurumlar bulunuyordu.
***
Daha önce de yazdığımız gibi, 'kuvvetler ayrılığı', demokrasinin vazgeçilmez bir ilkesidir. Aslında 'Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir'. Millet bu egemenliğini, esas itibariyle kendi seçtiği milletvekillerinden meydana gelen yasama organı/ meclis eliyle kullanır. Yürütme organı olan Hükûmet, Meclis tarafından seçilir ve yetkili kılınır. Yargı organı ise, yasama organınca yapılan Anayasa ve kanunlar tarafından görevlendirilir ve yetkili kılınır.
Cumhuriyet'in ilk döneminde 'kuvvetlerin birliği' esası hâkim olmuş ve yasama ile yargı, yürütmenin emrine verilerek güçlü bir dikta yönetimi kurulmuştur. 1950 seçimleriyle demokrasiye geçilmiştir ama 1924 Anayasası'nın esintileri devam etmiştir.
1961 Anayasası ile 'kuvvetler ayrılığı' ilkesi benimsenmişse de darbeci cunta tarafından hazırlatılan bu anayasa, millet iradesinin ve siyasetin alanını daraltmış; kuvvetleri sadece ayrı olarak değil bunları birbirine zıt ve infiratçı kurumlar olarak değerlendirmiştir. 1982 Anayasası da 'siyasîlerin tencereyi pisletmesi' zihniyetinden kurtulamamış ve yürütme organını budamaya çalışmıştır.
***
27 Mayıs sonrasında Demirel ve benzeri korkak ve oportünist politikacılar, darbe anayasalarının kendilerini hapsettiği alanları zorlayacaklarına, vesayet rejiminin gittikçe darlaştırdığı sınırlar içinde kalmışlar ve millet tarafından seçilmiş olmanın hakkını verememişlerdir. Ne yazık ki, Türkiye'de daima atanmışlar seçilmişlerin önüne geçmişlerdir. Bunu değiştirmek isteyen demokrat devlet adamları, 'sivil dikta' ithamıyla ve darbelerle karşılaşmışlardır.
Türkiye'de, tek parti dönemindeki siyaset adamları haricinde, 1950'den beri seçilmiş ve yetkilerini genişleterek diktatörlüğe heveslenmiş tek siyaset adamı gösteremezsiniz. Menderes ve Özal anayasal yetkilerini, militarizmin ve jüristokrasinin engellemesine rağmen kullanabilmişler, Demirel ise bu konuda hep ricat hâlinde olmuştur.
Bürokratik, militarist ve jüristokratik vesayet müdahalelerini cesaretle bertaraf eden Başbakan Erdoğan ise, yürütme erkinin kendisine verdiği yetkileri, antidemokratik sınırlamalara aldırmadan bîhakkın kullanmıştır.
***
Recep Tayyip Erdoğan, bu memlekette dokuz yıldır Başbakanlık yapmaktadır. Bu dönem zarfında, anayasal ya da yasal değişikliklerle kendi yetkisini arttırdığı tek örnek gösterebilir misiniz?... MİT Kanunu'ndaki son değişiklik sonucunda da Başbakan'ın yetkisi eski hâline göre hiçbir şekilde arttırılmamıştır.
Başbakan Erdoğan, sadece kendi yetkisine, daha doğrusu devletin düzenine sahip çıkmış ve Türkiye'nin bir kaosa sürüklenmesini önlemiştir.
Başbakan'ın şu sözü, bizce sadece bir temenni değil, gerçekçi ve doğru bir tespittir: 'Devletin kurumları ve milletin evlâtları arasında bir çatışma ve husumet yoktur, olamaz.'