Başbakan Bu Kez Çok Haklı
Boşuna dememişler, “Hafıza-i beşer nisyanla maluldür” diye.
İnsanoğlu, geçmişini çok çabuk unutuyor. Hele aradan birkaç 10 yıl geçince, hiç hatırlamıyor bile.
Önceki gün, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Deniz Baykal arasındaki polemik mutlaka dikkatinizi çekmiştir.
Başbakan Erdoğan, partisinin grup toplantısında Deniz Baykal’ın enerji bakanı olduğu dönemde, benzin alabilmek için rüşvet verdiğini söylemişti konuşma yaptığı kürsüden...
Öğleden sonra da, Başbakan’ın bu konuşmasını cevaplayan Deniz Baykal da, rüşvet vermeye meyilli olan Başbakan’ı
suçlamış, “Rüşvet veren adam, rüşvet de alır...” diyerek, karşı bir atakta bulunmuştu.
Tabii bu konuşmasının ardından CHP’nin nasıl bir parti olduğunu uzun uzadıya dinleyenlere aktarmıştı.
Ancak dikkatimi çeken de, CHP ile ilgili söylediği sözlerin çok büyük bir kısmı, her nedense Cumhuriyet’in kuruluş dönemlerine ait kriterleri ve özellikleri yansıtıyordu... Hiç kendi dönemine yönelik elle tutulur bir değer göremedim doğrusu.
Neyse, asıl söylemek istediğim, karşılıklı yapılan bu suçlamalarda, bu kez Başbakan’ın çok daha haklı olduğunu belirtme isteğimdir.
Sayın Baykal, iyi bir demagog ama bu kez bence çok yanlış konuştu.
O dönemi hatırlayanlar çok iyi bilir ki, rüşvet vermeden benzin almak mümkün değildi.
Evet, ben de dahil, arabası olan herkes benzin istasyonlarında pompacılara herkes, yanlış anlamayın evet herkes, rüşvet veriyordu.
Aksi takdirde benzin alması mümkün değildi.
Bu durumda, Sayın Baykal’ın belirtmesine göre hepimiz rüşvet verdiğimize göre, rüşvet almaya da meyilliyiz demek ki!..
Tabii kendisi o dönemde bakan olduğu için, deposu dolu arabalara bindiğinden, halkın nasıl bir çaresizlik içerisinde görmesi mümkün değildir.
Allah bir daha bu ülkeye o günleri yaşatmasın.
Benzin de dahil olmak üzere, yağdan şekere kadar hiçbir mal doğru dürüst bulunmuyordu. Ancak, ya rüşvet veren ya da bedelinin birkaç katını verenler, istediği malı bulabiliyordu.
Sayın Baykal, grup toplantısında “Ülkenin 70 sente muhtaç olduğu dönemler!..” derken, acaba ülkeyi o duruma kimlerin, nasıl getirdiğini de hatırlamıyor muydu?
Düşünebiliyor musunuz, arabası olan her vatandaşa ayda sadece 30 litre, yanlış okumadınız otuz litre benzin kullanma hakkı tanınmıştı.
O da, valiliklerden aldığınız karnelerle ancak alabildiğiniz miktardı. Yani günde ancak ve ancak 1 litre benzin kullanma hakkınız bulunuyordu.
Hem de, İstanbul gibi trafiğin yoğun olduğu bir kentte ayda 30 litre kime yeterdi ki?
Bir de, o dönemlerde, yani 1980 öncesi araçların büyük çoğunluğunun ya Amerikan arabası, ya da çok benzin yakan Avrupa arabaları olduğunu düşünürseniz, 30 litrelik benzin ya bir günlük, ya da en fazla iki günlük ihtiyacı karşılıyordu.
Peki bu durumda araç sahipleri ne yapıyordu?
Tabii 30 litrelik istihkaklarını bir seferde alıyor, pompacıya o günün şartlarına göre 10 ya da 20 lira vererek, karnelerine 3 veya 5 litre olarak işlettiriyorlardı.
O dönemlerde “Ben benzin için rüşvet vermedim” diyen ya yalan söylüyordur, ya da arabası yoktur veya arabasını kullanmıyordur...
Bir de, 30 litre benzinden artık pompacının insafına göre almaya çalışanlar, saatlerce benzin kuyruklarında bekler, sıranın kendisine gelene kadar, dur kalk yaparak, en az bu sırada da 4-5 litre benzini havaya harcarlardı.
En kötüsü de, tam size sıranın geldiği sırada veya önünüzde 3-5 araç kalmışken, benzinin bitmesi, en kahredici durumların başında geliyordu.
Çünkü, belki en az 10 saat benzin kuyruğunda beklemişsiniz, arabanızın içinde uyuyup, dur kalklarla deponun sonundaki benzini de harcamışsınız ve tam size sıra gelmiş, pompacının “Kimse beklemesin, benzin kalmadııııı!...” şeklindeki feryadı, amiyane tabirle kafayı sıyırmanızın bir yansımasıydı adeta.
Benzin istasyonlarında sıra yüzünden kavgaların, rüşvet yüzünden sille tokatlı yumruklaşmaların, hatta ve hatta taşlı sopalarla araç sahiplerinin birbirlerine girmesi ise son derece sıradan görüntüleri oluşturuyordu.
Hiç unutmuyorum, ablamın evleneceği gün, Kadıköy yakasında bir benzin istasyonunda gecenin saat 22.00’sinde girdiğim sırada, ertesi gün öğlen saatlerinde ancak 10 litre kadar benzin alarak çıkabilmiştim.
Hatırlıyorum da, zenginler evlerinin bahçelerine koca koca çukurlar kazdırarak, içlerine tanklar koyup, büyük rüşvetler vererek, benzin istasyonlarına giden tankerleri kendi kurdukları depolara yönlendiriyorlardı.
Gariban vatandaş da, saatlerini hatta günlerini benzin istasyonları önünde tüketiyordu.
Evet, Türkiye işte o günlerden bu günlere geldi. Ama dediğim gibi şimdiki nesil bunları hiç bilmiyor.
Benim en çok yadırgadığım ise Deniz Baykal’ın, grupta yaptığı konuşmada, Başbakan Erdoğan’ı rüşvet verdiği için, ima yollu olarak da rüşvet almakla suçlaması karşısında, dinleyenlerin alkış yağmuruna tutmasıydı.
Dikkat ettim de, alkışlayanlar arasında bu günleri unutanlar çoğunluktaydı!..
Hiç kimse de çıkıp da, o günleri hatırlamadı bile.
Demek ki, Sayın Baykal başbakanın nezdinde, ben de dahil pompacıları zengin eden milyonlarca insanı rüşvet verdiği gibi rüşvet almakla suçlamıştı.
Ne diyelim, demek ki bir hayli yaşlanmış Baykal!.
Hafıza kaybıyla bir de genel başkanlık yapıyor...