Barış, Huzur ve Bayram…
naylondan gülleri değil de çocuklarını kokladığında bayramlar bayram olur…
Bayram; çocuklarınla, ailenle olma(N)ktır…
Çocuklar, anne- babalarını, büyüklerini ziyaret ettiğinde bayramlar bayram olur…
Ramazandaki kazanımlardan dolayı kalpler yumuşamamışsa ve sevinçler paylaşılmıyorsa, dargınlık ve kırgınlıklar son bulmuyorsa; akraba, dost ve komşular ziyaret edilmiyorsa; öksüzler ve kimsesizler sevindirilmiyorsa ve en önemlisi feryat eden mü’minin yardımına koşulmuyorsa bayramın anlamı kalır mı?
Bu bayram, İslami karaktere sahip olan bir bayramdır… İslam; selamet, huzur, esenlik ve barış demektir…
"Bin dost az, bir düşman fazladır" sözünün sahibi ve peygamberimizin (s.a.s.),“Ben, ilmin şehriyim Ali de kapısıdır” iltifatına mazhar olan Hz. Ali: "Feza boşluğu düşmanlar ile dar, iğne deliği de dost ile meydandır" demiştir…
İşte tüm mesele burada düğümlenmektedir: Düşman edinerek dar ettiğimiz bu feza! Düşmanlıktan ötürü daralan kalp sahiplerine bu feza ve kâinat artık yetmemektedir.
Ve islam; “Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir. 7/199” sloganıyla fezanın daraltılmasını değil, iğne deliğini dahi genişletebilecek olan yolu bizlere gösteriyor…
“Sen af et!”
Bırakın düşmanlığı veya kendimize reva gördüğümüz hakları mü’min kardeşimize reva görmeyerek bu sebepten kardeşimize kıymak veya onu öldürmek, kin dahi tutmamak…
Habil ve Kabil hikâyesinde; Habil’in mirasçısı olmak, Kabil’in değil… Senin görevin ve yapman gereken; “Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.” Hitabı mucibince davranmak… Ya oluşturduğunuz kin, nefret, haset…
Hani nerede o “Bir mü’minin bir mü’min ile üç günden fazla küs kalması haramdır” anlayışı… Bir tarafın hakkını vermek için başkasını mağdur eden adil değildir. Ve hüküm verirken adil davranmayan da zalimdir… Zalimlere ‘bayram’ ne gerek! “Zalimler için ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı. 42/8”… Mü’min zalim olamaz…
Nerde bayram! Nedir bayram?
“ Meryem oğlu İsa da şöyle dedi” bu konuda doğru bir gerekçelerinin olduğunu veyahut bundan vazgeçmeyeceklerini görünce onları delil ile susturmak için: “ Allah’ım, üzerimize gökten bir sofra indir de bizim için bize bir bayram olsun ” yani indiği gün hürmet edeceğimiz bir bayram olsun. Burada geçen îd (devr eden) neşe demektir. Bunun içindir ki bayrama îd denilmiştir.
Arapçada: Îd denilen ve aslı Farsça bezrem/bezrâm olan bayram; "sevinç ve eğlence günü" demektir.
Peki, dünyada ve islam coğrafyasında bu kadar Müslüman kanı akıtılırken sevinçli miyiz, mutlu muyuz? Mutlu olabiliyor muyuz? Bu akan kanın çoğunun ‘Müslüman’ eliyle akıtılıyor olması da ayrıca esef, üzüntü ve acı vericidir… İllaki bizim canımız mı yanmalı, üzgün olmamız için…
Hep beraber hatırlayalım, ne demişti Nebi (s.a.s.)…
Numan b. Beşir’den (r.a) rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.s) şöyle buyurdu: “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.”
Uzuvlarımız bir bir kopartılıyorken neler hissediyoruz? Yoksa imanımız felç mi geçirmiş!
Bize dokununca mı ‘ümmeti ve kardeşliği’ hatırlamalıyız… Hangi ümmet ve hangi kardeşlik?
Hz. Hüseyin’i (r.a.) ve yanındakileri çocuk, kadın ayırımı yapmadan susuz bırakan, Fırat nehri ile aralarına giren ve su içmelerine dahi izin vermeyenleri hatırlayın! Onların da kendilerince onları haklı çıkaran sebepleri vardı… Ve onlar da ‘Müslüman’ idiler… Ve muhtemelen onlar da bayram yapıyorlardı…
Tarih, aynen tekerrür etme yolunda hızla akıyorken; bayram, bayram olur mu? Evet, yapılan kötü eylemleri kınıyoruz belki, fakat unutulmamalıdır ki; yaptığı kötülüğün aynısını yaptığından ötürü başkalarını ayıplayan veya kınayan kişi, ayıplanmaya ve kınanmaya daha layıktır.
“…Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez. (Yardım istediğinde) onu kendi hâline bırakmaz…” demişti Nebi (s.a.s.)… Kendi zulmünü görmeyip ötekinin zulmüne küfretmek de zülümdür. Ve mü’min zalim değildir, zülüm edemez, etmemelidir…
Zülüm işlenen coğrafyada bayram olmak, bayramı beklemek! Hakkı, adaleti, eşitliğin sağlanmasını, emniyet ve güveni tesis etmenin müslümanlardan değil de başkalarından beklendiği bir dönemde bayramı karşılamak! Yardımın artık müslümanlardan değil de başkalarından ümit edildiği bir zamanda yaşıyor olmak! Müslümanın müslümana yardım edemediği bir dönemde bayramı yaşamak!
“Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları (muhacir/kardeşlerini)kendilerine tercih ederler. 59/9”
Bu ayet ışığında, sahabenin nasıl bir aşkla birbirine bağlı ve kardeş olduklarının ispatı ve dahi bizler için de ders çıkarmamız gereken bir tabloyu paylaşmak isterim.
Şöyle ki; bir sahabe, savaşta kahramanca çarpışan amcaoğlunun yaralanıp yere düştüğünü gördü. Yanında bir miktar su bulunuyordu. Yere düşerek inlemeye başlayan amcaoğlunun yanına yaklaştı. Suyu ona vereceği sırada, başka bir yaralının "Su, su!" diye bağırdığı duyuldu. Şahadet şerbetini içmek üzere olan amcaoğlu, eliyle işaret ederek suyu diğer yaralıya götürmesini istedi.
O sahabe de suyu hemen ona götürdü. O anda başka bir yaralı yine ölüm anında idi ve "Su, su!" diye inliyordu. Suyu içmek üzere olan ikinci yaralı da; eliyle işaret ederek suyu öbür kardeşine götürmesini istedi. Suyu üçüncü yaralının yanına yetiştirdiğinde, dünyadan irtihal etmiş olduğunu gördü. Hemen kendisine en yakın olan ikinci yaralıya suyu götürmek için koştu bu sefer… Onun da şahadete kavuşmuş olduğunu gördü. Bu sefer bari amcaoğlu içsin diyerek, amcaoğlunun yanına geldiğinde; onun da ahirete göçmüş olduğunu gördü. Hiç kimseye nasip olmayan su, böylece Huzeyfe'nin elinde kaldı.
İşte Huzeyfe, ellerinde kalan su ve Yermük Savaşı! Ya bizler, bizler nerdeyiz?
Nerde feragat duygusu! Hani kardeşlik… Kardeşler kardeş olmayınca neylesin bayram, boynu bükük ve mahzun… " Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi (Müslüman) kardeşi için de arzu etmedikçe mü'min olmuş olmaz." diyen bir peygamberin (s.a.s) ümmeti olan bizler, kendimize ne zaman bir çeki düzen vermeyi düşünmekteyiz acaba!
Sair zamanlarda helal olan yeme-içmeyi dahi yasaklayan bir ayı geride bırakırken, her demde yasaklanan zulme devam ediyorsak hala, kendimizi, samimiyetimizi ve teslimiyetimizi gözden geçirmeliyiz… Zira bana göre oruç: nefsin esir aldığı takvayı, nefsin şehevi zincirlerinden kurtarıp azad edebilmektir... Gelin hep beraber; emmare olan nefsimizin elinde esir olan takvamızı azad ederek gerçek bir bayramı yaşayalım…
Müslümanların bir aylık oruçlarını yüzlerinin akıyla tamamlayarak Allah’ın, “Oruç benim içindir; onun karşılığını ben vereceğim” müjdesine mazhar oldukları için eğlenip birbirlerini ziyaret ettikleri, hediyeleştikleri; çocukların, fakirlerin ve kimsesizlerin sadaka verilerek sevindirildiği gündür bu gün. Bu günü yapacağımız haksızlıklarla kirletmeyelim…
Barışın huzura, huzurun da bayrama dönüşebilmesi için, islamî esaslara dayalı bir kardeşliğin tesis edilerek toplumun her kesiminden müslümanları kardeş kılan ve Allah’ın arzu ettiği biçimde bu kardeşliği yaşayarak ve yaşatarak bayramı bayram kılalım… Hep birlikte Allah'a karşı olan sorumluluklarımızın bilinciyle hareket etmeliyiz…
Evet, ramazan bayramı müslümanların iki bayramından birisidir. Ramazan ayında tutulan bir aylık orucun bitiminde Şevval ayının ilk üç günü müslümanların bayram günleridir. Fıtır sadakasından ötürü ramazan bayramına, "Fıtır bayramı" da denilmektedir.
Bu bayram gününe bizleri kavuşturduğu için, yüce rabbimize hamd ediyor, sevgili peygamberimize salât ve selam ediyor ve bayramımızı gerçek manada bayram etmesi için Allah’a niyazda bulunuyoruz…
Unutulmamalıdır ki İslam; her zaman diliminde yaşanması gereken bir dindir. Bu bağlamda ramazan ayında kazanılan iyi ahlaklarımızı devam etmeli ve dinlerini bir güne sığdıranlar gibi bizler de; bir ayin dini olmayan dinimizi, bir hafta veya bir aya indirgememeliyiz…
Bizi Allah’a hakkıyla kulluktan alıkoyan ve hakkıyla kardeş olmamıza engel olan nefsimizin kötü arzu ve isteklerini ramazanda kontrol altına aldığımız gibi bu yaşam tarzını hayatımızın her deminde ikame etmeye çalışmalıyız…
Bu duygu ve temennilerle ramazan bayramınızı gönülden tebrik ediyor Rahman olan Rabbimden; tuttuğumuz oruç, verdiğimiz fıtır sadakası, okuduğumuz Kur’anı kerim, kıldığımız namaz ve teravihleri dergâhı izzetinde makbul ve mebrur eylemesini niyaz ediyorum…