Bandırma’nın Kıymetini Bilmiyoruz
Evet, tüm açık yürekliliğimle söylüyorum ki, biz yaşadığımız kentin değerini, Bandırma’nın kıymetini bilmiyoruz.
Yüce Yaradan’ın bize bahşettiği doğal güzelliklerin yanı sıra, insan unsuru olarak yaptığımız eklentileri de en hoyratça bir şekilde kullanarak, bu canım kente zarar verebilmek için elimizden geleni gösteriyoruz adeta.
Derler ya, “Balık derya içredir, deryanın kadrini bilmez...” diye. İşte o balıklardanız sanki. Bandırmalılar olarak...
Bu kenti, el birliği ile güzelleştirmek, daha çağdaş, daha eğitimli ve daha görsel güzellikler cenneti yapmak yerine, aksine cehenneme çevirmek için adeta bir yarış içerisindeyiz sanki...
İhanet ediyoruz, ama farkında bile değiliz.
..........................
Doğma büyüme Bandırmalı değilim. Ama bu kenti belki de doğma büyüme Bandırmalı’dan daha çok sevdiğime inanıyorum.
İstanbul’daki hısım, akrabalarıma, arkadaşlarıma ne diye hava atıyorum biliyor musunuz?
“Saat 10.00’a doğru, balkona çıkıyorum... Sağa bakıyorum... Bir düdük sesi... Bandırma-İzmir trenini uğurluyorum... Derken, ardından bir başka düdük sesi... Bu kez soluma bakıyorum, hızlı feribot İstanbul’a doğru yol alıyor... Bu kez onu uğurluyorum... Mis gibi deniz havasını ciğerlerime çekip, başımı göğe kaldırıp, bu güzelliklere sahip olduğum için Allah’a hamd ederken, peşpeşe geçen F-16’larımızı selamlıyorum. Ardı ardına... Hemen evimin önünden ise Bandırma’nın en işlek caddesi olan Ordu caddesi yer alıyor. Otobüsü, kamyonu, taksisi, motorsikleti... Hepsi önümden adeta resmi geçit yapar gibi...”
İnanın, bunları söylüyorum. Ve onları çatlatıyorum.
Bırakın Türkiye’yi... Dünyanın kaç şehrinde, böylesine aynı anda dört ayrı taşıtı bir anda görme ve onları uğurlama şansına sahip, kaç insan vardır?
Ben o mutlu azınlıklardan biriyim işte!..
Böylesine bir mutlu azınlık olduğum için de doğruyu söylemek gerekirse, gurur duyuyorum.
..........................
Bandırma’nın önceki gün kent konseyi toplantısı vardı.
Bu kent yıllar yılı “kent meclisi... kent meclisi...” diye feryat figan bağırdı durdu. Amaç, Bandırma’da yaşayan herkesin, kentin yönetimine katkı sağlamasıydı.
Daha sonra bir aralar danışma meclisi adı altında benzeri bir oluşum kuruldu. Ama o günkü belediye başkanının ağlama duvarına dönüştü. Yürümedi. Belki bir iki Ankara yolculuğu yapılıp, o günün şartlarında Gönen Barajı ile ilgili girişimde bulunuldu. O kadar.
Sonra zaten unutuldu gitti. Danışma meclisi de dağıldı tabii ki. Yürümedi yani. Ya da yürütemedik.
Seçimler oldu, iktidar değişikliği yapıldı. Yeni belediye yönetimleri, yeni belediye meclisleri oluştu.
Bandırma’yı ele alırsak, mecliste sürekli olarak “kent konseyi dile getirilir oldu. Özellikle muhalefete mensup meclis üyeleri, kuralım da kuralım diyordu.
Derken, merkezi iktidar, yeni bir belediye kanunu çıkarttı ve bunun içinde de kent konseyleri kurulmasını artık kanuni zorunluluk haline getirdi.
İlerleyen dönemlerde, yönetmelikler, tüzükler çıkarılarak, kent konseylerine hayatiyet kazandırıldı. Bu çerçevede Bandırma’da da altı ay önce bir kent konseyi oluşturuldu. Bir takım eksikliklere, bir takım aksaklıklara ve yanlışlıklara rağmen, yine de kuruldu.
Kent insanının büyük bir sosyal ihtiyacını karşılamak, yaşadığı kente her yönden katkısını sunmak için oluşturulan kent konseyinin, Barış Manço Kültür Merkezi’nde ikinci olağan genel kurul toplantısı vardı önceki gün...
Balıkesir Gazeteciler Cemiyeti’ni temsilen toplantıya giderken, içimden “Acaba oturacak yer bulabilir miyim?” diye düşünüyordum.
Çünkü, altı ay önce ilk konsey toplantısında bir hayli yoğun bir katılım olmuş, birçok kişi de ayakta kalmıştı. Aşağıda yer bulamayanlar sinema salonunun balkonuna çıkmıştı. Doğrusu katılımın ne kadar yüksek olduğunun bir göstergesi olduğu için, bu ikinci toplantıya giderken, yer sorunu ile karşılaşıp karşılaşmayacağımı düşünüyordum.
İlk şoku, salona girişte yaşadım. Ben diyeyim 60 kişi, siz deyin 70 kişi... Fazlası asla yok.
Anlayacağınız sinema salonu bomboş gibi...
Saat 14.00’te başlaması gereken genel kurul toplantısı, kent konseyinin yürütme kurulunun ve belediye başkanının yerini almasına rağmen, belki daha gelen olur denilerek, biraz daha beklenildi... Ama gelen olmadı.
Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunması ile başlayacak olan toplantıda, bu kez de bir ses sorunu yaşanmaya başlandı. Koskoca sinema salonunun böylesine berbat bir ses tesisatına sahip olduğunu düşünmek bile korkunç.
Kim mikrofonu eline alıyorsa, bir uğultu, tiz bir şekilde bir ötme tüm salonu kaplıyor, salondakiler ister istemez kulaklarını tıkamak zorunda kalıyor. Konseyin yürütme kurulu başkanı Bandırma Belediye Başkan Yardımcısı Mehmet Aslaner, bir ara mikrofonla adeta oyun oynamak durumuyla başbaşa kaldı. Ne zaman eline mikrofonu aldıysa, ötme, çınlama, vınlama ortalığı sardı. Bu arada da, İstiklal Marşı krizi yaşandı. Hazır mı değil mi diye...
Böylesine bir hengame arasında, sunumu yapan Konsey sekreteri, katılımcıları saygı duruşuna davet etti. Saygı duruşunda bulunurken, birden korkunç bir gürültü ile olduğumuz yerde hepimiz sıçradık. Sonuna kadar açık olan hoparlörlerden bir müzik sesi geliyor, ama anlamak mümkün değil. Eminim herkes, ne çalıyor diye düşündü.
Müziğin ilerlemesi ile çalınanın İstiklal Marşı olduğunu zor bela da olsa anladık. Tabii bizler anlayana kadar, müzik de bir hayli ilerlemiş olduğundan, herkes ayak uydurmaya çalıştı çalan müziğe... Fakat, doğrusu hiç kimse de ayak uyduramadı. Neden mi? Öylesine bir İstiklal Marşı müziğiydi ki, aradan bazı yerleri çıkartılmış olduğu için, satırlar atlana atlana zor bela uyum sağlanmaya çalışıldı. Ama tabii ki sağlanamadı...
Ben, hayatımda böylesine berbat bir müziği İstiklal Marşı diye dinlememiştim. Kim böyle bir sabotajda bulunur anlamak mümkün değil. Acaba bununla ilgili bir işlem yapılacak mı, çok merak ediyorum...
...............................
Kent konseyi toplantısı gecikmeyle, kaosla başladı ve devam etti.
Konsey bünyesinde oluşturulan kimi komisyonlar, bu altı ay içerisinde aktif bir şekilde çalışmış, raporlar hazırlamışlar. Hepsine, buradan bir kere daha teşekkürler.
Fakat, bir kısmı ise bırakın rapor hazırlamayı, bir araya bile gelememişler.
Madem, bu kent için altı ay içerisinde 1-2 saatini feda dahi edemeyeceksen, o zaman neden komisyonlara girmeye çaba harcarsınız ki? Ne garip.
İlk kuruluşu hatırlıyorum da, millet komisyonlara girebilmek için sanki yarış halindeydi.
Sonuç... Tabii ki fısss.
Her komisyonun başkanı ya da ilgilisi, mikrofona gelip, yaptığı çalışmalar hakkında bilgi verirken, yapılması gerekenleri de birer öneri şeklinde dile getirdi.
Şunu özellikle vurgulamak gerekir ki, kent konseyleri sadece birer öneri sunma görevleri ile yükümlü. Herhangi bir yaptırım ve uygulatma güçleri tabii ki yok.
Yine de, bu kentte yaşayan ve bu kent konseyi içerisinde yer alan sorumluluk sahibi herkesin, bir şekilde katkı sağlaması da kaçınılmaz olmalı.
İsterdim ki, bu kent hakkında söyleyecek sözü olan herkesin bu toplantıda yer alıp, söyleyeceklerini söylemesini. Böyle bir toplantının hafta içerisine ve özellikle de öğleden sonra bir saate sıkıştırılmasının sakıncaları ve yanlışlıkları da ortaya çıktı.
Bir sonraki toplantı, mutlaka cumartesi günü yapılmalı ve katılımın artması için günlerce önceden gerek duyurusu, gerekse birebir çağrılar gerçekleştirilmeli. Aksi takdirde ne yazık ki Bandırmalılar’ın böylesine toplantılara ilgisizliği son derece had safhada. Hatta, gözlerim her daim kendini Bandırma sevdalısı olarak lanse edenleri boş yere aradı durdu. En çok kent meclisi diye bağıranların, kent konseyinde yer almaması ne komik!..
Yine yeri geldiğinde, belediye başta olmak üzere, iktidarın her türlü yaptığı çalışmaları, gerek kahve köşelerinde, gerekse kadınlar gününde tartışıp, sürekli eleştiride bulunanların, böylesine bir toplantıda yer almaması da gerçekten çok acı.
Bazen filmlerde rastlarız ya, “.... konuşmak isteyenler şimdi konuşsun, yoksa hiç konuşmasın...” gibilerinden. Böyle bir uygulama olsa bizim ülkemizde, sanırım hepimiz dut yemiş bülbüle döneriz.
Bir ara, oturduğum yerden geriye dönüp bir baktım, katılımcıların yarısı yok olmuş. Yani gelenlerin büyük bir çoğunluğu konuşmalar sürdükçe, birer ikişer kaçıp gitmeyi tercih etmiş.
Gidenler içerisinde de, en çok eleştiride bulunanların olduğu dikkatimi çekti. Ne garipti...
Neyse, biz yine dönelim toplantıya... Başkan Recep Eraydın, uzun uzun yapacakları hizmetleri anlattı. Bunları anlatırken de, kent konseyinin önerilerini de her zaman dikkate alacaklarının mesajını da vermeyi unutmadı.
Konsey toplantısı sırasında ufak tefek denilebilecek küçük tartışmalar da yaşandı. Örneğin, Turizm Komisyonu Başkanı Dr. Selim Panç’ın, gerek Kuşcenneti festivalini, gerekse Ramazan şenliklerini eleştirmesine, Başkan Eraydın bozuldu. Dr. Panç’ın Ramazan şenlikleri için “Sanki Kanal 7’nin programı gibiydi” demesi ilginçti. Başkan Eraydın da, daha iyisini yapacaklarının sözünü de verdi bu arada.
En sonunda dilek ve temenniler bölümüne gelindi. Biz de birşeyler söylemek için kürsüye çıktığımızda bir de gördük ki, koca salonda ya 15 kişi ya da 20 kişi var. Bunların içinde yürütme kurulunda yer alan 7 kişi, ayrıca başkanları ve belediye başkanını da toplamın içinde düşünürsek, Bandırmalı’nın, Bandırma’nın yönetimine ve gelişmesine yönelik ilgisini bir kez daha gözler önüne sermiş oluruz...
Sonra da, bozulan yollardan, kırılan dökülen taşlardan, hoyratça kullanılan kent mobilyalarından, hava kirliliğinden, suyun içilemez kalitede olduğundan, kentteki gıda üreticilerinin kontrol edilemediğinden bahsederiz...
Peki, bizler yaşadığımız kente ne kadar değer veriyoruz acaba? Bunu hiç düşünebiliyor muyuz?
Hiç sanmıyorum. Eleştiriye ve kırıp dökmeye gelince efe kesilenler, katkıya gelince fareye dönüşüyor!...
Dün, birşey daha ortaya çıktı ki, birbirimize karşı hem hoşgörü eksikliği içerisindeyiz, hem de iflah olmaz duyarsız bir toplum olduğumuz...
Umarım, en kısa sürede bu iki melanetten kurtuluruz.