Balkondaki Bahar
Nisan ayı ile birlikte bahar yüzünü göstermeye başladı. Her ne kadar bölgemizde yağmurlu hava çoksa da o ürpertici soğuklardan eser kalmadı.
Aslında, baharın müjdecisi erik çiçekleri. Daha yapraklar bile açmadan onlar çiçek açtı. Belli ki bir işaret bu. Ardından peyderpey ağaçlar açar yapraklarını. Yakında bütün tabiat yeni elbiselerini giyecek. Börtü böcek uyanacak. Kuşlar şakıyacak ve bahar gelecek…
Her nisan öncesi baharı bekleriz. Önce ruhen hazırlarız kendimizi. Aslına bakılırsa gelmesini dört gözle bekleriz. Kışın o soğuk kasvetli günlerinden sıyrılıp etrafa neşeyle bakmayı arzularız. Günler uzar, hava ısınır ve biz sadece gün ışığından değil gönül ışığından da faydalanmayı isteriz.
Bazı evlerde bahar hazırlıkları erken başlar. Balkonlar tekrar gözden geçirilir. Kış boyu soğuğu bekleyen balkonumuz da bahara hazır hale getirilir. Yer bulamadığımızdan olmalı orada bir kış boyu bıraktığımız şeyleri balkondan alırız. “Portatif” olarak bilinen masa ve sandalyeler balkondaki yerini alır. Şöyle günün yorgunluğunu dostlarımızla atalım diye…
Aslında balkonların asıl ziyaretçileri çiçeklerdir. Uzun bir süre odalarda “göz hapsine” mahkûm olmuş çiçekler gökyüzünü görür en azından. Bulunduğu yerde göğe uzanmış “siyah dumanlı borular” yoksa gök ile yarenlik eder kaldığı müddetçe.
Kolay değil onca zaman açık havadan mahrum kalmak veya mahrum bırakılmak. Yani saksı çiçekleri de baharı bekler. Zaten insanoğlu kendini binalar içine hapsetmedi mi? Ev ve işyeri arasındaki mesafe, görüş ve seyahat alanında değil mi insanın? Kendisini hür sanarak kapalı mekânlarda hayat geçiren insanların çiçekleri de odalara hapsetmesi normal.
Çünkü insanoğlun ya kendisi çevresine benziyor ya da çevresindekileri kendisine benzetiyor.
İster kısır bir döngü, ister fasit daire değin böyle bir hayatımız var. Hayatımıza renk katanlar da dostlarımız. Onlar da ne kadar samimi ve müsaitse o kadar bizimle beraber oluyorlar. Sonra birbirinin aynı hayat. Tabii tek fark ardımızdaki seneler.Sadece o değişiyor…
Balkona aldığımız çiçeklerimizi müsait yerlere yerleştiriyoruz önce. Bakımlarına daha bir itina gösteriyoruz. Sonra havaların tam manasıyla ısınmasını bekliyoruz. Ve günün, günlerin yorgunluğunu atmak için davet ettiğimiz misafirlerimizle gönül ateşiyle demlediğimiz çaylar eşliğinde sohbete başlıyoruz. İçimizin ışığının dışında balkon lambası aydınlatıyor etrafı. Uzaklardan görünen her ışığın bir hayat belirtisi olduğunu da biliyoruz. Ve balkondaki çiçeklerimiz sessizce katılıyor sohbetimize.
Sohbet anında vaktin geçmesini istemez insan. Kim bilir daha ne zaman bir araya geleceğiz diye düşünürüz. Konular gelişigüzel sıralanır. Tabiri caizse laf lafı açar. Neresinden bakarsanız bakınız hayata dairdir konuşmalar. Bazen mevzu balkondaki çiçeklere bile gelir. İşte o zaman çiçeklerin rengindeki değişimi hissetmeyiz bile. Ancak çiçekler bunu anlar. Sevinir. Daha bir canlı durur. Mademki kendilerinden bahsediliyor öyle rast gele durulmaz saksıda. Hele de misafir varken…
Peki, balkon için ne diyeceksiniz? Onca zaman soğuğa ve yalnızlığa terk edilmiş olmak öyle kolay mı? Siz onu betondan mı sandınız? Ne suç işledi de aranıza almadınız uzun süre? Hadi aranıza almadınız, ara sıra hatırını sordunuz mu? Elinize bir süpürge alıp temizlediniz mi hiç bunca zaman? Şehrin tozuna, yağmura, kara ve fırtınalara göğüs geren balkonlarımızın hatırını sordunuz mu hiç? Tamam o konuşamıyor ne anlar diyebilirsiniz. Siz öyle sanın o aslında hissediyor çok şeyi. En azında arada bir balkona çıkıp dışarıyı seyretmek bile bir işe yaramanın olduğunu en iyi o bilir.
Bahar bütün bunları bir araya getiren yegâne zaman dilimi. Sizi, dostlarınızı, aylardır hapis hayatı çeken çiçeklerinizi, yine uzun zamandır kapıda bıraktığınız balkonunuzu bir araya getiren bahar değil mi?
Baharın kıymetini biliniz…
Yoksa…
“Baharı görmeden yaz geldi geçti” dersiniz de bir işe yaramaz.