Bağımlılıklarımız ve Eriyen Ömrümüz…
Kendisini dine adamak isteyen bir adam, bir tapınağa gider ve hocasına dünyaya ait her şeyden el etek çekeceğini söyler. Kendisini tamamen ibadete adayacaktır ve dünyayı arkasında bırakmıştır.
Ama ibadetlerden arta kalan zamanlarının çoğunu top oynayarak arkadaşlarıyla geçirdiğini gören hocası, bir gün onu yanına çağırır ve sorar: “Neden?” der, “Neden bu kadar hırsla ve bu yoğunlukta top oynuyorsun?”
O da der ki “Sadece kafamı boşaltmak için. Böylece ibadetlerimi daha iyi yapabilirim değil mi?”
Ve hocası cevap verir: “Evladım!” der, “Senin dünyayla hesabın henüz kapanmamış! Kendisini tanrıya adayan bir adamın kafası, yedi-sekiz saat top oynayacak kadar dolmaz. Sen dünyaya geri dön ve yeniden hazır olursan gelirsin…”
Bir filmin bir sahnesiydi size öykülemeye çalıştığım. Bazı yerleri ben kendimce yeniden yapılandırdım ama maksat anlaşılmıştır sanırım.
Gün içinde o denli koşturuyoruz ki kafa boşaltmak diye bir şey icat etmiş durumdayız. Ve bu kafa boşaltma hikâyesi altında bazı bağımlılıklara saplanıyoruz ve hikayeler uyduruyoruz inanmak için...
Önce rahatlatıyor diye başladığımız birçok uğraş, sonrasında alışkanlık ve bir adım sonrasında bağımlılık oluyor. Ömrümüz de bu bağımlılıklarımız arasında eriyip gidiyor. Sonrasında ne dünyaya, ne de âhirete bir hayrımız dokunuyor.
Bağımlılık dediysem içki, kumar gibi hepimizin bildiği birkaç bağımlılığı kastediyor değilim. En ince noktalarımıza kadar işlemiş ve bizi önce kendimizden sonra da hayattan ve yaratıcımızdan koparan pek çok bağımlılığın kölesi durumundayız. Kendi gönlümüzü yapalım derken, kendi ömrümüzü pek ucuza satıyoruz.
Bazılarının kafa boşaltmak için saatlerce futbol izlediği, haftanın birkaç günü top oynamak için arkadaşlarıyla buluştuğu, evde eşini çılgına çevirdiği için geri kalan bir iki akşamı küs-kavgalı, bir akşamı da barışık geçirerek döngüyü tamamladığı hepimizin malumu…
Bilardo oynamak da bir başka kafa boşaltma aracı. Güya “seçkinlerin sporu” olarak da pazarlanması ayrı konu…
Akşam gidilen rutin kahve alışkanlığı veya dernek toplantılarını atlamak olmaz…
Bir başka kafa boşaltma da sanal sohbet odalarında hiç tanınmayan insanlarla oynayarak zaman öldürme çabası…
Bilgisayar oyunları da bir sandalye tepesinde evin en ıssız odasında bir başka ömür eritme alanı olarak semiriyor.Üstelik de her yaştan insanı pençesine düşürmüş durumda...
Mesajlaşmalar, “tivit”lemeler artık herkesin bulaştığı birer kafa boşaltma arenası olmuş durumda.
Kadınların alışveriş yaparak, mutfağı döküp döküp yeniden yerleştirerek kafalarını boşaltma çabaları da ayrıca çok yorucu. Kafa boşalır mı bilmiyorum, ama alışverişle ceplerin boşaldığı bir gerçek.
Televizyon izleyerek kafayı boşaltmak da bilinen en eski ve şimdilerde en masum gibi kalan bir kafa boşaltma aracı. Dilim sürçtü sanmayın… En azından televizyon izlerken bütün aile aynı noktaya bakarak kafalarını boşaltıyorlardı. Oysa şimdi babalar dışarıda anneler dışarıda ya da “face”lerinin başında, çocuklar kim bilir hangi odanın hangi köşesinde, ellerinde hangi cep telefonu ya da bilgisayarlarındaki hangi oyunla kafayı boşaltıyorlar bilemiyoruz.
Hepimiz bir şeylerin bağımlısı olduk. Bu gidişe nasıl “Dur!” denilecek, kim nereden başlayacak, bunu her geçen gün daha fazla konuşur hale gelmeliyiz.
Kendi bireysel dünyalarımızda kalplerimizde bin bir acıyla hüznün yumağı içinde savrulup gidiyoruz çünkü.
Biz kurtaracak olan tek şeyin “farkındalığımızın artması” olduğunu düşünüyorum. Kaçmak amacıyla sarıldığımız her ne varsa âlemde, bir adım sonra bağımlılığa dönüştüğünden yavaş yavaş öldüren bir zehir oluyor sonra.
Bağımlılıklarımıza rasyonel kılıflar uydurmayı bırakıp, bu dünyadaki varlığımızın esas hedefine doğru yeniden harekete geçmeliyiz. Ömür kafa dağıtacak oyunlarla harcanacak kadar uzun değil! Vicdan da zaten bunu bilmekte, öyle değil mi?