Azınlıkları Sevindiren Vakıf Düzenlemesi
Hükümet 27 Ağustos 2011’de Tarım Bakanlığı’nın teşkilat ve görevleri hakkında resmi gazetede yayınladığı bir kararname’ye Azınlıkların uzun zamandan beri dava konusu yaptıkları mal varlıklarının iade edilmesi kararını da ilan etti. Kararnamenin 17. maddesine eklenen bir hükümle Azınlıkların 1936’da beyan etmiş oldukları taşınmaz mallarının iadesi sağlanmış olacaktır (Radikal Gazetesi, 28 Ağustos 2011). 1936’da çıkarılan bir yasa ile azınlıkların taşınmaz alabilmeleri veya bağış yoluyla da olsa yeni taşınmazlara sahip olmaları engellenmişti. Azınlıkların taleplerinin yerine getirilmesi için AB’nin uzun zamandan beri Türkiye’ye çeşitli baskılar yaptığı bilinmektedir. Bu baskılara bağlı olarak ilk defa 2002’de bir düzenleme yapılmış ise de AB ve azınlıklar bunu yeterli bulmadığından 2008’de 5737 sayılı Vakıflar Yasası çıkarılarak düzenleme daha ileri bir aşamaya taşınmıştır. Ancak Azınlıklar bunu da yeterli bulmamıştır. Nihayet bu kararname ile Azınlıkların ve AB’nin konu hakkındaki bütün talepleri yerine getirilmiştir.
Azınlıkların mal varlığı hakkındaki bu düzenlemenin, Azınlıklar için, AB için son derece sevindirici bir gelişme olduğu açıktır. Ancak aynı sevindirici gelişmenin çoğunluğu da kapsadığını söylemek hayli zordur.
Türkiye’de Rumlar-Ermeniler ve Yahudiler Azınlık sayılmaktadır. Lozan Antlaşması’nın 37-43. maddeleri Azınlık Hakları hakkında olmasına rağmen, gayri Müslim kaydı dışında bir isme yer vermemiştir. Buna rağmen Süryani gibi topluluklar Azınlık kapsamı dışında tutulmuştur.
Şunu da kabul etmek gerekir ki, Türkiye’nin varlığı azınlıklara rağmen olmuştur. Çünkü azınlıklar ve onların dışarıdaki destekçilerinin istekleri doğrultusunda hazırlanmış olan Sevr Antlaşması uygulanabilmiş olsaydı, günümüzdeki Türkiye olmayacaktı. Sevr Antlaşmasının uygulanması için de Azınlıkların büyük çabalar harcadığı bilinmektedir. Türkiye kurulduktan sonra da hiçbir şey olmamış gibi, Azınlıkların Osmanlı dönemindeki hak ve ayrıcalıkları ile yola devam etmeleri mümkün olmayacaktı. 1936’da azınlık taşınmazları için getirilen kısıtlamalar büyük ölçüde Azınlıkların Türkiye’nin varlığını tehlikeye sokan çabaların içinde olmalarının sonucudur.
Azınlık hakları daima uzak yakın komşular arasında bir karşılıklılık ilkesi içinde ele alınmıştır. Türkiye’deki Rum Azınlık’ın sahibi olduğu hakların karşılığı olarak daima, Yunanistan’daki Türk azınlığın hakları arasında bir karşılık, bir denge aranmıştır. Bu kararname ile birlikte işte bu denge, karşılıklılık ilkesi ortadan kalkmıştır. Yunanistan-Bulgaristan ve Ermenistan gibi ülkelerde azınlık durumunda olan Türk, Arnavut gibi Müslümanların sahip olmaları gerekenlerin de kendilerine iadesi istenmeden beklenmeden, Türkiye’deki azınlıkların taleplerinin yerine getirilmesi adı geçen ülkelerdeki Türk azınlıklarının hakları için bir karşılık arama, bunun için bir müzakere etme fırsatı da kaçmıştır. Özellikle Balkan ülkelerindeki Türk azınlıklar için bu durumun son derece zararlı bir fiili durumun devamına yol açacağı şüphe götürmez.
Bilinenlerin aksine Türkiye’de vakıf mallarına el konulması gibi uygulamalar daha çok Müslüman çoğunluğun aleyhine işlemiştir. 1826’da Yeniçeri Ocağının kapatılması ile birlikte Müslüman Vakıf mallarına el konulması başlamıştır. Ancak bu konudaki en şiddetli uygulamalar Cumhuriyet döneminde tek parti idaresi altında yaşanmıştır. 1924’te kaldırılan Şeriyye ve Evkaf Bakanlığı (Şeriat ve Vakıflar bakanlığı) bu şiddetin yasal zeminini oluşturmuştur. Müslüman vakıflarının mal varlıklarının önemli bir kısmı diğer resmi kuruluşlara tahsis edildiği gibi bir kısmı da üçüncü şahıslara intikal ettirilmiştir. Özellikle çok sayıda cami yıkılmış arsası satıldığı gibi camilere ait ve vakıf malları da benzeri bir yöntemle yağmalanmıştır. Azınlıkların hakları Lozan gibi uluslar arası antlaşmalarla korunmuş olması gibi bir güvenceye de Müslüman Vakıfları Türkiye içinde hiçbir zaman sahip olmamıştır. Belki bu uygulamanın sembolik sayılabilecek örneklerinden birisi de Ayasofya Camisinin müze haline getirilmesidir ve Ayasofya Camisi vakfiyelerinin yağmalanmasıdır. AKP Hükümeti vakıflar hakkındaki bu düzenlemesi ile özellikle balkan ülkelerindeki Türk azınlıklar için bir karşılık arama ve böylelikle onların haklarını güvenceye kavuşturma gibi bir seçeneği göz ardı ederek onların zararına sayılacak bir uygulama yaptığı gibi Türkiye içinde çoğunluk olan Müslüman Vakıflarının uğradı birkaç asırlık baskı ve zulümler, yağmalamaları yine göz ardı ederek onlar hakkında hiçbir düzeltme yapmamıştır. Halbuki vakıflar hakkında 2008’de çıkarılan 5737 sayılı yasanın bir benzeri Müslüman vakıflar için de çıkarılabilirdi. Yahut söz konusu yasaya eklenecek birkaç maddeyle birlikte yağmalanmış olunan Müslüman Vakıf mallarının iadesi sağlanabilirdi. Bunun sembolik düzeydeki örneği olan Ayasofya camisi ibadete açılabilir, caminin taşınmaz mallarının da iadesi sağlanabilirdi. Azınlık Vakıfları için AB daima takipçi olmuş Türkiye’ye çeşitli baskılar yapmış e bundan sonuçta almıştır. Müslüman Vakıf malları için takipçi olacak, Türkiye’ye telkin ve baskılar yapacak AB benzeri uluslar arası bir kuruluşun olmayışı da Müslüman Vakıflarının aleyhine olan bu durumun devamını sağlamıştır.
Türkiye’nin bekası için azınlıkların işlediği suçlar iddiası ile 1936’da getirilmiş olan mal varlığı edinme kısıtlaması şimdi ortadan kalkmıştır. Adeta Azınlıkların işlediği bilinen suçlar yok sayılmıştır. Buna karşılık Türkiye’nin bekasını, devamını sağlayan Müslüman çoğunluğun vakıfları talan edilerek adeta cezalandırılmıştır. Hiç olmazsa Azınlık Vakıfları hakkındaki bu düzenlemelerin yanında Müslüman Vakıfları hakkında haksız yere yapılmış olanların düzeltilmesi mümkün iken böyle bir fırsat ortaya çıkmışken bu fırsatta değerlendirilmemiştir.
İstanbul’da başta Balat olmak üzere Patrikhane’nin çevresindeki fakir kimselerin taşınmazlarını şahıslar üzerine tapu kaydı yaptırarak büyük meblağlar ödeyerek mal varlığını genişletmeye çalıştığı bilgisi artık anonim bir bilgi halini almışken, azınlıkların taşınmaz alma, bağış kabul etme kısıtlılığının kaldırılması ile birlikte artık Patrikhane’nin mülkiyet sınırları hızla genişleme fırsatını da yakalamıştır. Üstelik para konusunda Patrikhane ile Türkiye’de her hangi bir kuruluşunda yarışabileceği serbest piyasa kuralları çerçevesi içinde onun faaliyetlerini sınırlandırabileceği de şüphelidir.
27 Ağustos 2011’de Azınlık Vakıfları hakkındaki kararnameyle birlikte Türkiye’de pek çok sakıncalı gelişmenin yolu böylece açılmıştır. Balkanlardaki Müslüman Türk azınlıklarının durumu dikkate alınmaksızın, Türkiye’deki Müslüman çoğunluğunun yağmalanan Vakıf mallarının iadesi için hiçbir idari-yasal düzenlemeye gidilmeksizin Azınlık vakıfları hakkındaki bu kararname yurt içinde ve dışındaki Müslüman Vakıf malalarlı üzerindeki baskının, yağmanın devamını temin etmiştir. Patrikhaneyi, Papalık benzeri bir uluslar arası kurum haline getirme çabaları içinde, İstanbul’da Sur içi bölgesinde yeni taşınmazlar edinmesinin sağlanması, daha elverişli bir durumun oluşmasını sağlayacaktır. Zararın neresinden dönülse kardır misali AKP Hükümeti, Müslüman Vakıf mallarının asli sahiplerine iadesini sağlamalıdır. Şeriyye ve Evkaf Bakanlığının kaldırılması ile birlikte büyük bir talana dönüşen vakıf malları soruna bir çözüm bulmalıdır. Bunun sembolik bir örneği olan Ayasofya camisinin ibadete açılması ve taşınmazlarının cami vakfına iadesi sağlanmalıdır.
Van Gölü’nde ki Akdamar Kilisesinin Kültür Bakanlığı imkanları ile restore edilmesi yılda bir kere de olsa ayin yapılmasının sağlanması, benzeri bir uygulamanın Trabzon/Maçka’daki Sümela Manastırı’nda tekrarlanmasının Rum ve Ermeni Azınlıklar için sevindirici gelişmeler olduğu tartışma götürmez. Azınlıkları sevindiren bu gelişmelere karşılık Müslüman çoğunluğun yüz yılları aşan vakıf malları sorunlarının görmezlikten gelinmesini anlamak, kabul etmek mümkün değildir.