content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

22 Oca

Azınlık Milliyetçiliği

Hrant Dink cinayetinden sonra toplumun değişik kesimlerinde, Dink’i sahiplenmek için adeta bir yarış gözlendi.Haksız yere ve siyasi bir kaos oluşturmak için işlendiği şüphe götürmez olan bu cinayete ortak tepki kaçınılmazdı ve hatta doğaldı. Ne var ki Hak Söz Dergisinde önce Şubat 207’de sonra 19 Ocak 2011’de aynı adı taşıyan site de; “Hrant Dink: Devlet Eliyle Kışkırtılan Milliyetçiliğin Kurbanı!” başlığı ile yayınlanan bir yazı içerisinde yer alan iddialar durumun çok farklı olduğunu bazı kesimlerin bu cinayetten kendileri için bir vazife daha çıkardıklarını ortaya koymuştur. Çünkü yazı içerisinde: “Aynen Ermenistan'daki bir protesto gösterisinde taşınan dövizde ifade edildiği şekliyle, "1.500.000 + 1" türünden bir manzara ortaya çıkmakta.” Diye Türkiye solunun eskiden beri sahip çıktığı bir iddianın Ermenistan’da formüle edilmiş yeni hali görülmektedir. Bir buçuk milyon Ermeni’nin soykırıma uğratıldığı Hrant Dink’in ise bu soykırımın son kurbanı olduğu savunması tekrarlanmaktadır. Dolayısı ile bu savunmanın temellerini yeni hatırlamak hem faydalı hem de öğretici olacaktır.

Ermeni iddialarını ele alan pek çok yazıda, bir tarafta savunmasız, çaresiz Ermeni halkı diğer tarafta ise onları yok etmeye yönelmiş İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) ile onun arkasında itici güç olarak Türkçülük yahut Türk Milliyetçiliği ideolojisinin olduğu görüşü yer almaktadır. Halbuki Ermeni sorununun ortaya çıktığı dönemin şartları dikkate alındığında bir farklı bir sonuca ulaşılmaktadır. Bir defa Türkçülüğün başlangıcı ve İTC tarafından sahiplenilmesi dönemi ile Ermeni sorununun çıkış tarihi arasında epeyce bir farklılık vardır. Ermeni sorunu için başlangıç ne Türkçülüktür ne de İTC’dir. Rusya’nın ilk defa Doğu Anadolu’yu ve Yeşilköy’e kadar Osmanlı Balkan topraklarını işgal etmesi yenilen Osmanlının çaresizce Edirne Barış antlaşmasını 1829’da imzalamak zorunda kalması “Ermeni Sorunu” için bir milattır. Çünkü Rusya 1774 Küçükkaynarca Antlaşması ile Osmanlı yönetimindeki bütün Ortodoks Hıristiyanlarının himaye hakkını elde etmesinden sonra ilk defa Doğu Anadolu’daki Ermenilerle fiziki bir temas kurmuş oldu.

Rusya’nın siyasetleri doğrultusunda Ermenileri muhatap alan telkinlerde başlamış oldu. Edirne Antlaşması ile Yunanistan bağımsız oldu. İki defa isyan eden yenilen Yunanlılar, Rusya’nın yardımı ile bağımsız oldular. Bu olay ister istemez Ermeniler için özendirici bir olay olmuştu. 1829 ile 1878 arasındaki dönem ise “Ermeni Sorununun oluşması” dönemidir. Çünkü bu dönemde oluşumunu tamamlayan Ermeni Sorunu 1878 Berlin Antlaşması ile “uluslar arası bir sorun” halini almıştır. Berlin Antlaşmasında Osmanlıların Kürtlere ve Ermenilere arşı Ermenileri koruması öngörülmüştür. Berlin Antlaşması öncesinde İstanbul Yeşilköy’e kadar ulaşan Rus Komutanını ziyaret eden Ermeni Patriğinin de istekleri dikkate alınarak Yeşilköy Antlaşması 16. maddesi şöyle düzenlenmiştir: “Ermenistan’da Rus birliklerinin işgal ettiği topraklardan çekilmesi ve buraların Osmanlılara geri verilmesi çatışmalara yol açabileceği ve iki ülke arasındaki iyi ilişkilere zarar verebileceği için Babıali hiç gecikmeksizin Ermenilerin yaşadığı bölgelerde yöresel ihtiyaçların gerekli kıldığı reformları ve iyileştirmeleri gerçekleştirmeyi ve Kürtler ile Çerkezlere karşı Ermenilerin güvenliğini garanti etmeyi yüklenir.” Yeşilköy Antlaşmasının bu maddesi daha sonra Berlin Antlaşmasında 61. madde olarak yer almıştır. Nitekim Garo Sasoni’de “Osmanlı yönetiminin çeşitli vaatlerle Ermeni Patriğini kandırarak Kürtleri ve Çerkezleri şikayet ettirdiğini” iddia etmiştir (1992, s.347).
1881’de Osmanlı Ermenilerini, Türk, Kürt ve Çerkezlerden korumak amacıyla “Paştpan Hayreniyan” (Vatan Koruyucuları) adıyla Ermeniler tarafından ilk defa gizli silahlı bir örgüt kuruluyor. Ermenistan’ın bağımsızlığı amacıyla 1887’de Sosyalist Hınçak örgütü kurulur.

Sason (Batman) ve Zeytun (Maraş) isyanlarını organize eder. 1890’da Milliyetçi Ermeniler Taşnak örgütünü kurmuştur. Bir süre sonra ise Taşnak ve Hınçak ittifak ederek Daşnaksutyun adını almıştır. Bu dönemde Ermeni eylemleri başkent İstanbul’da ve Doğu illerinde hızla artıp yayılmıştır. 26 Ağustos 1896’da 17 yaşındaki Babken Suni öncülüğünde 17 kişilik bir Ermeni eylemci grubu Osmanlı Bankasının İstanbul merkez şubesini işgal etmiş, çatışma sonunda yakalanan Ermeni eylemcilerini Osmanlı Hükümeti Avrupa ülkelerinin baskısı nedeniyle bir Fransız gemisi ile Marsilya’ya göndermek zorunda kalmıştır. 21 Temmuz 1905’te İstanbul’da Padişah Abdülhamid’e Ermeniler suikast yapmıştır.

Ermeni eylemleri elbette bunlardan ibaret değildir. Ancak bu eylemlerin ülkeye yayıldığı dönemde henüz örgütlü bir Türk, Kürt milliyetçiliği oluşmamıştır. Daha çok İttihadı İslam (İslamcılık) diye bilinen akımın etkili olduğu dönemdir. Yenilen Osmanlılar Balkanlarda ve Kafkaslarda toprak kaybettikçe bu bölgelerde yaşayan Müslümanlar, işgalci Hıristiyan ülkeler tarafından zorla Türkiye’ye göç ettirildiği dönemdir. Doğudan ve batıdan Osmanlı sınırları küçüldükçe bu göçler iç kesime Anadolu’ya doğru artmıştır. Anadolu’da ise özellikle Ermeni ve Rum isyanları yaygınlaşmaktadır.

Üstelik bu isyancılara Avrupa’nın büyük devletleri önemli ölçüde destek olmaktadır. Zaten bu ülkeler daha 1878’de Berlin Antlaşması ile Ermeni Sorununda, Ermenilerin yanında taraf olmuştur. Böylesi bir hengamede, Türkiye toprakları üzerinde bir Hıristiyan ve Müslüman cepheleşmesi hatta şiddetli çatışması yaşanmıştır. Bu çatışmalarda, aşiretli toplum düzenine sahip olan Kürtler, Ermenilerin daha çok şikayetine neden olmuştur. Avrupa ülkelerinin baskısı ile Osmanlı hükümetleri, Ermeni eylemlerine karşı düzenli ordu birliklerini zaten kullanamamıştır. Bu yüzden Ermeni eylemlerine karşı kendiliğinden oluşan cephede aşiret kuvvetleri ön plana çıkmıştır. 1892’den itibaren çoğunluğunu Kürt Aşiretlerinin bir kısmını da Türk ve Zaza aşiretlerinin oluşturduğu Hamidiye Alayları oluşturulmuştur. Ancak bu alaylar çatışmaların yaygınlaşmasına yol açmasına karşılık Ermeni eylemlerini isyanlarını engelleyememiştir.

Avrupa ülkelerinin temsilcileri Osmanlı Hükümeti nezdinde Ermeni sorunu için taraflıklarını devam ettirmişler, “göçebe Kürtlerin zorla iskan edilmeleri, göçlerinin sıkıca denetlenmesi, Bucak meclislerine Kürtlerin üye seçmelerinin ve seçilmelerinin engellenmesi” gibi tedbirlerin alınmasını istemişlerdir.

Türkçülüğün ilk siyasi kuruluşu kabul edilen ve yasaklandığı için yurt dışında faaliyet gösteren İTC yönetimi 1907 Paris Kongresinde, Abdülhamid idaresini devirmek için Ermenilerle işbirliği kararını almıştır. İTC’nin sahiplendiği Türkçülük ile Ermeni milliyetçilerinin amaçlar çatışmasına rağmen Abdülhamid yönetimini devirmek için ittifaktan çekinmemişlerdir. İTC yönetiminin, 13 Nisan 1909’da, Adana’da başlayan Ermeni İsyanı nedeniyle, daha önce Ermenilerle tesis ettiği ittifak sarsıntı geçirmiştir.

Berlin Antlaşmasında Ermeniler lehine yapılması öngörülen reformların uygulanmadığı gerekçesi ile Rusya’nın baskıları sonunda İTC yönetimi adına Sadrazam Said Halim Paşa, Rusya adına ise Maslahatgüzar Konstantin Golkeviç arasında 1913’te “Ermeni Reformu” antlaşması yapılmıştır. Buna göre Doğu Anadolu Erzurum-Trabzon-Sivas ve Van-Bitlis-Diyarbakır-Harput diye iki kısma ayrılacak, Erzurum ve Diyarbakır’da görevlendirilecek birer yabancı müfettiş adı geçen illerde Ermeniler için yapılacak reformları takip edecektir. Rusya temsilcisi ise bu antlaşmayı, “Ermenileri Türk boyunduruğundan kurtaracak ilk adım” diye nitelendirmiştir. Bu iller daha sonra altı il diye antlaşmalara konu olmuştur. 1913 Ermeni Reform Antlaşmasına bağlı olarak Hollandalı Westenek Erzurum’da, Norveçli Hoff ise Diyarbakır’da müfettişlik görevine başlamıştır. Ancak Birinci Dünya Savaşının başlaması ile Osmanlı Hükümeti adı geçenleri ülkelerine geri iade etmiştir.

Bütün bu olaylar dikkate alındığında,Ermeni milliyetçiliğinin Türk ve Kürt milliyetçiliğinden çok önce başladığı görülecektir. Zaten Ermeniler komşuları olan Müslüman çoğunluğa göre, şehirleşme oranı, okuma yazma bilenlerin oranı, meslek sahibi olanların oranı bakımından daha gelişmiş bir durumdadır. Üstelik kapitülasyon uygulamaları hem siyasi hem de ekonomik bakımdan Ermenileri komşularına göre daha güçlü ve daha korunaklı bir hale getirmiştir.

Ermeni milliyetçilerine göre, Doğu Anadolu (altı il) Batı Ermenistan’dır. Türk, Kürt, Zaza ve 1860’larda bölgeye gelen Çerkezler ise Batı Ermenistan’da işgalci durumunadır. Ancak adı geçen altı ilde Ermeni nüfusunun ortalama yüzde 20 dolayında olması, yabancı ülkelerin Ermeni elemlerini sürekli desteklemesi, Ermenileri bölgenin nüfus yapısını değiştirecek biçim de Müslüman çoğunluğa karşı şiddet uygulamaya yöneltmiştir. Hamidiye alaylarının eylemleri istisna edilirse, Müslüman çoğunluk Ermeni şiddetine karşı bu dönemde savunma durumunda kalmıştır. Zaten önemli bir kısmı göçebe, köylü bir tarım toplumu olan, okuma yazma oranı çok düşük olan Müslüman çoğunluk arasında bu dönemde milliyetçilik düşüncesi henüz etkili de olmamıştır. Bu yüzden Ermenilere karşı savunma amaçlı cepheleşme daha çok ve özellikle İttihadı İslam (İslamcılık) adına olmuştur.

Hak söz örneğinde görüldüğü gibi İslamcıların bir kısmı kendi ifadeleri ile “çileden çıkmıştır”. Çünkü Hran cinayetini “Ermeni Soykırımının bir son halkası olarak” görmektedirler. Zaten çileden çıkmış bir taifenin olayı soğukkanlılıkla ve bütün olarak ele alması beklenemez. Nitekim szü geçen yazıda Türk milliyetçiliğine dair vurgularının “toplumun ruh sağlığını, akıl sağlığını bir hayli hırpalamış milliyetçilik gerek dahili gerekse de harici birtakım etkenlerle daha da kabartıldığında” bu cinayetlerin kaçınılmazlığı görüşü savunulmaktadır. Genel olarak milliyetçilik anlayışı burada sorgulanmamaktadır. Hrant’ın yazılarında yer verdiği “Pis Türk kanı” gibi ifadelerin çirkinliği üzerinde hiç durulmamaktadır. Türkiye’deki bu tartışmalarda milliyetçilik görüşü bir bütün olarak ele alınmamaktadır. Türk adına ve vurgusuna karşı oluşan her ses değerli ve gerekli sayılmaya çalışılmaktadır. Bu tutuma isim olarak bulunabilecek en uygun karşılık belki de bu yüzden “Azınlık Milliyetçiliği” olmalıdır.

Yüz yıl öncesinin İslamcıları,içerden ve dışardan kaynaklanan Hıristiyan saldırganlığına karşı daima İttihadı İslam fikrini savunmuştur. Sebilürreşat, İslam Mecmuası hatta Beyanül Hak gibi dergiler bu görüşün belli başlı temsilcileridir. Ancak Türkiye şartlarında İslamcı diye bilinen bazı gruplar ise Müslüman çoğunluğa karşı Hıristiyanlarla bile aynı cephe içinde yer alabilmektedirler. Hrant cinayetini bile bir tarihi yargılamanın, mahkum etmenin bahanesi haline getirmeye çalışmaktadırlar.

Oysa hiç kimse doğarken ırkını, cinsiyetini, derisinin rengini seçerek doğmaz. Bütün bunlar ilahi tasarrufa bağlı olarak ortaya çıkar. Bu yüzden hiç kimse ırkı, cinsiyeti veya derisinin rengi nedeniyle ne daha değerli ne de daha değersiz sayıl(a)maz. Üstelik Müslümanların inançları bakımından da cins,ırk ve deri rengine dayalı bir değerli değersiz tasnifi son derece yanlış ve yersizdir. Bütün Müslümanlar, benzer duygularla, Zenci Bilali, Rum Süheyl’i, Fars Selman’ı, Arap Ömer’i İslam büyüğü olarak sevip sayarlar. Böylesi bir inancın sahibi olması gereken Müslümanların içinden çıkan bazı grupların, Müslüman çoğunluğa karşı Hıristiyan azınlıklarla aynı referansları kullanmaları anlaşılır bir hal değildir. Kendi deyimleri ile belki bir “çileden çıkma” halidir.

Dikkat edildiğinde teslim edilecektir ki Türkiye’de Hran Dink, Rahip San Toro, Malatya Zirve Kitapevi cinayetleri daha çok siyasi bir kaos oluşturma amacına yöneliktir. Hal böyle iken bu cinayetleri kendi bağlamından kopararak, Ermenistan’da bir derginin ‘bir protesto gösterisinde taşınan dövizde ifade edildiği şekliyle, "1.500.000 + 1" formüle ettiği gibi olayı bir tarihi hesaplaşma aracı haline dönüştürmek hangi İslami maslahatla açıklanabilir? Milli Mücadele dönemindeki Mustafa Sabri Efendi’nin siyasi tutumunu çağrıştıran bu anlayış hiçbir sağlam İslami veriye dayanmamaktadır. Daha çok, çoğunluğa karşı duyulan sınır tanımaz bir kin ve düşmanlığın, “çileden çıkma” halinin bir sonucu olmalıdır.

Tarihte olup bitenleri değiştirmek zaten kimsenin iktidarında olan bir şey de değildir. Tarihte binlerce yıllık bir Müslüman Haçlı Mücadelesinin sonunda Türkiye Müslümanlar için bir sığınak olmuştur. Bu yüzden Balkanlarda, Kafkaslarda soykırım tehdidine maruz kalanlar, isteyerek istemeyerek Türkiye’ye gelmek zorunda kalmıştır.
S E Ç İ L M İ Ş K A Y N A K Ç A
1-Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, TTK Yayınları, C.5, Ankara, 1994
2 Garo Sasoni, Kürt Ulusal Hareketleri ve 15. Yüzyıldan Günümüze Ermeni / Kürt ilişkileri, 1992, s.347).
3-Kemal Burkay, Tarih Boyunca Kürtler ve Kürdistan, C.1, Deng Yayınları, Tarihsiz.
4-Necdet Kurdakul, Osmanlı İmparatorluğundan Ortadoğu’ya, Dergah Yayınları, İstanbul, 1976.
5-Taner Akçam, İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu, İmge Kitapevi, Ankara, 1999.
6-Yalçın Küçük, Türkiye Üzerine Tezler, C.5, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1992.
7-Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılab Tarihi, C.1, K.1, TTK Yayınları, Ankara, 1991.

Etiketler : , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

2 Kere Cevaplanmış to “Azınlık Milliyetçiliği”

  1. 1
    ahmet motor Says:

    selami hocam haklısın amma kaderde bizleri bir yerlere hep götürecek kaçışmı var.ya öncekiler nolacak yada onlar tarihin sayfalarındaki yerlerni bulduğu gibi bunlarda bulacak.varmı başka yol yooo dimi selam ve dularım sizinle olsun hocam,

  2. 2
    Selami SAYGIN Says:

    İnşaallah dediğiniz gibi olur. Sağlıak ve afiyet dileklerimle. Selamlar.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank