Ayşe Hür’e Soruyorum, Hangi Kur’an
Taraf gazetesi yazarı Ayşe Hür, "Ama Hangi Kuran’ı Esas Alacağız!" başlıklı bir makale yayınlamış. Makaleyi başından sonuna kadar okudum, tek taraflı bir bakış açısı ile yazıldığını düşünüyorum. Aslında sayın Ayşe Hür hanımefendinin yazdığı ve verdiği kaynaklar bilinen mevcut kaynaklar. Yani bu kaynakları, "kendisi uydurdu" deme hakkımız yoktur. Ayşe hanımın bakış açısı bana adeta bir Turan Dursun'u hatırlattı ve hatta "Sanki bir Turan Dursun makalesi okuyorum" diye düşündüğüm oldu. Konuyu fazla uzatmanın bir anlamı
yoktur. Bütün makalesine yorum yapmak gibi bir niyetim de yoktur. En önemli noktalara değinmenin doğru olacağını düşünüyor ve yeterli
buluyorum.
Ayetler; Taşlar, deriler, ağaç kabukları üzerine mi yazılıyordu?
Ayşe Hür makalesinde, Ayetlerin taş, deri, kemik ve ağaç kabukları üzerine yazılı olduğunu iddia ediyordu. Keşke
Ayşe Hür, Kuran-ı Kerim'i açıp, orada bu konuyla alakalı ayetleri okusa idi, zaten hanımefendiyi eleştirdiğim nokta, tek
taraflı bir bakış açısı sergilemesinden dolayıdır.
Dayandığı kaynaklara bakıp, ardından Kuran ayetlerini gözden geçirelim.
el-Ensâri ye atfen yaptıkları rivayette: Ebu Bekir ve Ömer’in görevlendirmesiyle
Zeyd diyor ki, “Ben kalktım, Kuran’ın ardına düşüp gereği gibi araştırdım ve onu
yazılı bulunduğu deri parçalarından, kürek kemiklerinden, hurma dallarından ve
hâfızların ezberlerinden bir yerde topladım. Ve et-Tevbe Sûresinden iki ayeti,
Ebû Huzeyme el-Ensâri’nin yanında buldum. O iki âyeti ondan başka kimsenin
yanında bulmadım.
Neticede içlerinde Kur’an toplanılan bu
sahifeler, Allah kendisini vefât ettirinceye kadar Ebû Bekr’in yanında kaldı
..........................
(Buhari, Kitabu’l-Tefsir 199 Cilt 9
s. 4423-4424 Ötüken 1987)16-............ Ebû
İshak şöyle dedi: Ben el-Berâ ( R )’ dan işittim, şöyle diyordu: “ Mü’minlerden
oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlar müsâvi olmaz... “
Ayeti indiği zaman, Resûlullah (S) Zeyd’i çağırdı. Zeyd bir kürek kemiği ile
geldi ve o ayeti yazdı..... (Buhari, Kitabu’l-Cihâd ve’s-siyer 47
cilt 6, s.2674. Ötüken 1987 )
Milattan
3000-4000 yıl öncesinde dahi Papyrus varken, Müslümanların milattan sonra
600-700 yıllarında bundan habersiz olmaları acaba size ne kadar mantıklı
geliyor? Gelişi güzel bir kaç rivayetten yola çıkarak 'Tarih' belirlemek asla
bilimsel bir araştırmanın yerini tutmaz. Oysa Kuran-ı Kerim'de ayetlerin ince
deri üzerine yazıldığı anlatılıyor:
(52/1)
- Satır satır yazılmış
Kitab’a (52/2)
- Yayılmış ince deri
üzerine (52/3)
Geçmişe ait korunmuş sahifeler,
“rakk-ı menşur” denilen ceylan derilerine
yazılırdı. Zaten Kuran ince deri üzerine yazılmamış olsaydı, bunu duyanlar "Sen hangi deri üzerine yazılmış ayetlerden bahs
ediyorsun" diye Peygamberle alay ederlerdi.
Yine 80inci
surede:
mesajdırlar. (80/11)
- İsteyen onları idrak
eder. (80/12)
- Onlar, değerli
sayfalardadır. (80/13)
- Yüksek ve temiz
sayfalarda. (80/14)
denilmesi müslümanların
"Sahife"den ne kast edildiğini biliyor olmasına işaret olarak algılanabilinir.
Ayşe Hür'ün kaynak aldığı hadislerin tam tersini söyleyen hadisler de cabası.
Hanımefendinin tek taraflı yazıyor dememin sebeblerini anlamanız için onları da
paylaşalım.
dedi: Ben Şaddat İbn Ma’kıl ile beraber İbn Abbas’ın yanına girdim. Şaddat İbn
Ma’kıl, Abbas’a:
-Peygamber (s) bir şey bıraktı mı? diye
sordu.
İbn Abbas:
- Mushaf ‘ın iki
yanını kuşatan ciltler arasında bulunandan başka bir şey bırakmadı,
dedi.
Biz yine beraberce Muhammed İbnu’l -Hanefiyye’ nin
yanına girdik ve ona’da aynı suali sorduk. Muhammed İbnu’l Hanefiyye
de:
- İki kapak arasında bulunandan başka bir şey
bırakmadı, dedi. (Buhari,Kitâbu Fedail’l -Kur’an 39 Cilt 11 sayfa
5112 Ötüken 1988)
Böylece "iki kapak arasında bulunan.."dan bahs eden İbn
Abbas'a dönüp kimse "O nedir, ne mushafından
bahs ediyorsun sen" dememiştir. Diğer bir rivayette de şöyle
denmektedir
den rivayet ettiler ki:........ “Peygamber hücrenin perdesini açtı da, bizlere
bakmaya başladı. Kendisi ayakta duruyor ve yüzü de Mushaf yaprağı gibi
parlıyordu......”
(Buhari, kitabu’l -Ezân 72 cilt 2 sayfa
707 - 708 Ötüken 1987)
Yüzü "Mushaf yaprağı gibi parlıyor" diyen Ebes ibn
Malik el-Ensâri, mushafın ne olduğunu gayet iyi bilen
biri olması gerekiyor ki bu tür bir sözü anlam kazanabilsin. Zaten ayetleri de
baz aldığınızda, bu hadislerin çok daha mantıklı olabileceği tahminini
yürütebiliriz. Uzatmayalım...
Kuran-ı Kerimin yazılı bir mushaf halinde
bulunduğunu, farkına varmadan Ayşe Hür'de ispatlıyor yazısında zaten. Nitekim
şöyle buyuruyor makalesinde:
bu işler yapılırken, hafızlar grubundan bazı kişiler kendi Mushaflarını
oluşturuyorlardı. Böylece ortaya Ibni Mesud’un Mushafı, Übeyy Ibni Ka’b’ın
Mushafı, Abdullah Ibni Abbas’ın Mushafı, (Peygamber’in eşlerinden) Aişe’nin
Mushafı, (daha sonra Dördüncü Halife olacak) Ali’nin Mushafı gibi değişik
Mushaflar çıkmıştı."
Böylece Peygamberin
zamanında mushafın ne olduğunu ve mushafların varlığını kendi diliyle ifade
etmiş oluyor. Peygamberin vefatı boyunca kağıt bulunamayıp, ölümünden iki üç yıl
içerisinde mushafların yazıldığına inanmak acaba ne kadar mantıklı geliyor size?
Sahi, kağıtları nereden bulmuşlar birden?
Yine Peygamberin Krallara
gönderdiği mektupların varlığını tüm tarihçiler kabul ediyor, bu konuda herhangi
bir ihtilaf da yoktur bildiğim kadarı ile. Peki bu mektuplar taşlar, kemikler,
ağaç kabukları üzerine mi yazılıyormuş?
Kısaca; neresinden tutsak
dökülüyor!
İbranice mi yoksa Arapça
mi?
Ayşe Hür "Bugün bazı Batılı ilim adamları, o tarihte Hicaz’da
yazı dilinin Arapça değil Aramice ya da İbranice olduğunu söylüyor" diyor
yazısında. Hangi bilim adamı bunu söylüyor, keşke isim verse idi. En azından
hangi manada söylediğini araştırma şansını yakalaya bilirdik. Hz. Ali'nin
mushafından bahs eden Ayşe Hanım, herhalde arapça yazıyı kullanmak, peygamberden
üç beç yıl sonrasında geliştiği iddiasında bulunmayacaktır.
Ümmi’nin ne
olduğu
Tüccarlık yapan Abdullah oğlu Muhammed'in okuma yazma
bilmediğini iddia etmek acaba ne kadar doğru, o da ayrı bir tartışma konusu
olabilir. Nitekim "Ümmi", okuma yazma
bilip bilmemekle alakası olmayan bir kelimedir.
ile nispet bağıntı ى - yâ’sı’ndan oluşturulmuş bir sözcük olup "anaya mensup",
"analı" demektir. Çünkü sözcüklerin sonuna getirilen yâ bağlantı edatı,
genellikle kişilerin hangi şehirli olduklarını ifade etmek için kullanılır.
Meselâ; Konevî: Konyalı; Bağdadî: Bağdatlı; Halebî: Halepli; Rumî: Romalı
demektir. Buna göre ümmî de adı "Ümm” (Ana) olan kent mensubu, Analı demektir.
Ancak buradaki "Ana" özel isim olup cins isim olan ana [anne] ile
karıştırılmamalıdır. "Ana" adlı yerin neresi olduğu konusunda ise rehberimiz her
zaman olduğu gibi yine Kur’ân'dır:(En'âm: 92) Bu da Bizim, köylerin [kentlerin] anasını [Anakent'i] ve çevresindekileri uyarman için
indirdiğimiz, kendinden öncekini doğrulayıcı mübarek [bereketli, bolluk dolu] bir Kitaptır. Âhirete inananlar ona da
inanırlar ve onlar desteklerine de koruyucudurlar. [desteklerini de sürdürürler]
(bkz: Bakara 78; Ali Imran 20, 75; Cuma
2)
Bu Âyette peygamberimize önce امّالقرى -
Ümmü'l-gurâ’yı, sonra da çevresindekileri uyarma talimatı verilmiştir.
Peygamberimizin Mekke'de Elçi seçilip ilk kez Mekkelileri uyardığı herkesçe
bilinmektedir. O hâlde Âyetteki Ümmü’l-gurâ ifadesi ile Mekke şehrinin
kastedildiği açıktır....
(Hakkı Yılmaz- Tebyin-ül Kuran
/Araf Suresi)
Makalenin gerisi 'Mushafın'
yazılı olmadığı tezinden beslenerek bir çorap söküğü gibi devam ediyor.
Prof. Neuwirth: 14 asırdır
müslümanlar hep yanıldılar iddiası yanlıştır
Sayın Ayşe Hür
hanımefendi makalesinin sonunda:
anlatacak çok şey var ama yerim bittiği için burada noktalıyorum. Kalanını
internet nüshasına eklemeye çalışacağım. Bu tarihçeye bakılırsa, bugün İslam
ülkelerinde kullanılan ‘Resmî’ (Standardize edilmiş) Kuran’ın (ki 1920’de
Kahire’deki El Ezher Üniversitesi tarafından kaleme alındı) Osman’ın Mushafı’yla
değil ‘harfi harfine aynı’ olduğunu, bu tarihçeyi bilenlerin kabul etmeye razı
olduğu gibi, ayetlerin sırası ve içeriği açısından aynı olduğunu iddia etmek,
ancak ‘iman’la mümkün, yoksa ‘bilimsel açıdan’ mümkün değil."
diyerek konuyu kapatıyor. Aslında kapatmaktan
ziyade, insanların beyinlerinde soru işaretleri bırakmayı yeğliyor.
Kuran-ı kerimi bugün insanlar, tüm tarihi metinlere
ulaşarak okuyabiliyor ve hanimefendinin yararlandığı site de dahi (islamic-awareness.org) eski Kuran
resimleri bulunmaktadır. Dileyen onları elimizde bulunan Kuran ile
karşılaştırabilir. Ayşe Hanım, Gerd-Rüdiger Puin'den dolaylı yoldan alıntı
yaptığı için, bende o araştırmacıyı ele alarak bunu ispatlamak istiyorum. Sayın
Puin 1981-1984 yılları arasında, Arap el yazmalarının tadil ve tasnif işleri
projesini yönetmekle görevlendirir. Puin, bir kısmı 628 yılına, yani Hz.
Muhammed'in henüz hayatta olduğu dönemlere denk gelen ve toplam 926 değişik
Kalligrafiyle yazılmış Kuran-ı Kerim Parşömenlerini teker teker inceler ve
tasniflerini tamamlar. Almanya'ya döndüğünde, önceleri Surelerin sıralamasindaki
farklılığı görür ve "Kuran'ın beşte biri
yeniden yazılmalıdır" sonucuna varır. İslam eleştirisinde bulunan
insanların Puin'i kaynak almaları aslında şaşırtıcıdır. Puin kitabını, Katolik
Teolog Karl-Heinz Ohlig'le birlikte bastırır. Bu pencereden bakıldığında, Puin
gibi bir araştırmacının ne kadar tarafsız olabileceği konusunu sorgulamak
gerekir. Sanki Hristiyanların İznik konsilinde, Arius'un karşı çıkmasına rağmen,
İncili değiştirdikleri gibi Kuran-ı kerime de bu kılıfı geçirmek istiyor
bazıları. Arius'un kim olduğunu uzun uzadıya burada anlatmak çok uzun
süreceğinden, onu başka bir yazımızda anlatırız detaylarıyla. Misal Puin'in
tezlerini devam sürdüren sayın Luxenberg Huri kelimesinin "iri taneli üzüm" olduğunu
iddia ediyor. Zaten "Huri" tezi
Luxenberg'a ait olmadığı gibi, Kuran araştırmacılar bu konuyu ondan önce kabul
ediyorlardı. Bununla bitmiyor, Kuran surelerinin sıralamasını "Kuran'ın
değişmesine" yorumlayıp oradan güya İslam alemine gol atmaya çalışıyor.
Puin, Luxenberg yahut Katolik Teolog Ohlig'e verilecek cevabı yine
Almanya'da araştırmacı Prof. Neuwirth'ten getirelim.
"14 asırdır
müslümanlar hep yanıldılar iddiası yanlıştır" diyen Neuwirth; Puin,
Luxenberg ve benzeri ilahiyatçıların tezlerinin yanlış olduğunu ifade etmiştir.
2009'a kadar 'Corpus Coranicum'
projesinde bütün bilgiler toplanıp bir veritabanı oluşturup, kullanıma açtıktan
sonra Prof. Neuwirth, Puin ve benzeri Oryentalistlerin bu konuda hatalı olduğunu
söylemiştir.
Ayşe Hür'ün makalesinin sonuna yazdığı
ve 'Kuran değiştirilmiştir' süsü vermeye çalıştığı sözler aslında Puin, Katolik
Ohlig ve Luxenberg'den kaynaklanan bir tezdir.
Bu tez, 'Corpus Coranicum'
projesinden sonra çürütüldüğüne rağmen yine de bu tür makalelerde dile
getiriliyor olması düşündürücü ve üzücüdür.
Son olarak Dr. Puin'in
el-Ekva'ya yazdığı mektuptan önemli yerleri paylaşarak konunun sonuna
geliyorum.
sözkonusu Yemen nüshalarıyla eldeki Kur'an
nüshaları arasında ciddiye alınabilecek hiçbir farklılık mevcut değildir;
bu yeni nüshalarda tesadüf edilen yegâne ihtilaf, -Allah'a şükür- sadece
sözcüklerin imlâsıyla ilgili Kur'an'ın kendisine
aslâ zarar vermeyecek olan küçük birtakım yazım farklılıklarından
ibarettir. Zaten 'İbrahîm-İbrahim'; 'Kur'ân-Kur'an'; 'simâhum-simahum',
vb. farklılıklara da Kahire'de basılan mushaflarda işaret edildiği herkesçe
bilinmektedir.
(...) Geçen senenin Ekim ayında ben ve meslektaşım Dr. Von
Bothmer, Hollanda'nın Leiden şehrinde yapılan, Kur'an araştırmalarıyla ilgili
bir konferansa davet edilmiş ve orada Yemen mushaflarından alınan mikrofilm
örneklerine istinaden iki tebliğ sunmuştuk. Her iki tebliğ de -tahmin olunacağı
üzere- hem Batılı akademisyenler, hem de müslüman ilim adamları nezdinde çok
büyük bir rağbet ve iltifata mazhar oldu. Maamafih bu tedkikler henüz
neşredilmiş değildir.Not: Arapça ifadelerimin bozukluğundan dolayı özür
dilerim.
Dostunuz
Dr. Gerd R. Joseph Puin
Saarbrücken,
14/2/199
9
Keşke Ayşe Hanım bu konular üzerinde
daha fazla araştırma yapıp, bu yanılgıya hem kendisini hem okuyucusunu düşürmese
idi.
YAZINIZ ÇOK BEĞENDİM VE İLGİYLE HATTA ZEVKLE OKUDUM RABBİM DEN TEK İSTEĞİM BU YAZINIZIN EN AZ MAKSADI MALUM AYŞE HÜR DENİLEN ATLI ŞAHSIN YAZISI KADAR GÜNDEME GELİR VE OKUNUR ALLAH SİZDEN VE SİZİN GİBİLER DEN RAZI OLSUN
Eylül 22nd, 2011 at 14:58Mustafacığım izninle bu güzel yazının altına, bende katkılarımı yapmak ve parçaları birleştirerek, konuya yakınlaşmak istiyorum.Hatta bu metodla bir Beyin fırtınası başlatabilirsek,ve tabi bu fırtınanın rüzgarlarına, kıymetli hocalarımızda iştirak ederlerse, bence senin yazının altında konuyu belinden kavramış oluruz.
1* 2002 yılında ABD Ankara Büyükelçisi Eric Edelman, Diyanet İşleri Başkanlığı ile gizli bir protokol imzalayarak, cuma namazlarındaki hutbelerde ''Hristiyan ve Yahudilere karşı sert söylemlerden kaçınılması'' gerektiğini vurguladı.
2*2003 AKP iktidarda
3*Görsel Medya'da yeni popülist tele-vaizler ya da ahiret güzin ablaları çıkmaya-oluşmaya başladı (Mesela-Cübbeli Ahmet 17 Ağustos depreminin ardından, ölenlere müşrik olarak ölen insanlardı diyebilecek kadar küstahlaşırken, şimdilerde televizyonda izlenme oranı yüksek yerlere çıkıyor)
4*2009 Said-i Kürdi'nin filmi vizyonda!
5*Kutlu doğum haftasının tarihi öne alındı(2006) Ne hikmetse, Fethullah gülen'in doğum günü o hafta içerisinde...
6*Misyonerler; önceleri hücre evlerinde faaliyet gösterirken, zirve yayın evi baskını ve daha sonraki yoğunlaşan ''Dinlerarası Diyalog'' muhabbetleri ile birlikte, çoğu yerde ayinlerini rahatlıkla yapma imkanı buldu.
7*Tarikatlar-cemaatler-''headbang''yapan müritlerin sayıları giderek arttı!
8*Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kuranın yeniden analiz edilmesi gerektiğini, bunun için özel bir komisyon kurulması gerektiğini söyledi.
9*Risale-i Nur denen şey ile, Kutsal Kitabımız Kur'an arasında bazı çevrelerce kıyas yapılmaya başlandı(-Kİ BU APAÇIK BİR ŞİRKTİR)
10*Abant Platformu kapsamında Mehmet Aydın başkanlığında Dinlerarası diyaloğun icrası tartışılmaya başlandı...
11*Ders kitaplarında Kelime-i Tevhid'in Peygamberimiz ile olan kısmı yani ''...Muhammed Allah'ın elçisidir!'' bölümü çıkartıldı (Bknz.Mehmet Bayraktar, BOP dini makalesi 2008)
Ve sonunda bu yazı patlak verdi!
Benim kör milletime bir soru!
Bu yazı Ramazanda çıksaydı ne olurdu? Herhalde kan gövdeyi götürürdü!
Ama şimdi birkaç kalemden başka toplumsal bir tepki verecek ne bir insan var, ne de bir aydın!
Mevsimlik Müslümanlar, bu parçaları birleştirip, özüne yani KURAN'ın aslına dönemedikçe, HELAK olup gitmeye mahkumdurlar!
Şimdi gelelim işin beyin fırtınası yani etüd kısmına!
Acaba Türkiye'de yaşanan İslam'mı? yoksa BOP dini mi?
Eylül 23rd, 2011 at 09:38Regaip bey ben tesekkür ederim yorumunuz icin, Hakk cemi cümlemizden razi ve hosnut olsun insallah. Sayin Ayse Hür hanimefendiye yaziyi gönderdim bu konu üzerine kücük bir tartisma gerceklesti e-mail üzerinden aramizda. Aslinda kendisi bu konular hakkinda pek bilgisi olmayan bir hanimefendi oldugunu düsünüyorum.
Eylül 23rd, 2011 at 23:55Saygilarimla
Ali Rauf Yürür:
Evet, bunlari ve bunun gibi daha nicelerini aslinda bu konuya ekleyebiliriz. Bugün yasanan Islam ile Abdullah oglu Muhammed'e inmis olan Islam aynisi degildir diye düsünmekteyim. Okyanusun öte tarafindan birileri Türkiye'yi "Dinler arasi Diyalog" ve "BOP" dinine, basarili bir sekilde cagirmakta. Maalesef Diyanet de bu konuda, Hoca efendi ile isbirligi icinde oldugunu düsünüyorum.
Eylül 23rd, 2011 at 23:58Tesekkür ederim ve Saygilarimla
Uzun zaman önce bende araştırdım sizle aynı kanıya vardım.Şu an elimiz deki Kur'an mushafı gerçek mushaf mı aslından geniş bir makale yazmak bu konuyla alakalı en doğrusu.
Ekim 10th, 2011 at 14:52