Ayaktaki Taş…
2017’ye girdiğimiz gece Reina katliamı yeni yıla ait umutları silip süpürmüştü.
Her şey zehir oldu.
İçimizi yakan, parçalayan görüntüleri hatırlatmak değil niyetim. Sonrasında gelen tepkiler, en az olay kadar iç burkucuydu, ne ara bu kadar vahşileştik, kutuplaştık diye düşündüğümü anımsıyorum.
“Oh olsun” diyen de oldu.
“İçip içip azdılar gebersinler” diyen de vardı.
“Reina’da vurulana üzülemeyiz, kusura bakmasınlar” diye açık açık binlerce mesaj yazıldı sosyal medyadan. ‘Milletin değerlerini 100 yıldan beri paspas ederseniz, Reina’dan böyle ceset toplarsınız” diye kan kusanları gördükçe gözlerim fal taşı gibi açıldı.
Yeni yılın her günü, ilk gününü aratmayan ilkellikte geçti, geçiyor.
Kendi gerçeğimiz, cahilliklerimiz, eğitimsizliğimiz yüzümüze vurdukça vuruyor.
Ülkenin gelişmiş, okuma oranları yüksek, en hoşgörülü kenti diyoruz. Çoğu zaman hikaye. Son aylarda Türkiye’yi sarsan olayların, caniliklerin hatırı sayılır kısmı İzmir’de ya da komşu topraklarda geçiyor.
Taciz, tecavüz, zorla evlendirme, dehşet vakalarının ardı arkası kesilmiyor.
Eğitimde akıldan, bilimden, kültürden, sanattan, çağdaşlıktan uzaklaştıkça aydın dediğiniz şehirlerde dahi, vahşetin sonu gelmiyor.
BEDELİ AHMET ÖDEDİ
Pırıl pırıl 15 yaşındaki Ahmet, üvey babası tarafından keserle vurularak, başına çuval, ayağına taş bağlanarak, canlı canlı kuyuya atılarak öldürülüyorsa ve iddia edildiği gibi anne de bu zulme ortaksa, bu kentte başka neyi yazacaksınız?
Ne kadar şahane gökdelenlerimiz olduğunu mu, yeni imar planlarını mı, kentsel dönüşümdeki sıkıntıları mı?
Toplum, aileler, gençler, çocuklar tek tek kabaran baloncuklar gibi patlarken, sokaktaki patlak borulardan söz etseniz ne olur?
Altı ay önce, 4 yaşındaki Irmak’a tecavüz edip öldüren hurdacının yakalanma görüntülerini hatırlıyorsunuzdur. Hani canlı yayında yakalanmıştı o yaratık.
Hurdacı hapiste ama o aile her zamanki gibi kaderlerine terk edildi. Yaşadığı ilçede sıkıntılarla başa çıkamayan Irmak’ın babası 10 yaşındaki kızı Ayşe ile karısı Suriye’yi öldürdü, intihar etti, şimdi ölümle pençeleşiyor. Küçük yerleşim birimlerini adeta unuttuk. Hayatı şehrin merkezinden ibaret sanıyoruz.
Her gün karşımıza çıkan örnekler, ileriye değil, geriye doğru gittiğimizi gösteriyor.
Kötülük cehalet demek değil ancak onunla besleniyor. Cahil, yalnız bırakılmış, ekonomik sorunların içinde kaybolmuş sapkınlığı körüklüyor... Bağnazlık normalleşiyor, yobazlık takdir görüyor. Mollalar kıymete biniyor. Kindarlaşma ödüllendiriliyor.
Fenası, tüm kötülüklerin önüne dualarla bezeli cümleler örülüyor. Ahlak görüntüye indirgeniyor. Lümpen küstahlığı adeta ödüllendiriliyor. Cahil cesaretinin sırtı sıvazlandıkça vahşetin, zulmün sonu gelmiyor.
Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmekten korkar, bilimi esas kabul etmekten ürkersen, bu ülkenin en medeni topraklarında olman da fark etmiyor.
15 yaşında kuyuya atılan ve doğru olduğunu içimiz kabul etmiyor ama eğer öyle ise hamile bir anneye de kendi çocuğunu boğdurtan bir cehaletin içinde, hepimiz boğuluyoruz demektir. O taş var ya, hani kuyudan çıkmasın diye Ahmet’in ayağına bağlanan, korkarım bir gün başımıza fena düşecek!