content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

05 Eki

Avrupa’da Sol’un Gerilemesi

İddialı ve heyecanlı “Tarihin Sonu” tezine sonradan demarş yaparak bizatihi kendisi son veren Fukuyama, yakın zamandaki bir yazısında üstüne basa basa Kapitalizm orta sınıfı yok etti, yeniden yaratmadıkça ayakta kalamaz demekteydi.

2008’de Mortgage Krizi ilk patladığında Marksizm’e gün doğdu diye düşünmüştüm. Hatta Sol’un bu durumu bir fırsata dönüştürme ihtimali olduğunu düşünmüştüm. Eğer ki Sol, ideolojik dogmalarından sıyrılıp, pozisyonu gerileyen sınıflara yönelik somut ve pratik çözümler üretebilirse Marksizm’in altın günlerinin yeniden başlayacağına inanıyordum.

Ama ne yazık ki tüm Avrupa son beş yıldır iflasla boğuşurken ve bu iflastan en büyük zararı Sol’un kemik tabanı görürken Avrupalı sol partiler çok ciddi bir güç kaybına uğradılar. Buna karşın geri bırakılmış sınıflara karşı hayli mesafeli ve dışlayıcı olan sağ partiler ciddi yükselişler gösterdiler. Almanya, Avusturya, Norveç gibi önemli ülkelerde açıkça gözlenen bu gerileme, Sol’un büyük bir açmazda olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu ilginç durum bize Nazizm türü Avrupa faşizmlerinin doğuşunu hatırlatıyor. Bilindiği gibi Avrupa faşizmleri Birinci Dünya Savaşı sonrasında başlayıp 1929 Ekonomik Krizi ile derinleşen sosyal ve ekonomik kriz döneminde ortaya çıkıp güçlenmiştir. O dönemin umutsuzluk ortamında başını gençlerin çektiği yoksul kesimler gündelik yaşama ve geleceğe ilişkin kaybettikleri ümitlerini “her şeyi düzeltebilecek, soyut bir Führer” inancında tazelemişler bunun devamında faşizm bir halk tercihi olarak iktidara gelmişti.

Kapitalizmin bildik ilişkileri, bireylerin yaşadıkları toplum içinde gittikçe tükenip yok olmalarına açıyor. Giderek artan işsizlik, gündelik ihtiyaçlarını bile karşılayamayan geniş yığınlar yaratıyor. Öte yandan kapitalist kültürün zihinlere pompaladığı “tükettiğin kadar varsın, kimliğin tükettiğine eşdeğerdir” mesajı bireyleri şöyle ya da böyle cebinde olmasa da tüketmeye zorluyor. Bu davranış ise sürdürülemez bir krizi sürekli besliyor. Bireylerin ve toplumların böylesine tükenişe gittiği bir ortamda bile kapitalizmin hala bireysel var oluşu tüketim imkanlarıyla kategorize etmesi hızla yoksullaşan insanları bir türlü sahip olamadıkları kimliklerle ilgili umutlarını terk etmeye zorluyor.

Aslında insanlar tüketebildikleri ölçüde bu tüketim odaklı statünün nimetlerinden faydalanıyorlar. Ancak bu imkan ortadan kalkınca toplumda statü edinemeyen ve kimlik geliştiremeyen bireyler ister istemez kendini yeniden var etme arayışına yöneliyorlar. İşte tam da bu noktada sağ ideolojilerin somut gerçeklerden uzak, kişisel soyut değerler üzerinden kurguladıkları kimlikleri sahiplenmek kolaylaşıyor. Soyut değerler, ayakta kalabilmek, kendini var edebilmek için önemli bir çıkış yolu haline geliyor. Tıpkı kedi-ciğer metaforunda olduğu gibi somut dünyada şans bulamayan insanlar için soyut değerler kutsal ve hayatın en önemli gerçeği haline geliyor.

Tıpkı Führer’in yüce varlığına kendini adayarak, adanmış fedakar bir ruhun asaletine tutunması gibi günümüzde de insanlar, benzer soyut ideolojik mefhumlara yöneliyorlar. Yabancı düşmanlığı, etnik bağnazlık, dinsel doğmalar, mezhepçi yönelimler bu mefhumların en önemlileri olarak öne çıkmaktadır. Bu tür soyut değerlerin hepsi, günlük somut ilişkilerin dışında kalan bireylerin tutundukları en önemli soyut kavramlar olarak toplumsal yapıların hepsinde az ya da çok yer almaktadır[1]. Gündelik yaşamını kaybetmiş bireylerin kimlikleri önemli ölçüde bu tür değerlerden beslenmektedir. En azından bu kaybediş bu beslenme sürecini önemli ölçüde tetiklemektedir.

Kapitalizmin dayatmaları bireyleri toplumdan koparıp bir cam fanus içine hapsederken önemli ölçüde de umutsuz ve ufuksuz insanlar kitlesi yaratmaktadır. Bu durum, özellikle ekonomik kriz dönemlerinde kapitalizmin aşırı bencil tutumu dolayısıyla daha da kronik bir hal almaktadır. Bu

[1] Muhakkak ki somut dünyada önemli bir yeri olan insanlar için de soyut değerlerin bir kimlik aracı olarak öne çıkması mümkündür. Ancak buradaki izahat temel olarak gündelik yaşamı kayıpta olan bireyin soyut dünya ile ilişkisini açıklamaya yönelik olup diğerlerini –şimdilik kaydıyla- dışlamaktadır.

[1] Muhakkak ki somut dünyada önemli bir yeri olan insanlar için de soyut değerlerin bir kimlik aracı olarak öne çıkması mümkündür. Ancak buradaki izahat temel olarak gündelik yaşamı kayıpta olan bireyin soyut dünya ile ilişkisini açıklamaya yönelik olup diğerlerini –şimdilik kaydıyla- dışlamaktadır.

kitlesel genişleme insanların kaçınılmaz bir şekilde hikmeti kendinden menkul bir kurtarıcı etrafında kenetlenmelerine yol açmaktadır.

Şu bilinir ki;

Toplum içinde yalnızlaşan, bütün sosyal ve siyasal tehditlere açık hale gelen birey, çıkış yolu bulamayınca kaçınılmaz olarak dayanışma gruplarına sığınmaktadır. Bu tür sığınmaların temelinde bireyin kendine en yakın bulduğu, en kolay ilişki kurduğu asabiye kurumu vardır. Çünkü bu asabiyelerin üyelerine aleni bir koruma sağladığı bilgisi, her bireyin hayatında mutlak surette tecrübe ettiği bir bilgidir. Bu bilgi, ailede, arkadaş çevresinde, iş çevresinde, metafizik gruplar içinde bir şekilde edinilir ve sağlam bir bilgidir.

Tıpkı aile içi ilişkilerde olduğu gibi tüm asabiyeler şöyle ya da böyle üyelerini belirli değerler etrafında birleştirirken onlara önemli bir koruma sağlar. Asabiyelerin bu noktada en önemli işlevi “açlık ve güvenlik” gibi iki birincil ihtiyaca ilişkin kaygıların giderilmesidir. Öte yandan bu iki temel kaygısı giderilmiş birey, kendini bu dayanışma ilişkisine adadığı ölçüde grup içinde önemli hale gelir ve yeni bir kimlik inşa sürecine girilir. Birey, söz konusu asabiye içerisinde yeni bir kimlikle sosyal ve siyasal alana yeniden çıkar. Asabiye gruplarının en önemli işlevi ise, sisteme dahil olan bireyi gruba ait ortak bir kimlik etrafında yeniden yaratmaktır. Bireye yeni bir kimlik ve büyük bir özgüven kazandırılır. Bu bireyler için geçmiş, artık büyük bir yanılgı ve kaçıştır[1]. Birey bu geçmişten ne kadar koparsa yeniden var oluşu o kadar güçlü bir şekilde tamamlanır. Ayrıca grup için yeni kimliğin meşruiyeti, büyük ölçüde eski kimliğin inkarı ve yok edilmesine bağlıdır. Özellikle din ve mezhep asabiyelerinde “hidayete ermiş” yeni bireyin hidayetinin ve rüştünün tescillenmesi için geçmişini çağrıştıran ilişki ve kavramlara olabildiğince düşman olması gerekmektedir. Din ve mezhep asabiyelerindeki acımasız radikalizmin ana sebebi budur.

[1] Bireyin bu tür ilişkiler içerisindeki psikolojik gelgitleri hakkında Eric Hoffer’in Kesin İnançlılar isimli eserine başvurulabilir.

[1] Bireyin bu tür ilişkiler içerisindeki psikolojik gelgitleri hakkında Eric Hoffer’in Kesin İnançlılar isimli eserine başvurulabilir.

Avrupa’nın günümüzdeki açmazına dönersek;

Avrupa’da, işsizlik probleminin gittikçe derinleşmesi ve devletlerin kemer sıkma gibi avantajsız toplum kesimlerini vergi girdabında boğmasının nihai sonucu sağın yükselişidir. Krizin sistem dışına ittiği bütün bireyler kaçınılmaz bir şekilde tutunacak ve hayatlarını idame ettirecek, idame ettirme ümitlerini canlı tutacak bir çıkış yolu aramaktadırlar. Her ne kadar sağ ideolojilerin somut anlamda böyle bir vaatleri olmasa da insanların gözüne “yarın herşey güzel olacak” türünden pembe gözlükler takma yeteneğinin olması siyasi tablonun rengini sağ partiler lehine değiştirmektedir. Ki, ekonomik krizlerin bu tür ütopyacı devrimci ve/veya radikal düşünceleri beslediği açık bir tarihi tecrübedir.

Bu noktada Batı Sistemi’nin tek çıkışı yolu, geri bırakılmış kesimlerin lehine olacak yeni bölüşüm mekanizmaları geliştirmesi ve kendini ayakta tutan orta sınıfı tahkim etmesidir. Maalesef ki şimdiye kadar henüz kapitalizmin o meşhur ve sihirli görünmez eli bunu akıl etmeyi beceremedi, bir türlü beceremiyor da. Böyle giderse beceremeyecek de.

Bakalım, kapitalizm, kendi celladını beslemeye daha ne kadar devam edecek. Hep birlikte göreceğiz.

Etiketler : , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank