Atatürk ve Dilimiz
Dil milletlerin ortak bilincidir. Dünya liderleri arasında, konuştuğu dile Atatürk kadar değer vermiş ve üzerinde durup titremiş devlet adamı yoktur. Ona göre dil, milleti birbirine bağlayan unsurların başında geliyordu. Bu güçlü bağ olmasa, milletin tek vücut olarak sonsuza kadar hür ve bağımsız yaşaması mümkün değildir. Dile bağlılık ancak bu dili güzel konuşmakla ispatlanmış olur. Kişi Türkçe konuşma konusunda ısrarcı olmalıdır. Ülkemizde yıllarca kalan yabancılar, dilimizi konuşacak düzeyde öğrenmelerine rağmen yine de kendi lisanlarını kullanmayı yeğlemektedirler. Demek ki dil en büyük tanıtım ve övünme aracıdır. Atamız Türkçeye olan sadakatimizin ölçüsünü şöyle koymaktadır:
“Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri de dildir. ‘Türk milletindenim’ diyen insan, her şeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan, Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse, buna inanmak doğru olmaz.”
Son zamanlarda bazı çevreler Türkçenin ifade kudretinin zayıf olduğundan şikâyet etmektedirler. Üniversitelerde kürsü işgal eden bir kısım yoz devşirmeler Türkçenin bilim dili olamayacağını söylemektedirler. Üstelik bunu dile getirenler, sokaktaki sıradan vatandaşlar değildir. Türkiye’nin yükseköğretimini yönlendirenlerin bunu söylemesi beyinlerin ve fikirlerin satıldığının en büyük delilidir. Bu mesnetsiz tez asla doğru değildir.
Türkçe uzun yıllar boyunca, tabir caizse nadasa bırakıldığı için bu hâle getirilmiştir. Dilimizden şikâyet edenler, aile meclislerinde bile yarım yamalak da olsa İngilizce konuşmayı tercih etmektedirler. Ruhunu Batıdan besleyenler Türkçe konuşmayı adeta ayıp ve ilkellik saymaktadırlar. Dilinden ve kültüründen bu derece kopan, hatta utananların bu dilin söz dağarcığının zayıflığından yakınmaları hem çifte standart, hem de yüzsüzlüktür.
Atatürk onca işinin arasında Türkçe terimler üreterek “Geometri” kitabı bile yazarken, onlar nerelerdeydiler? Nerede olacaklar, efendilerinin dizlerinin dibinde medenî bir uşak kisvesine bürünüp yarım yamalak İngilizceleriyle çağdaşlık(!) şarkıları söylüyorlardı.
Dil ilgiyle, sevgiyle büyür, gelişir, serpilir. Dilimizin zayıflığından dem vuranlar, bu dilin gelişmesi için neler yaptılar? Bu milletten nefret edip tiksinenler binlerce İngilizce ve Fransızca kelimeyi Türkçeye taşıyarak dilimizi çıkmaza sürüklediler. Bunu bilerek, planlayarak yaptılar. Oysa çareyi ecnebi kelimelerde aramak en büyük felâkettir. Bu açıkça teslimiyettir, kolaycılıktır. İşe yakın çevreden başlayarak önce dilin imkânlarını zorlamak gerekirdi. Atatürk dil işine, eski Türkçe kelimelerin bugüne kazandırılması düşüncesini hayata geçirerek başlamıştır. Çünkü biz çok eski medeniyetler kurmuş köklü bir milletin evlatlarıyız. Önce buna inanmak gerekir. Atatürk bu konudaki inanç ve kararlığını şöyle ifade ediyor:
“Türk dili zengin, geniş bir dildir. Her kavramı ifade kabiliyeti vardır. Yalnız onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde çalışmak lâzımdır.”
Atatürk, Türkçe’nin yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarılmasını bir mecburiyet olarak görmekteydi. Çünkü bu kapı bir kere açıldı mı kolay kolay kapanmazdı. Nitekim öyle de olmuş… Kapıyı açık unuttuğumuz için binlerce Arapça, Farsça, İngilizce ve Fransızca kelime fütursuzca, kapıyı çalma gereği bile duymadan dilimizin haremine ayak basmıştır.
Dili zenginleştirmek demek, bütün yabancı unsurları toplayıp onun içine dâhil etmek değildir. Dilde zenginlik dilin mevcut imkânlarını kullanarak yeni kelimeler ortaya koymaktır. Atatürk dil sömürgeciliğinin karşısında çelikten bir duvar gibi durmuştur. O, bu hususta milletine de güvenmektedir. Millet, birlik ve beraberliğin çimentosu olan dilini elbet koruyup kollayacaktır. Atatürk’ün dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmaya yönelik kararlılığını şu sözlerinden anlıyoruz: “Millî duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil bilinçle işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”
Dilimiz bizi biz yapan ortak değerlerimizin başında gelir. Türkçemiz kimsenin tekelinde değildir. Bu topraklarda yaşayan, bu kültürü benimseyen, tarihini, mazisini ve medeniyetini bu dil ile kuran herkes Türkçenin sahibi ve koruyucusudur. İlle de bir şeyler yapmak için ilk hamleyi birilerinden beklemek yersiz ve anlamsızdır. Öncelikle yapmamız gereken şey, dilimizi çok iyi öğrenmek ve doğru konuşmaktır. Ardından, gördüğümüz konuşma ve yazma bozukluklarını münasip bir dille, neme lâzım demeden, düzeltmektir.
Dil devletin değil, milletindir. Bu nedenle kanunî müeyyideler koyarak dili koruyamazsınız. Dil kanunla korunmaz. Bu hususta gönüllülük esastır. Fertler, üzerine düşen görevi yaptıktan sonra devlet ve diğer kuruluşlar da sorumluluklarını yerine getirmelidir. Atatürk bu konuda devlete ve diğer kuruluşlara düşen vazifeleri şöyle sıralıyor: “Türk milletinin dili Türkçe’dir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır. Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği sayısız felâketler içinde ahlâkının, geleneklerinin, hatıralarının, çıkarlarının, kısaca bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir.
Türk dilinin, kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğe kavuşması için, bütün devlet teşkilâtımızın dikkatli, ilgili olmasını isteriz… Türk dilinin sadeleştirilmesi, zenginleştirilmesi ve kamuoyuna bunların benimsetilmesi için her yayın vasıtasından faydalanmalıyız. Her aydın hangi konuda olursa olsun yazarken buna dikkat edebilmeli, konuşma dilimizi ise ahenkli, güzel bir hâle getirmeliyiz.”
Her konuda olduğu gibi dil hususunda da Atatürk’ün çizdiği akıl ve mantığa dayalı yolda ilerlemek gerekir. Çünkü Atatürk’ün en büyük derdi dilde millî bir yol takip etmekti. Dilimizi bugünkü çıkmaza sokanların, onu yetersiz bulanların Atatürkçü olduklarını ifade etmeleri ne kadar samimi ve inandırıcıdır? Bunu kamuoyunun takdirine bırakıyorum.