At Kafası!
Medyamız, son zamanlarda, üniversitelerin gazetecilik bölümlerinde ders olarak okutulacak işlere imza atıyor...Ülkenin Başbakanı, basın toplantısında, bütün dünya basını önünde, Cumhurbaşkanı’na “Haddini bil!” minvalinde sözler söylüyor. Medyada tık yok...
Oysa benzer bir olay, Bülent Ecevit - Ahmet Necdet Sezer arasında yaşandığında, ülke ekonomisi batma noktasına gelmişti...
Geçtiğimiz gün, öğleden sonraydı, bir kafede oturdum, kitap okuyorum. Önce Twitter’da tek bir mesaj gördüm. Maalesef sosyal sazanlar, sosyal medyada gördüğüm, duyduğum her şeyi, ne double-check’i, üç kere, dört kere kontrol etmek, sağlama yapmak zorunda bırakıyor artık beni... “Belki biri işletiyordur.” dedim. Sonra bir-iki mesaj daha okudum. Hemen iPad’i açtım; bizim gazete dahil en çok tıklanan, okunan haber portallarına baktım; yok. Garsona haber kanallarını açtırdım televizyondan; 24 saat haber yayını yapanlar dahil; tık yok, altyazı bile yok. Neden sonra, nispeten daha ‘cılız’, çoğunlukla ‘muhalif’ birkaç internet sitesinde haber girmeye başladı, bir-iki kanal altyazı geçti... (Tamam, hak yemeyelim; bizim gazete de ‘flash’ diyerek manşetten duyurdu, detaylarına kadar indi hemen sonrasında...)
Ama o kadar... İki saate kalmadı, olay unutuldu. Duyurulmamıştı ki, unutulmasın... Akşam haberlerinde, HaberTürk’te özellikle takip ettim, altıncı sırada mı, yedinci sırada mı, kısacık geçildi... Ertesi günkü gazetelerde, iş olsun diye vardı.
Başbakanlık’ta patlayan silahtan bahsediyorum...
Oysa... Benzer bir olay geçmiş hükümetlerde yapılsa; ülke yerinden oynardı.
Bırakın geçmiş hükümetleri; benzer bir olay, şu an dünyanın herhangi bir ülkesinde gerçekleşse, bütün dünya duyardı...
Amerikan Başkanı’nın yanında-yamacında silah patlatın bakalım; dünya savaşı çıkmazsa bile, en az iki ülkeye demokrasi gelir.
Diyelim ki, bu bir suikast teşebbüsü ya da planlı bir eylem değil de, gerçekten bir meczubun başının altından çıkma... Bunun bile haber değeri bu kadarcık mı?
***
Bu ülkede yaşamanın insana öğrettiği şeylerden biridir; her işin içinde bir çapanoğlu aramak, komplo teorileri üretmek, hafiften paranoyak olmak...
Aslında olayı duyduğumda verdiğim ilk tepki; “Ama bu dünyanın en aptalca eylemi!” demek oldu...
Bir ülkenin Başbakanına on metre yaklaşacaksın da, kurusıkı atacaksın!
Düşünün bir... Bir meczup; sağa-sola mektuplar gönderip çöplenen, yardım dileyen, işsiz-güçsüz bir vatandaş kalkacak, Ankara’ya gidecek, belinde silahla o kadar polisi, korumayı, kamerayı, güvenlik önlemlerini aşacak, Başbakanlık binasının kapısına kadar girecek, Bakanlar Kurulu toplantısında, tüm kabine oradayken silahını ateşleme fırsatını bulacak. Ama gel gör ki; silahı kurusıkı olacak... Eylemi de, ‘sesini duyurmak için’ yapmış denecek.
Nereden baksan tutarsızlık, nereden baksan ahmakça...
Bütün güvenlik çemberlerini es geçip, Başbakan’ın ve Bakanlar Kurulu’nun dibine girebilecek güce/yeteneğe sahipsen, silahın neden kurusıkı?
Eğer amacın gerçekten sesini duyurmak, yardım istemekse ve şans eseri bir şekilde Başbakan’ın kapısına kadar girebildiysen, neden silah sıkıyorsun? Üstünde -kurusıkı da olsa- silah ne arıyor?
Güvenlik zaafiyetini dile bile getirmiyorum. Oraya kadar giren kişinin üzerinde, bomba da olabilirdi!
Bütün bu beynimdeki soruları, soru işaretlerini bir bir sıraladıktan sonra, beynimdeki ‘senaryo birimi’ harıl harıl çalışmaya başladı...
Bu, benim kişisel komplo teorimdir. Hiç bir duyuma, istihbarata, kaynağa falan dayanmamaktadır. Tamamen kurusıkı sallıyorum :
Bu yaşanan, terör örgütünün çok ciddi bir mesaj eylemi olabilir mi?
Başbakan Erdoğan; Abdullah Öcalan’a tecridin kalkmasını isteyenlere karşı, idam kozunu gösteriyor.
“Siz özgürlük istiyorsunuz ama asmadığımıza şükredin!” demeye getiriyor. Bunu da açık açık,“Halk idamı istiyor, geri getiririz!” diyerek tehdit unsuru yapıyor.
Ve birden, tüm bakanları ile toplantıdayken, kulağının dibinde silahlar patlıyor!
Bu, karşı taraftan gelen bir “ayağını denk al!” salvosu olabilir mi?
“Dibine kadar gireriz, ruhun duymaz.” tehdidi olabilir mi?
“İstersen orduyla gez.” meydan okuması olabilir mi?
Ha Don Carleone’nin adamları, gece vakti sinsice girip, horlayan adamın yatağına ‘at kafası’bırakmış.
Ha bir eylemci, gündüz vakti göstere göstere girip, kükreyen Başbakan’ın dibinde silah patlatmış.
Aynı şey değil mi?