At Bacak Bacak Üstüne, Ver Tafrayı!
İki Büyük Ülkenin İki Büyük Lideri (Sarkozy ve Erdoğan) üzerine Psikososyal Bir Analiz
Fransa Cumhurbaşkanı Nikolıs Sarkozi, (Nicolas SARKOZY) Türkiye'ye geldi. Sarkozy, eskilerin “nev-i şahsına münhasır” dedikleri, bu gün “kendine özgü” özellikli, latin tabiriyle “prototip” bir kişiliktir. Sarkozy, resmi kayıtlardaki tarihlere göre kova burcu erkeğidir. Zaten bu güne değin sergilemekte olduğu davranış, tipik kova karakteridir. Bu haliyle dürüstlüğü ön planda, ama bu dürüstlük, kovaların bilgiye verdikleri önem ve bilgelikleri ile birleşince, ortaya yer yer pervazsız, yer yer cür'etkar karakterler ortaya çıkmaktadır. Kovaların yalanı ve dolambaçlı tarzları sevmemesi onların dobracı kişilik olduğunu da gösterir.
Fransa Cumhurbaşkanı'nı Türkiye haklı olarak Cumhurbaşkanlığı düzeyinde değil de dışişleri bakanlığı düzeyinde karşıladı havaalanından. Bu zaten uluslararası ilişkilerde en önemli ilke olan "mütekabiliyet" ilkesinin bir gereğidir. Neticede Sarkozy, Türkiye'ye Cumhurbaşkanı Davetlisi olarak değil de, G - 20 dönem başkanı sıfatıyla gelmişti.
Beden Dili ve (Dış) Politika:
Politikada beden dili bütün mesleklere göre çok daha fazla önem taşımaktadır. Bu politika, uluslararası politika ise, çok daha fazla önem arzeder. Zira uluslararası ortamda çoğu kişinin birbirinin dilini bilmeyeceğinden dolayı her politik veya misyon elçisi aktör jest, mimik, kılık ve kıyafetlerden duruş veya oluş pozisyonlarına kadar her şeyleriyle mesaj vermektedir. Böylesi ortamlarda sözlü iletişime göre beden diliyle iletişim çok daha pratik ve pragmatist bir tarzdır. Sarkozy de beden dilini tıpkı Sn. Erdoğan gibi çok iyi kullanan liderlerden. Zekasına ve/veya bilgisine olan güveni, kova karakteriyle birleşince ister konferans türündeki konuşmalarında isterse sohbet tarzı ikili üçlü konuşmalarında apayrı bir tarz ortaya koymakta.
Sarkozy’yi bu şekilde betimledik ama, beden dili olarak Türkiye Başbakanının ondan aşağı kalır yanının olmaması ülke liderlerinin politik iklimi açısından her iki büyük ülke şanına yakışır bir durumdur. Zira Fransa da Türkiye de büyük ülkelerdir. Bu gün haritalarda yer alan adına devlet dedikleri yüzlerce siyasal bütünlük bulunmaktadır. Bu ülkelerden en fazla 10-15 tanesi gerçek anlamda "ülke"dirler. Bu ülkelerden ikisi Fransa ve Türkiye'dir. Fransa ve Türkiye'nin tarihteki yakınlığı ve birbirleri ile hukukunu, Sarkozy'nin bıçkın ve aşırı cür'etkar tavırlarına göre yorumlamak yanıltıcı olur. Ancak Sakozy nasıl ki beden dili olarak Napolyonvari bir davranış sergilese de, Başbakanımız Sn. Erdoğan da en az Kanuni kadar cesur bir profil verebilmektedir.
İki liderin beden dillerini psikososyal açından ele alırken Sn. Erdoğan'a yer vermememizin nedeni, Erdoğan'ın Türkiye literatüründe fazlasıyla betimlenmiş ve üzerinde analizler yapılmış bu haliyle bilinir hale gelmiş olduğudur. Erdoğan jenerasyonundan olan kendine özgü tarzı olan bir diğer lider ise, İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi'dir. Berlusconi'yi de bir başka yazıda ele alırız.
Dış Politikada Beden Dili ve Güven Pazarlaması:
Dış politikada beden dilini zaten bir üst başlıkta dile getirdim. Ülkeler güç ve ağırlığını Liderleri aracılığıyla dile getirirler ve/veya resmederler. Burada Türkiye ile herhangi bir AB üyesi büyük devlet arasındaki ikili görüşmelerde bir taraf “kadim haçlı ruhu”nu temsil ederken, bir taraf ta (Türkiye) her haliyle Osmanlı ruhunu resmetmektedirler. Yani iki ülke ve iki lider gibi görülen görüşmeler çoğunlukla iki ayrı kültürü temsil etmektedir.
Dünya liderlerinin görüşme seremonilerindeki bütün hal ve hareketleri bu tarihsel derinliğe dayanan olguların pazarlamasından ibarettir.
Haçlı Ruhu ve Osmanlı Ruhu Arasındaki Kültürel İroni:
Haçlı Ruhu ile Osmanlı ruhu her zaman iki zıt kutup olmuştur. Bu da “hilal” ve “haç” ikonlarıyla temsil edilmiştir. Ancak dünyanın küreselleşmesi ayrı devletler olarak görülse de insanların, toplumların, kültürlerin tek tipleşmeye doğru gitmesi kıyafet bakımından, yeme-içme kültürleri yaşam kültürleri açısından tarihteki belirgin farkın kalmaması ikonlar ve ritüeller açısından anlamsızlaşmaya başlamıştır.
Artık her iki toplum birbiriyle “din” ekseninden ziyade ekonomik çıkar ekseni üzerinden ödünleşmektedirler. Her ne kadar tarihte de din savaşlarının altında ekonomik savaşlar olsa bile en azından din görüntüsü altında bu savaşlar yürütülmekteydi. Bu gün ise, böyle bir makyaja gerek görülmemektedir.
Sarkozy ile Erdoğan görüşmesinde iki liderin şekil açısından çok ta farklı tipolojileri sergilememeleri baştan beri dile getirdiğimiz süreçler itibarıyla bir ironi haline gelmiştir. Bu ironi, son 30 yıldır gittikçe artmış yakın gelecekte ise çok daha belirgin bir hale dönüşecektir.
Türkiye – AB İlişkileri’nde Fransa’nın Rolü:
Bu gün için Sarkozy Türkiye’nin AB ye girişine dobraca karşı çıkıyor gibi görülse de Fransa evveliyattan beri Türkiye’nin AB ye üyeliğini istememiştir. Türkiye gibi nüfusu büyük ve dinamik bir ülkenin AB üyesi olması başta Fransa olmak üzere bütün çoğu Avrupa ülkesinin aleyhine olacaktır. Bu gün için bunu Sarkozy açık yüreklilikle dile getirmektedir. Oysa ki, diğer ülke liderleri açıktan Türkiye’yi destekleme beyanatları verirken perde arkasından çok daha sinsi planlar yaptıkları bilinmektedir.
Ne var ki, Sarkozy’nin dobralığını burada haklı gösterecek değiliz. Zira, Avrupa Birliği yolundaki Türkiye’ye karşı PKK yı ve doğu sorununu her seferinde önümüze çıkarın iki ülke vardır. Bunlar, Fransa ve Almanya’dır. Bu iki ülke, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı AB nezdinde KADİM BİR KARŞI DURUŞ POLİTİKASINI YERLEŞİK HALE GETİRMİŞLERDİR.
Erdoğan – Sarkozy Nezdinde Osmanlı Avrupa ve Libya:
Erdoğan-Sarkozy görüşmesinde elbette Libya konuşuldu. Zira Libya öteden beri Fransa’nın İtalya’nın arka bahçesi olarak algılanmıştır. Bu süreçte, Alman-İtalyan birlikteliğine karşı İngiliz devletinin bir parça ayrık duşuna karşı, Fransa bu iki grup ülkeye göre çok daha hassas bir denge politikasını izlemiştir.
Fransa’nın Almanya ve İtalya’ya göre Libya ve Ortadoğu-Afrika politikaları çok daha hassas denge üzerine yürütülmektedir. Bu meyanda Türkiye’nin Osmanlı’dan kalma Ortadoğu ve Afrika üzerindeki nüfuzu ve nüfusu ise çok daha özel bir denge politikasını zorunlu hale getirmektedir.
Bu süreçte Fransa’nın hassasiyetli ince ayar politikası, Türk hükümetine en üst noktadan ifade edilmeliydi. Kuvvetle muhtemel Fransa, Ortadoğu’daki kaynayan süreçte, Türkiye ile başkaca ortak yeni çıkar arayışlarına gidecektir. Tabi ki bu aşamada Türkiye’nin Amerikan eksenli (görülen) politika ile Alman ekolü politika arasında dengeyi Fransa’nın ilave çıkar ve/veya tehditleriyle akıllıca harmanlaması gerekecektir.
Not:
Bu yazı, https://www.bilgiagi.net, http://www.bilgievreni.com, http://www.gazetecanik.com, http://www.kamudanhaber.com, http://www.siyasalforum.net, http://www.ahmetfidan.com ile, Halkın Sesi, Gazete Canik vb. kağıt bası gazetelerde yayınlanmaktadır. Yazarın izni olmaksızın başka hiçbir yayın organında kaynak veya dipnot göstermeksizin kısmen veya tamamen alınamaz, çoğaltılamaz