Asrımızın Hamları
(Bilirsiniz; söylemek, atıp tutmak kolaydır, hele hele asrımızda bu tarz çokça revaçta…)
Kimimiz Mevlana oluruz, kimimiz ise Melayê Cezerî…
Hatta onları da aşar bazılarımız;
Şems oluverir ışıksız, bazılarımız da Lokman Parende veya Şah-ı Nakşibend…
Kulağa ne kadar da hoş geliyor bu nameler…
Ama farkında mısınız; 'Ham' olduğunu söyleyenimiz kalmamış…
Oysaki; hamlığını itiraf etmeyen, pişmez ve pişmeyen kemale ermez…
"Bütün ömrümün hasılı bu üç sözden fazla değildir: Hamdım, piştim, yandım..." diyen Mevlana değil miydi?
Celaleddin, hamlığını itiraf etmeseydi, Mevlana olabilecek miydi, hiç düşündünüz mü?
Ya Melayê Cezerî: “Ji la şeyê ji ma’dûmê me nasî sirra Qeyyûmê” (Kendimizi hiçbir şey addederek, yok saymaktan/yokluktan Kayyum’un[1] sırrını tanıdık, eriştik) derken, biz hangi alemdeyiz?
Hepimiz öğretmen olmuşuz, ama öğrencisiz kalmışız, hepimiz âkiliz, akıl veren olmuşuz ama kimsenin akıl almaya ihtiyacı kalmamış…
Herkes konuşur olmuş dinleyen kim!
Ne tuhaf, tüm bunlara rağmen pratikte hiç bir şey yolunda gitmiyor!
İnsanda kaç hal (kişilik) vardır bilir misiniz?
Bilen.
Bilmeyen ama bilmediğini bilen, kabullenen.
Bilmeyen ve bilmediğini bilmeyen, kabullenmeyen.
Bilenle ne sıkıntınız olabilir ki?
Bilmeyen ve bilmediğini bilene, yol yordam öğretirsin, düzelir…
Bilmeyen ve bilmediğini bilmeyenle baş edilir mi dostlar?
İşte bu 'Hamlar' hiç pişmez/kemale ermez.
Ve maalesef asrımızın belası, vebası ve sıkıntısı tedavisi muhal görünen böylesi 'Ham'lardır dostlar…
Ham olup farkında olmayanlar yani...
Hamım ben dostlar, itiraf ediyorum, siz de var mısınız?
*****dpnt*****
[1] - Yani: Allah’ın sırrına vakıf olabildik…