Aşkta Gurur
İstanbul sinemalarında vizyona giren film; birinci hafta oynadı, ikinci hafta oynadı, üçüncü hafta oynadı.
Filmin ismi Salak Aşıklar, türü komedi, konusu ise özetle şöyleydi.
Bir kadın vardır ismi Zeynep. Bir de erkek, adı Mehmet. Bir gün bir panelde karşılaşırlar. İlk tanışma. Bir süre sonra ikinci karşılaşma, biraz samimiyet. Üçüncü karşılaşmada, her iki tarafın da birbirinden hoşlandıklarını biz seyirciler bilmekteyizdir artık. Ama birbirlerine açılamamaktadırlar. Bizim Türk filmlerinde olan biten tüm aksilikler bu filmde de olur. Yanlış anlamalar, yanlış anlaşılmalar… Medeni cesaretimizin göstergesi olan “İlk adım ondan gelsin” beklentileri… Geleneksel alışkanlığımız -mecliste olmayanı çekiştirme- huyumuzun türettiği; hem Mehmet’i, hem Zeynep’i “acaba sevgime layık mı?” şüphesine meylettiren saf arabozucular… Yaşamı, bir türlü geldiği gibi yaşamayı beceremeyişimizden dolayı, hep boş umutlarla, boş beklentilerle yaşamaya alıştığımızdan; çıkar kaygılarının doğurduğu,
“Evlenirsek iyi koca olur mu, evine bakabilir mi, cinsel gücü nasıl?”
“El değmemiş, saf ve temiz mi, pasaklı mı, gömleklerimi iyi yıkar, iyi ütüler mi?” kuruntuları…
Artı gurur kırılmaları vs… Hesap, kitap meseleleriyle günler geçip gidiyordur. Aksilikler öyle devam eder ki gel zaman git zaman birbirlerinin izlerini kaybederler. Asıl festival de bundan sonra başlar.
Önce kendilerini karşı tarafa buldurmak için gayret sarf ederler. Akıllarına göre her türlü “İz”i belirgin olarak bırakırlar. Birlikte bulundukları yerlerde dolaşırlar. Karşılaştıkları zaman ne tür tavır takınacaklarının provasını yaparlar.
Zeynep aynanın karşısında defalarca:
-“A-a sen miydin? Ne tesadüf.” Falan der.
Mehmet’in kafası ise,
-“A-a sizinle tanışmıştık biz mi desem, yoksa, hiç sesimi çıkarmayıp anlamlı anlamlı yüzüne mi baksam” gibi taktik, teknik hesaplarla meşguldür.
Bu biçimde bir sonuca varılamayacağı ilk Mehmet’in kafasına dank eder. Harekete geçer. Şahlanan gururunu ezici bir otoriteyle bastırıp Zeynep’in evine gider. Ama Zeynep taşınmıştır. Nereye taşındığını da kimse bilmemektedir. Gerçi kaçmamıştır. Ev sahibi çıkarmıştır. Ama bunu yalnız biz seyirciler bilmekteyizdir. Mehmet ise kendisinden kaçtığını sanmış, ezilen gururu, param parça olmuştur. Kadın da üzülmektedir ama karşı tarafa arandığından umudunu belli etmemek için gittiği yerin adresini hiçbir komşusuna bırakmamıştır. Hem “Nasıl olsa aramaz” yargısı baskın olduğundan, hiçbir beklentiye girmek istememekte ve beklenti sonucu doğacak hayal kırıklığına dayanamayacağını düşünmektedir.
Eee ne de olsa aşkta gurur; hayal kırıklıklarından korunmak için yok mudur?!.
Artık her ikisi de işi tamamen Allah’a havale ederler. “Elbet bir gün bulurum” boş umuduyla yaşamaktadır Mehmet. Zeynep’se “Elbet bir gün buluşacağız, bu böyle yarım kalmayacak” nakaratlı, boş şarkıyı söylemektedir.
“Bu filmin neresi komedi?” diyeceksiniz.
Şurası:
Bu hummalı aramalar sırasında tesadüfen aynı yerlerde bulundukları enstantaneler olur. “İşte karşılaşacaklar” diye seyirci heyecanla nefesini tutar. Ama öylesine birbirleriyle doludurlar ki sağlarına sollarına bakmazlar.
Örneğin:
Filmin bir bölümünde kızın arkadaşı telefon eder.
“Şehir tiyatrolarına iki bilet aldım” der.
Tesadüfe bakın ki Mehmet’in arkadaşı da aynı tiyatroya iki bilet almamış mıdır?!
Seyirci heyecanlıdır. İşte karşılaşacaklardır. Ama Mehmet, Zeynep’ten 3 sıra geride oturmasına rağmen göremez Zeynep’i. Görse de arkadan gördüğü için tanımaz zaten. Çünkü Zeynep, saçlarını sarıya boyatmıştır. Antrakta lobiye yalnızca Mehmet ve arkadaşı çıkar. Film seyircisi “Hadi sen de çık, hadi sende çık” diye Zeynep’i teşvik eder. Ama Zeynep duymaz tabii. Dalgın dalgın önüne bakmaktadır.
Bu tesadüflerin “Bu kadar olur!” dedirten türleri filmin sonuna kadar devam eder. Seyirci hop oturur hop kalkar. Aynı konferansa gittikleri olur. Aynı koridorda yürüdükleri olur. Birisi sağ kapıya girer, birisi sol kapıya. Hatta bir keresinde Beşiktaş’tan Üsküdar’a giden aynı motora bile binerler. Seyirci gene hop oturur hop kalkar. Bu kadar salaklık da fazladır hani! Zeynep içeriye oturmuştur. Mehmet dışarıya. Umudumuz Üsküdar’a yaklaştıkça artar. Ama o da ne! Mehmet motor kıyıya yaklaşır yaklaşmaz hoop diye atlar iskeleye. Zeynep ise dalgın dalgın sulara bakmaktadır. Motorda son kişi olarak kaldığını fark edince iner ama Mehmet beş on adım ileride kalabalığa karışmıştır bile. Seyirci gülsün mü, ağlasın mı, şaşkındır.
Filmin final sahnesi ise müthiştir. Film karesinde bir yaya geçidi gösterilmektedir. Geçidin iki tarafındaki merdivenlere aynı anda adım atar Mehmet ila Zeynep. Geçit, kuş bakışı bize gösterilmektedir. Heyecanla her ikisinin de merdivenleri çıkışını takip etmekteyizdir. Hepimiz ayaktayızdır. Salonda çıt yoktur. Nefesler bile kesilmiştir. İşte şimdi tam geçidin üstündedirler. Birbirlerine doğru yaklaşmaktadırlar. Yaklaşırlar, yaklaşırlar… O sırada Mehmet’in mırıldanmasını duyarız.
“Hiçbir zaman bulamayacağım onu”
Aynı anda Zeynep’te yalvarmaktadır “Allahım! Nedir bu çektiğim eziyet, ne olur onu bulmama yardım et.” diye. Aralarında iki üç adım mesafe kalmıştır. Ama Zeynep’in başı havaya kalkıktır. Mehmet ise elleri cebinde, başı önünde, gözleri yerde yürümektedir.
Tam aynı hizadadırlar işte.
Aralarından “Bir adam geçemez” biçiminde birbirlerine yakındırlar. Ama o da ne?! Bu salaklar birbirlerini gene görememişlerdir.
Zeynep bir taraftan, Mehmet diğer taraftan merdivenleri inerken film biter.
Film beşinci hafta oynadı.
Altıncı hafta oynadı.
Yedinci hafta oynadı.
Sekizinci haftasında İstanbul’da bazı kadın ve erkekler görülmeye başlandı. Sizin bizim gibi insanlardı. Lakin yolda yürümelerinde bir tuhaflık vardı. Yürürken başlarını, aynı pinpon maçı seyreder gibi sağa sola çeviriyorlar, bu arada gözleriyle başlarını çevirdikleri tüm alanı tarıyorlardı. Filmin dokuzuncu haftasında böyle garip yürüyüşlü insanlar çoğaldı. Hatta birbirleriyle bile karşılaşmaya başladılar. Karşılaştıklarında “Sen de mi Brutus, ben de Brutus” der gibi, tuhaf, anlamlı mimiklerle birbirlerine baş selamı verdikten sonra yollarına devam ediyorlardı. Valiliğe “Yeni, tuhaf bir tarikatın kurulduğu” yolunda ihbarlar gelmeye başladı. İsmininse “Radar Başlılar” olduğu söylentisi yayıldı.
Onuncu haftasında film gösterimden kaldırıldı. Ama tam o haftada, Beşiktaş’taki Akaretler üst geçidine elinde bir pankartla bir kadın geldi. Geçit merdivenlerinin dönemecindeki köşeye, elindeki pankartı yerleştirdi. Kendisi de yanına oturdu. Gelen geçene dikkatle bakmaya başladı. Dilenciye pek benzemiyordu. Temiz-pak giyimli, eli yüzü düzgün birisiydi. Üstelik pankartın üzerinde “LÜTFEN PARA VERMEYİNİZ” yazısı bulunmaktaydı.
Tam bir sene Beşiktaşlılar kendilerini dikkatle inceleyen bu tuhaf bayana para versinler mi, vermesinler mi tereddüdüyle geçtiler üst geçitten. Pankartı okumayan çok az bir kısmı para bıraktı. Kadın verilen paraları nazikçe iade etti. Ama hemen hemen tüm Beşiktaşlılar selam vererek geçmeyi adet edindi. Kadın, nazik bir baş hareketiyle verilen tüm selamları aldı.
Radar başlılar zamanla azaldı.
Kadın da ortadan kayboldu.