Aşk ve Mal
İnsanın sonsuzluğu istemesi bir sorundur. Bilmeyi bile istemesi bir sorundur kendisi için. Tek tanrılı bir inancın inanç eri bir bireyi, ödüllendirileceği günü, veya zamansızlık başlangıcını, beklerken bile sonsuz zevk araçlarının hayalleri karşısında korkuya kapılabilir. Tanrı belki de o yüzden tutunalım, başımız dönmesin diye dünya adlı fiziki topu yaratmıştır. Veya başka bir açıdan değerlendirecek olursak, kıyas için yaratmıştır. “Sonsuzluğu” sonlular olmadan düşünemeyiz, sen de düşünme zaten, demeye getiriyor yani tanrı.
Tasavvuf, iblisin en çok cirit attığı sahadır. Tasavvuf, düşünsel düzlemde yananıyla yakılanı ile bir saha ise eğer iblis diye adlandırdığımız kötücül şey en çok orada gezer; çünkü sonsuzluğu çağrıştıran kelimeler kolaylı tarafından en çok orada sarf edilir ve insanın da maddesel ve maddeyi algılamaları daha çok iken maddi olanla “manevi” olanı birbirine karıştırması çok olasıdır. İnsan çok nankördür ve kolaycı yönünden tanrısını kendi uşağı ilan etmesi de çoktur.
Tanrı, sevinir mi? Tanrı mutlu olur mu? ..Fakat tanrı bir sevimli kediciği yaratabildiğine göre sevgi doludur. Ya fakat bunun gerisinde nedir Tanrı? Fakat tanrı gazap eder. Aynı zamanda tanrı nimet verir. Öyleyse tanrının kulu da gazap etmeden durur mu? ve aynı zamanda tanrının yine o kulu nimeti nimet bilmeden durur mu? Çelişik midir tanrı? Hem, çelişik olsa ne olur? Tanrı değil mi? İstediğini yapar! Vazgeçtim de diyebilir. Bundan size ne. İşte, insanoğlu çok nankördür; tanrısı vazgeçtiğinde cennetten veya nimetten, insan hemen der: böyle de haksızlık olur mu? Hakkı sana veren kimdir, nankör insan.
Kıyas yaparken insan, ki başı dönüp deli denmesin kendine, ki “kendi dönene Mevlevi, gözü dönene sapık derler”, hep kendini ezeceği yer bulmalı. Ezilecek bir zerre bulduğunda kendinde kıyasını zerreden yapsın. Hiçliğinden yapsın sonsuzluk hesaplarını. Bu hesaplar kalem kağıt tutmaz; kalemi defteri biz elimizle tutarız ancak. Fakat iyisi mi bizi de hiçbir kalem defter tutmasın.
***
Kaç gündür sosyal ağ’lar ile ilgili bir ya da birkaç yazı yazayım, diyorum, fakat kendime denk gelemiyorum. İnsanın kendine denk gelmesi veya rasgelmesi şu günlerde biraz çaba sarf etmeyi gerektiriyor galiba. Bunun en önemli sebeplerinden biri, artık, ortak zihinlerde yaşıyor olmamız; eskiye nazaran daha çok, daha çok başka zihinlerde geziyoruz, veya birtakım kovalent, kimi zamanda iyonik bağlar oluşturuyoruz. İşi radyoaktivite seviyesine götürürsek işimiz kötü; radyasyon yemiş bir zihin yapısı ve bunun tanımı insanı korkutuyor. Nerden bilirim ben; birisi de mesela şu anlarda aynı ve aynı tıpkı-basım bir dergi gibi benim gibi düşünmüyor olsun. Başka bir yerde tıpkı benim gibi düşünen, hatta paçalı donlu, hatta sizin baktığınız gibi bakan, klon varlığın şüphesi bile korkutuyor beni. Benim aynımın başka bir yerde olması demek ya cin olmam demek ya da aynı kişiden birinin radyasyon yemiş olmasıyla açıklanabilir ancak; köklü ben’leşme-aynılaşma mümkündür fakat bir sorundur.
Sosyal … veya antropolojik radyasyon diye bir şey vardır. Yoktu ise bile ben şimdi dediğim için oldu.
Kamuya -bir şekilde- mal olmuş kişilerin değerlendirmesini yapıyordum kaç gündür. Bunu hepimiz yaparız. Bir yazar, bir “sanatçı”, bir şovmen, bir program yapımcısı ve sunucusu, vs, vb. İşin içinde bir de hızlı etkileşim fonksiyonu girince –sanal mekanlar,mecralar- bu mal olma durumları da biraz ilginçleşti. Fakat ben, önce, kamuya mal olmuş bezı belirgin kişilerin kendi kişisel hayatlarını, ne yiyip ne içtikleri değil de, toplumda hangi kesimlere gölgelerini düşürdüklerini incelemeyi istedim. Bu incelemeler kişisel gözlemlere dayanıyor. Gereksizmiş gibi duran insanların aslında ne kadar da gerekli olduklarını bu açıdan da değerlendirmek lazım.
Örnek bir kamu malı Nihat Doğan’dır. İşlevi önemlidir. En çok geyiği yapılan kişilerden birisidir. Şahsi fikrimi de sorarsanız, hemen her sözüne “Birtakım atayist, birtakım gomünist..” diye başlayan bu kişi gereksiz bir adamdır. Fakat, işte, en önemli nokta da burası.
Nihat Doğan’ın yüz binlerce hayranı var. Neden hayranlar bu kişiye?.. Cevabı psikolojide saklı. Her insan, gerçekten insan olmaya çaba sarf etmez; etrafında, kendi kişiliğini-veya kişiliksizliğini- kendi zihninde veya zihin altında özdeşleştirebileceği bir “idol” arar. Bulduğu zaman, artık “haklı” da odur, “olgun” da odur. Nihat Doğan’ın hayran kitlesi, 15 ile 19 yaş arası kız ve erkeklerden oluşur. Küçük kasaba ile köy arası , veya şehir içinde kasaba havalı kasaba-köy havalı yerleşim yerlerinde yaşarlar. Bu yaş gurubuna ben “ezik” diyemiyorum çünkü onlar bizim gençlerimiz; geliştirmeye çaba sarf ettiklerini biliyorum kendilerini ancak “idol” alternatifleri ve geliştirici mekan sorunları yüzünden bula bula en kolay, varoş çocuğu Nihat Doğan’ı bulabiliyorlar ancak. Nihat, onların “dertlerini” söyledikçe şarkılarında, o çocuklar da kendi sıkıntılarını üzerlerinden atmış gibi hissediyorlar. Özdeşleşme de böyle oluyor.
Ek olarak; emperyalist piyonu olmaktan da kurtulamıyorlar. Suriye ile bir savaş ihtimali var. Emperyalistler Türkiye’nin savaşa girmesini çok istiyorlar. Bunun için kamuoyu desteği de lazım. Kamuoyu desteklerinden biri de kamuya mal olmuş kişilerin kendi kamularını, yani hayran kitlelerini, etkilemeleri ile olur. Yani, Nihat Doğan’ın kaç tane hayranı varsa onlar büyük bir çoğunluğu Nihat Doğan ne diyorsa “doğrudur” diyeceklerdir.
Gereksizmiş gibi duran insanların nasıl da “gerekli” olabileceğini umarım anlatabilmişimdir.
Başka isimler de var aklıma gelen. Bu isimler neden vardırlar ve neden toplumun önüne sürülürler veya kalırlar?
Örneğin Rasim Ozan adlı kişinin televizyonlara sürülmesinin sebebi, yine kendi ile özdeşleşebilecek yığınların varlığı. Rasim Ozan’ın hitap ettiği kitle… 20-30 yaş arası… hemen hemen hiçbir entelektüel çabası olmayan düşünsel olarak niteliksiz kitleleri AKP tabanına yakın tutmak. (Özdeşleştirme) Eşi, Nagehan Alçı da benzer işleve sahip; onun kitlesi de ağırlıklı olarak aynı yaş aralığında ve ek olarak, çoğunluğu kadınlardan teşkil kitleler.
Seda Sayan (-ve türevleri ) ile Elif Şafak’ın, farkında olmadan, hitap ettikleri kitlelerde kesişim kümesi çok kalabalık. Kesişim kümesi: sabah Seda Sayan seyreden, akşam Elif Şafak okuyan aynı insanlar.
Elif Şafak iyi bir yazardır. Fakat anca o kadardır. Şimdiki sistem onu özellikle önemsiyor çünkü “Ilımlı-ılık İslam” modeli de onu kendine uygun görüyor; laik bir aile yapısından cemaat mahallerine geçişi Ilımlı-ılık İslam -geçiş- modeli ile örtüşüyor. Elif Şafak’ın bunu bir çıkar için yaptığını iddia etmiyorum fakat farkında olsa da olmasa da“modele uyum” söz konusu.
Seda Sayan ve benzeri öğelerin “toplumun ortak aklı ve algıları”nı bozan bir unsurlar olduğunu düşünüyorum. Düşünün bir; bir kabadayı ağzı… aynı zamanda hanımefendi ağzı… algıları bozar böyle şeyler.
Elif Şafak’ın da Aşk adlı kitabı ve benzeri yazarların aşk-meşk kitaplarının, televizyon programlarının çokluğunun da algıları bozduğunu düşünüyorum. Kimlere hitap ediyor veya kimleri gerçeklerden uzaklaştırıyor bu tür unsurlar?... Bir önemli kitle var değil mi?
Yukarıdaki belirgin isimlerin kitlelerini bir araya getirip incelediğimizde karşımızda daha büyük bir kitle buluruz.
Yukarıdaki isimleri herkes bildiği için, "ürün"leri üzerinden değil de, kitleleri açısından değerlendirme yapmayı, sorumlu bir yurttaş olarak görev bildim. Teşekkür ederim.
Günün sözü: Radyasyon tehlikelidir. Nihat Doğan da hırçın ve dolayısıyla tehlikelidir; öyleyse Nihat Doğan radyasyondur. Fakat bu, radyasyonun da hırçın olduğu anlamına gelemez.