Aşk ve Balata-i Katre
Mecnun balataları iyice yaktıktan sonra çölde gezmeye başlar, "Leyla! Leyla! Leyloaea! ehi" diye diye. Kahvede oturan arkadaşları ne yapıp edip bulmuşlar Leyla'yı, çöle götürüp çıkarmışlar Mecnun'un karşısına. Mecnun oralı bile olmamış, yüzüne bile bakmamış Leyla'nın. Hani bakmış da bakmamış. Mecnun'un arkadaşları, Mecnun'un bu davranışından dolayı , "herhalde bu Leyla yollu .. Mecnun bunu "iplemediğine" göre..." yorumunu yapıp, çölde Leyla'ya tecavüz etmişler. Aşk böyledir işte. Ne Leyla kalır ne balata. Ortada bir şey yoktur.
Yanı başımdan Enstanteneler
Eski kocayı yiyecekler.. bilinçlerin suç mahallerinde ben de vardım. Yeni bir hayat mahali. Öte yandan düşünürüm hep; biz bu hayatları eskitip eskitip nere atıyoruz? Her zamanki gibi kamuflaj benim. Ağzı da yoklanan. Şuurun şuuru gizli yoklaması. İnsan dediğin nedir ki! Malı mülküdür.
Röveşata
Fantastik türler... romanlar... Herifçioğulları g.tlerinden atıyor, milyonları vuruyor... newyork times'ın guruları her yıl her çıkan'a "tüm zamanların..." imasıyla güllaç gevreği bilinçlere röveşata çakıyor. Hep de yiyoruz hacı.
Totem ve Manitular
Futbol fanatiklerinin, dolayları ile topyekun varoluşları içinde, anlık olarak, ayaklarının bastığı düzlemi değiştirsek(tarih, geçmiş..) ve hafızalarındaki futbol kelimesinin yerine "kurban ayinleri, kurban vb " ifadelerini koysak bulundukları topyekun yeni varoluşu -ilkel kurban verme dönemleri - hiç yabancısamazlardı. Ganyan ahalileri için de aynı şey geçerli.Ve daha nice örnekler. Kelimelerle oynamayı bilen tarihi bile değiştirebilir. Kelimelerle her oynamayı bilen de "iyi" diye nitelendirilemez. Hep ilkeliz bir başka ilkellik içinde. İlkeleri bilmek ise bu yüzden şart.
Tanrı Misafiri
Kapıyı çalıp "Tanrı misafiriyim" demek, bu dünyada hiçbir şey senin değil, benim de değil demekti. Şimdi bir kapıyı çalıp ""Tanrı misafiriyim", derseniz dayağı yersiniz fakat sopayı yiyen tanrı olur.
Facebook'lu yüzler
Nüfus müdürlüğünden sonra az ilerideki muhtarlığa gittim, adres güncellemek için gerekli belgeyi vermek üzere. Kapıdan içeri girdiğimde onu gördüm. O muhtar değildi. Bir genç kızdı. Monitörün arkasındaki yarı yüzüne bir tuhaf ve hafif mavilik yayılmıştı. Soluna doğru yanaştım masasının. Belgeyi uzatırken monitör ekranında face sayfasını gördüm. Kızı beğenesim geldi. Az kalsındı sağ elinin altında hala duran fareye uzanacaktı elim. Mani oldum. Belgeyi verdikten sonra facebook sayfamdan çıkıyormuşum gibi hissettim.. Arkamda kalan o yüz, sanırım profilden bakıyordu bana. Nefertiti gibi.
Gerilla Personeller:
Migros'ta geziyordum. Peynir reyonunu geçtim yavaş yavaş. Et reyonuna doğru ilerliyordum. Aklımda harbiden bir et ürünü almak vardı. 10 metre ilerden bir başka reyon köşesinden bir kız fırlar gibi çıktı, bir çok müşteriyi geçip bana doğru ilerledi. İndirimde olan bir sucuk ürününü gösterip iyi bir reklamcı ağzıyla ayaküstü tanıtım yaptı. Tamam, alıyorum dedim. Yanımdan geçip 10 metre gerimdeki rafların oradan kayboldu. Evet. O bir gerilla personeldi. Müşterinin göz hareketlerini izleyen ve bir karar mekanizması çalıştıran bir bilgisayar sistemi ile bana operasyon yapılmıştı. Almazdım o sucuğu,da, sistemlerinin nasıl işlediğini anlamak istedim aslında. Evet.
Didim mi Dimedim mi?
Didim'de o kadar çok emlakçı var ki (rivayet 3000 civarı) ve daha çok o kadar kişi emlak işleri ile ilgili ki, adım başı herkes emlaktan-emlakçılıktan konuşur, bu hızla giderse herkes bir gün emlakçı olacak burada ve kimse birbirine bir şey satamayacak. (...) Yaklaşık 10 yıl öncesinde bir gurup İngiliz'in buraları mesken tutması ile piyasalar oluşmaya başlamış, uçanı kaçanı (İngiliz'i) havada kazıklayan Türk-Kürd kardeşliği şimdi de İngiliz'in buradan gitmesine vesile oluyor yavaş yavaş. (...) Bir evin bir yıl içinde eller arası dolaşıp işbilir(!) ellerde en az bir ev parası daha çıkarabilmesi bir nevi "hayali ihracat" gibi de oluyor. "Bir ev parası daha" hayali bir evin parasına eşit oluyor ya; yapmadığın işin parasını kazanmak. Ortada ev yok. Var da yok.
Komşunun Külü benim külüm fakat eşi zülf-ü yar
Komşum bir şizofren... veya o menem bir şey. Kendini ben zannediyor; oğlu da annesini karısı. Evet. Faturalarımı almış geçenlerde, tesadüfen öğrendim. Sabah bir şey dedim, aynısını öğleden sonra bana söyledi. Peki dedim, tırstım, içeri girdim kapımdan. İngiliz komşularım olsa keşke. Belki seneye olur, taşınırım da. Onlar kendini ben sanamaz, dillerimiz farklı çünkü. He said :I'm Ümit. Ümit soyladı: No! Ben Hope.
Eşeği g.tünden samanlamak
Kulüplere öğrenci seçtim. Sonra, bir tablo yaptım. İki kulüp boş. Felsefe ve matematik kulüpleri. İşte neslimiz. Felsefe... o lazım da, matematiği sevmeyen bir toplum muhtemelen ahlaksız bir toplumdur. Terbiyeli olabilirler fakat ahlaklı olmak aynı zamanda bir ahlak felsefesine sahip olmakla ilgilidir. O da matematikle ilgilidir. Kitaplar bedava dağıtılıyor diye sevinen veli kırk faturadan kırk katı alındığında Kitap parası-fatura kazıkları = KAZIK olduğunu matematiksel olarak hesaplayamıyor. Sonuç eksili (-) çıkar. Mesnetsiz ahlak er kişiyi düşkün eder. ABD eski başkanlarından biri bile önce "ahlakı (hangi ahlak?: sıbyancı papaz ahlakı)" sonra akli melekeleri geliştirmeyi savlayan bir söz etmiş; lavuğun biri de paylaşmış bunu. Unutmayınız en evvelinde evvela ahlak değil matematik vardı. Yaratışlar-oluşlar matematikle yürür. Sonra, her şey yine onla yürür.
Domates Çorbası
Sahilde hırçın dalgalar saldırırken dalgakırana yakın oturup bir restoranın dış masalarından birinde domates çorbası içmek. Kaşar da rendelenmiş tabii. Ambiyans iyi böyle. Romantizm halt etmiş.