Asım’ın Nesli Akif’i Bıraktı mı?
Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın açıklamasıyla 2011 yılı İstiklal Marşı Şairimiz Mehmet Akif Ersoy yılı olarak açıklandı. Çalışmaları Kültür Bakanlığı yürütecekti. Başbakanın ilanına rağmen 2011’de, koca bir yıl içerisinde, ne devlet eliyle ne de sivil toplum kuruluşları katılımıyla yeterince coşkulu, gürül gürül diyebileceğimiz kutlamalar ortaya koyulmadı.
Bir sivil toplum kuruluşu olarak Türkiye Yazarlar Birliği 2011 yıl sonuna doğru devlet bürokrasisinin Mehmet Akif’e bigane kalmasından şikayetçi açıklamalarda bulundu. Oysa bir sivil toplum kuruluşu olarak bu yılda Mehmet Akif’i anmak isteselerdi kimse buna engel olmayacaktı. Bu açıklama kusurunu bürokrasiye yükleyip kolaycılığa kaçmak oldu.
Aslında baştan beri devlet ideolojimiz Mehmet Akif’e hep temkinli bakıp yaklaşmıştır. Bu milletin gençliğine Mehmet Akif yalnızca İstiklal Marşı şairi olarak tanıtılmıştır ve bunun daha ilerisine gidilmek istenmemiştir. Okul öğrenciliğimizi düşündüğümüzde, İstiklal Marşının kabulü, Şubat ayında küçücük bir hatırlatılır ve devamında gelen 18 Mart’ta İstiklal Marşı şairine ait olduğunu bilmediğimiz ‘Çanakkale Şehitleri’ şiiri tüm okulların merdivenlerinde kendini gösterme meraklısı bir öğrenci tarafından hararet ve heyecanla okunurdu. Bu ilan yılı 2011’de de böyle oldu; daha fazla ileri gidilmedi.
Gerçekte Mehmet Akif, bu milletin gençliği için yalnızca İstiklal Marşı görünün koca bir aysbergdi. Ve gençliğin pek azı bu aysbergden bazı dindarların ve cemaatlerin gayretleriyle haberdar olabildi.
Akif, bugün hala sürecini yaşadığımız İslam dünyasının geri kalmışlığı, Batı’nın jet hızıyla ilerleyişi sonrası müslümanların yaşadığı tramvayı doğru şekilde anlamış; işin henüz başlarında, kendince doğru çözümler üretmiş; yalnız şair değil aysberg gibi bir aydındı. O, yeni bir genç nesille düğümün çözüleceğinin o günden farkındaydı. İdealize ettiği bu gençliği ‘Asımın Nesli’ adıyla Safahat’ında mücessemleştirdi.
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Kurtuluş mücadelesinde Anadolu’da cami cami gezerek vaazlarıyla kurtuluş mücadelesini canlandırıp destekleyen Akif’in Batıya bakışı, yeni kurulan devlet ideolojisiyle pekte uyuşmuyordu. Bu farklılık ömrünün sonuna doğru onu çok sevdiği Anadolu dışına zorunlu yöneltmiş ve vatan topraklarından uzakta hayata veda etmişti.
Başbakanın samimi, coşkulu ilanına rağmen Türkiye Yazarlar Birliğinin dile getirdiği gibi devlet eliyle beklenildiği şekilde Mehmet Akif yeterince anılıp anlatılmadı. Elbet bir şeyler yapıldı ama koca bir yıla göre bunlar çok küçük kaldı.
Burada dikkatlerden kaçmayan, cemaatler ve sivil toplum kuruluşlarının Mehmet Akif’i anma ve tanıtmaya maalesef bigane kalmaları oldu.
Yukarda belirtildiği üzere bu ülkede dindarlar ve cemaatler Mehmet Akif’i gençliğe tanıtmaya çalıştı. Baştan beri bu gayret üzere olan kişi ve kurumlar ne oldu da Başbakanın ilan ettiği Mehmet Akif yılında Akif’e uzak kaldı. Öyle ya Asımın Nesliydik; en azından öyle olmaya çalışıyorduk. Buyurun baninizi, önderinizi, anın, tanıtın, duyurun denildiğinde birden duraklayıp şaşırdık. Akif’in hayalini kurduğu ‘Asımın Nesli’ bu muydu? Tüm ülkede etkin cemaatler mensuplarını istedikleri gibi yönlendirirken, beldelerden büyükşehirlere yüzde seksenlere yakın belediye yönetimlerinde dindarlar hakimlerken Akif’e bu kayıtsızlık nedendi?
Cumhuriyet ideolojisinin Mehmet Akif’in görüşleriyle çok fazla uyuşmamasının bu görüntüde etkili olduğunu düşünüyorum. Dindarların ve cemaatlerin devlet ideolojisiyle entegre olması düşünüldüğünde buna hak verilecektir.