Âşık İle Maşuk
Tasavvuf edebiyatının oyuncağı olmuş bir ilah var ki dergâhtan içeri girerken ona sevdalanıp, bir hayalin peşinden dağlara kaçıp mecnun olmamak gayr-ı kâbil. Sonra da bu kara sevdanın narında cayır cayır yanıp kül olmak ve cehennem nedir ki ben aşkınla yanıyorum kabilinden şiirler, isteyene ver cenneti ben seni isterim türünden naralar edebiyat oluverir.
Bu uyduruk aşk başta karar edince akıl da baştan firar eder ve artık Kur’an, şeriat, fıkıh, hadis tedrisi, emr-i bi’l ma’ruf nehy-i a’nil münker, cihad vs. yani Allah’ın dini zaman aşımına uğrar ve ilahi aşkın yanında ehemmiyetsizlikten gündemden düşüverirler.
Varsa yoksa Allah aşkı dağlarda ot yiyip gezer şiir dizer, nesir yazar, işte İslâm!
Şairler(e gelince), onlara da sapıklar uyarlar. Baksana onlar her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar. Ve onlar yapamayacakları şeyleri söylerler. (Şuara Suresi,224–226)
Bu nasıl Allah aşkı ise ne peygamberler keşfedebildi, ne havariler, ne sahabeler! Tasavvufçu dedin mi her şeyin tadını çıkarır onlar, üstelik tadını kaçırana kadar.
Allah aşkı iddiasında olanlar için hadlerini bilmelerine yarayacak bir ikaz var Kur’an’da, fakat onlara göre Kur’an’ın zahiri cahil avamı ilgilendirir kendileri havasdan olduğu için onlar kendi yazdıkları kitapları din edinirler. Yine de biz okuyalım ayeti.
“(Ey Muhammed) de ki: Şayet Allah'ı seviyorsanız, bana tabi olun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın." (Âl-i İmran Suresi, 31)